1 Nisan 2019 Pazartesi

Tevil tarzlarının tasnifi: Faslu'l Makal ve İbn Rüşd

Ebu Hamid el-Gazzali'nin Tehafüt-el Felasife'sinde İbn Sina özelinde Meşşai felsefeye yönelttiği sert eleştiriler,en genel anlamda felsefeyle ilgilenen Müslümanların kendi uğraşlarına bir meşruiyet zemini aramalarını doğurur. Özellikle mütekellimler tarafından yöneltilen ve doruğuna Gazzali'nin eseriyle ulaşan bu eleştirilere karşı felsefe cephesinden verilebilecek cevapları  içerir Aristoteles'in büyük şarihlerinden olduğu kabul edilegelen İbn Rüşd'ün eseri Faslu'l Makal...

Felsefenin Amacı
Gazali'nin Tehafüt-el Felasife'sine yazdığı ünlü Tehafüt- et Tehafüt'ten ayrı olarak felsefenin İslam dini bakımından konumunu ele aldığı Faslu'l Makal, filozofumuzun Gazali'ye ve felsefi uğraşı eleştiren diğerlerine verdiği bir cevaptır da. Aynı zamanda Maliki bir fakih olması hasebiyle meseleyi ele alırken Kur'an'dan delillere istinat etmeyi de önemseyen İbn Rüşd, felsefeyi Kur'ani deyimler olan 'nazar' ve 'itibar'ı göz önüne alarak felsefenin esas amacının, varlık hakkında esaslı araştırmalarda bulunarak son kertede mevcudatı Allah’ın mevcudiyetine delâleti bakımından değerlendirmek olduğunu kaydeder. Bunu yaparken kimilerinin sapıtmış olması felsefenin geçersizleştirilmesine mazeret teşkil etmez. Pekâlâ kelam, fıkıh, tefsir ve diğer dini ilimlerle uğraşırken de sapıtan, dalalete düşen kimseler de vardır. İbn Rüşd'e göre öyle kimselerin olması bu ilimlerle uğraşmanın yanlışlığına hamledilemez. İbn Rüşd'ün felsefe uğraşının İslam öncesi kültürlerden tevarüsü eleştirilerine verdiği cevap zikredilmeye değecek kadar muhteşemdir: "Bir hıristiyanın bıçağı adam öldürmek için tasarlamış olması onu bizim ekmek kesmek için kullanmamıza engel değildir."
Felsefenin temel amacının dinin amacıyla uygun olması ve felsefe uğraşıyla ilgilenenlerin konumuyla ilgili belirlemelerinin ardından İbn Rüşd eserinde insanları yine Kur'an'a istinat ederek dini ve felsefeyi anlamaları bakımından üç sınıfa ayırır: i) Herhangi bir fikri dinleyerek kabul edenler, ii) O fikri tartışarak kabul edenler, iii) O fikir açık bir burhan ile kanıtlandığı zaman kabul edenler. İbn Rüşd'ün düşüncelerini serimlerken burhani bilgi ile şer'i bilgi zahirde ortaya çıkabilecek çelişkiyi gidermek üzere şer'i bilgide tevile gidilmesini önermesi ilginçtir. Yine de bu tevili gerçekleştirmesi gerekenlere dair de bazı kısıtlamalara giden İbn Rüşd tevil ehliyeti bakımından da insanları üçe ayırır: i) Hitabi kitle, yani genel halk; ii) aklî yetenekleri yerinde olup tartışma becerileri üst düzeyde olanlar, yani Cedeliyyun; ve iii) tevilde kesin bir burhan'a dayananlar, ki Burhaniyyun. İbn Rüşd, ilk grupta olan genel halk kitlelerinin tevile kesinlikle yeltenmemelerini de şart koşar. Cedeliyyun ile Burhaniyyun arasında ise tevil ehliyetine sahip olmaları bakımından İbn Rüşd'ün reyi Burhaniyyun tarafındadır. İbn Rüşd'ün 'tevil'e sık sık başvuran geniş bir kesime işaret etmek üzere kullanılan 'tasavvuf ehl'ini tevil ehliyetine sahipler arasında saymadığına dikkat çekilmeli. Tam da bu noktada, yapılan tevillerin ehil olmayanlara aktarılmasını İbn Rüşd'ün katiyen yasakladığını, çünkü bu durumu onların küfre girmesine vesile olmak, başka insanların küfre düşmesine vesile olmayı da küfür addettiğini hatırlatmalıyız; ki, günümüzde sık sık karşılaştığımız bazı medyatik tartışmalarda tamamen 'işin ehli' olanlarca tartışılması gerekenlerin 'genel halk kitlesi' önünde ulu orta tartışılmasının tehlikelerine işaret edebilelim. İbn Rüşd, sırf bu sebeple Mutezile ve Eşariler'i de eleştirmiştir.

Söylemin Düzeni
İbn Rüşd'ün böylelikle din ve felsefe alanındaki söylemleri (makalat) ve gerek onları kullanan gerekse onların hitap ettiği zümreleri birbirinden ayrıştırarak hem felsefi uğraşa bir meşruiyet zemini tedarik etmeye çalıştığını hem de bu zeminde neyin konuşulup neyin konuşulamayacağına ilişkin bazı standartlar belirlediğini görebiliriz. İbn Rüşd'ün belirlediği standartların çoğuna bugün bile muhtaç olmamız ise elbette kaderin bir cilvesi sayılmalı.

Felsefe ile dini iki 'dost' ya da 'süt kardeş' sayan İbn Rüşd'ün akıl-vahiy, din-bilim, şeriat-hikmet ilişkilerine ilişkin yaptığı değerlendirmeler İslam dünyasında çokça yankı bulmamış olsa da (sadece İbn Teymiyye onun tevil hakkındaki bazı görüşlerini kabul edip genel olarak çokça eleştirmiştir) Endülüs üzerinden Ortaçağ Avrupa'sındaki etkileri kapsamlı ve hatta Aydınlanma çağına dek gelmiştir. Bazı müelliflerin İbn Rüşd'ü Batı Aydınlanması'nın büyükbabası (grand father) saydıklarını bile görürüz. 13. yüzyılda Latin İbn Rüşdçülüğü olarak Hıristiyan Avrupa'da yaygınlaşan görüşlerin birçoğu onun adının sağladığı meşruiyetten istifade etmeye çalışır. Hatta Bruno'nun kendine ait düşünceleri içeren bir risaleyi İbn Rüşd'den tercümeymiş gibi yaydığı bile görülür. Aristoculuğun Avrupa'daki rönesansının iki kolundan biridir İbn Rüşd, diğeri elbette Aquinalı Thomas'tır. (Cins, Mart 2019)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder