9 Mayıs 2019 Perşembe

Anılar da bitkilere benzer, budamak gerekir

Beşeri varoluşun zamanı deneyimleme biçimlerinde dikkat çekici edimlerin başında gelir unutmak ve hatırlamak. Bu iki kelimeyi hep aynı madalyonun farklı yüzeylerine işaret etmek için kullanırız genelde: Hafıza. Hayatımızın zorlandığı, ölümcül bir çıkmaza girdiği anlarda genelde bütün yaşadıklarımızın bir “film şeridi gibi gözümüzün önünden geçtiği”ni söylemek mutaddır, gündelik yaşantılarımızı sürdürürken önceki yaşantılarımızdan edindiğimiz tecrübelerden çıkardığımız dersler bize ışık tutsa da çoğu kez kötü anlarımızı hatırlamamaya yeminliyizdir. Hatırlamamaya ya da unutmaya... 
Unutmak ve hatırlamayı bir bahçeyi düzenleyen bahçıvanın yaptığı işe benzetiyor Fransız antropolog Mark Augé. Bu eylemleri o bahçıvanın uğraştığı bahçeyi düzenlerken gerçekleştirdiği “ayıklama” ve “budama” eylemleriyle benzeştiriyor.  Bize kötü yaşantılarımızı hatırlatan bazı anılardan, yani bitkilerden hemence kurtulmamız gerekir diğer bitkilerin (anıların) boy atıp gelişmesi ve hatta çiçek açabilmesi için. 
Anlatı olarak hayat
Unutmanın toplumlar kadar bireyler için de bir zorunluluk olduğunu savlayan Augé, onun hafıza için de bir ihtiyaç olduğunu belirtmeyi ihmal etmiyor. Bazı şeyleri hatırlayabilmek için başka bazı şeyleri unutmak gerekiyor. Güçlü bir hafızanın bir anlamda unutkan bir hafıza olduğunu bile söylemek gerekiyor bu yüzden. Zamanın düzenlenme biçimlerine ilişkin bir incelemeye dönüşen Unutma Biçimleri uzak geçmişe ulaşabilmek için yakın geçmişin unutulması gerektiği fikrini kendine çıkış noktası seçiyor. Augé incelemesini üç bölümlük bir ders olarak tasarlamış: İlk “ders”te, yani bölümde psikanalistlerle tartışarak “belleksel iz kavramı ve unutma ile hatırlama arasındaki ilişki üzerinde duruyor. İkinci derste ise antropologlarla filozoflar her hayatın bir anlatı tarzında yaşandığı varsayımını, bu varsayımın şartlarını konuşuyorlar aralarında. Bu bölümde “kültürü sürekli karşılıklı etkileşim içinde bulunan bir simgeler dizgesi” olarak gören ünlü antropolog Clifford Geertz’in çözümlemelerini kendi anlatı teorisi için kullanan Paul Ricoeur’un özellikle Zaman ve Anlatı kitabında geliştirdiği “yarı-metin olarak eylem”, “anlatı olarak hayat” varsayımlarının sonuçlarını irdeliyor. Son bölümde ise Augé unutmanın üç önemli figürünü bazı romancıların yardımıyla tartışıyor: Geriye dönme, erteleme ve yeniden başlama. 
 Hayatı anlatı olarak kurmaya imkan sağlayan hafızanın varolabilmesi için onda mekni bir biçimde gerekli unutmadan Afrika kabilelerindeki ayin tecrübeleri sonrası yaşanan unutmaya kadar incelemesinde Augé insan zihninin kuytuda kalmış bölgelerini keşfe çıkıyor; yine kendi tasviriyle “kıyı çizgisinin deniz tarafından şekillendirilmesi gibi”, unutma tarafından şekillendirilen anıların anlamını, hayatı kurma ve düzenleme şekillerini... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder