5 Aralık 2019 Perşembe

Modernleşme gelenekten kopuş değildir

Türkiye’de son 200-250 yıldır birçok alan ve düzeyde konuşulan dini, siyasi, fikri ve toplumsal değişim, süreç ve sorunların, yürütülen tartışmaların tamamını kuşatan merkezi bir sorun/tartışma alanı olarak görebiliriz modernite ve modernleşme süreçlerini ya da Türkiye’de gelişen şekliyle batılılaşma sorununu. Elbette batılılaşma olarak adlandırılan süreç sadece Osmanlı coğrafyasında değil, İslam coğrafyasının hemen tamamında ve farklı biçim ve kılıklarda dünyanın diğer birçok coğrafyasında da özellikle 18. yüzyıldan itibaren etkili olmaya başlayan daha global bir süreçti. Sadece Osmanlı’nın, Rusya’nın ya da Japonya’nın Batılılaşmasından/Avrupalılaşmasından bahsetmek bir bakıma eksikti; çünkü bizatihi süreç Avrupa’yı da Avrupalılaştıran bir süreçti. Sürecin her toplum, kültür ve coğrafyada farklı etkilerinin olduğunu, farklı gelişim örüntüleri sergilediğini söylemekte bir beis yok elbette. Ancak bütün bu farklılıklar içinde bazı önemli yöndeşmelerin, ortaklıkların da var olduğunu görmek gerekiyor. 
Bilinci yaran ikilikler
İslam’da Modernleşme, 1839-1939 kitabıyla bildiğimiz Bedri Gencer, bu kitabında ele aldığı İslam modernleşmesi incelemesini Gelenekten Modernliğe Osmanlı kitabıyla derinleştirmeye çalışıyor. Ona göre “Osmanlı varisi Türkiye’de yaşadığımız, kutsal devlet, anayasa, hukuk ve refah devleti, başkanlık-parlamenter rejim tartışması, meşrûiyet krizi, etnik ayrılıkçılık, askerî darbe, bürokratik oligarşi, hantal memurluk kültürü, rüşvet illeti, hazine kapitalizmi, sivil toplumun zayıflığı, ağalık, genel askerlik, kaht-ı rical, eğitim, mektep-medrese ikiliği, itikadî-ahlakî yozlaşma, Batılılaşma, doğru-yanlış din tartışmaları gibi, neredeyse bütün temel problemlerin, şizofrenilerin kaynağı, Osmanlı modernleşmesidir.” Gencer şizofreni derken bilincimizi yaran, yaralayan ikilikleri kasdettiğini vurguluyor. 
Yeterince makro çalışma yok 
Bugünkü problemlerimizi çözmenin, yaşadığımız dilemmalardan kurtulmanın yoluna Osmanlı modernleşmesine vukufla girebileceğimizi düşünen Gencer, Osmanlı modernleşmesi alanında yapılan çalışmaların da yeterince gelişmediğinden yakınıyor. Niyazi Berkes ile Bernard Lewis’in konuyla ilgili eserlerini “ideolojik-teleolojik Osmanlı modernleşmesi incelemeleri” olarak gören Gencer, Kemal Karpat’ın ise tahlilden çok tahkiye yoluna saptığını belirtiyor. Berkes ile Lewis’in çalışmalarının “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu meşrulaştırmaya yönelik gizli bir ideolojik-teleolojik saikle malûl” olduklarını ifade eden Gencer, Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan bu modernleşme perspektifinde Osmanlı’nın batışı, Türkiye’nin ise çıkışı temsil ettiğine işaret ediyor. Osmanlı modernleşmesinin en önemli analistlerinden Şerif Mardin’in de konuya dair bir monografi yazmadığını, konuyla ilgili çalışmalarının dağınık makaleler halinde bulunduğunu belirleyen Bedri Gencer’e göre Osmanlı modernleşmesine dair sayısız mikro çalışma yapılmışken yeterli derecede makro çalışmalar yoktur. Osmanlı modernleşmesini “ümmü’l mesâil” (meselelerin anası) sayan Gencer, alandaki mikro incelemelerin çokluğuna karşın makro bakışların eksikliğinin büyük resmi daha iyi görmemize imkân tanımadığını da kaydediyor. 
Osmanlı modernleşmesini makro ölçeklerde tahlil için gelenek/modernlik (yatay) ve Doğu/Batı (dikey) mukayeseye dayalı bir perspektif geliştiren Gencer, modernleşmeyi gelenekten kopuştan ziyade geleneğin dönüştürülmesi olarak niteliyor. Ona göre moderni gelenekselden, yeniyi eskiden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Osmanlı modernleşmesini kavrayabilmek için Osmanlı geleneği kadar Batılı modernliğe de vukufiyet gerektiğini kaydeden Gencer, Osmanlı modernleşmesinin sosyolojik olarak nasıl kavranabileceğine ilişkin bir yöntem de öneriyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder