25 Aralık 2019 Çarşamba

‘Muazzam bir kitap! Dörtte üçü haşiye’

Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesinde ilgi alanlarının çeşitliliği ve üretkenliği ile seçkin bir yere sahip mütefekkirlerin başında gelir Hilmi Ziya Ülken. 1924 ila 1933 yılları arasında çeşitli şehirlerdeki liselerde tarih, coğrafya, psikoloji ve sosyoloji öğretmenliği yapmasının ardından 1933’teki üniversite reformuyla birlikte İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde akademisyenliğe başlayan Ülken burada kurduğu sosyoloji bölümüyle de dikkatleri üzerinde toplamıştır. Uluslararası Sosyoloji Derneği ISA’nın kurucu üyeliğini ve bir süre başkan yardımcılığını da yapan Ülken için üniversite reformu sırasında Felsefe Bölümü başkanlığına getirilmiş Viyana Çevresi’nin ünlü felsefecilerinden Hans Reichenbach’ın da gerek ilgi çeşitliliğini gerekse bilgi birikimini gözeterek “Bu adam beyin oburluğuna tutulmuş” dediği varittir.
Ülken’in 1942’de yayınladığı Şeytan’la Konuşmalar bir tür hiciv kitabı. Faziletten aklı selime, sıhhat ve aşktan nizam-ı aleme, fikir ve hareketten tefahür ve acze, telif ve tercümelerden şiire, romana, resme, tiyatro ve eleştiriye dek birçok konuda şeytana pabucunu ters giydirecek görüşler ileri sürüyor. Kitap hakkında 1942’de yazdığı bir yazıda düşünce dünyamızın kendi semasındaki başka bir yıldızı Cemil Meriç, Ülken’in karakterize ettiği şeytan tipi ile Hz. Adem’e secde etmeyen isyankâr melek arasında dünyalar kadar fark olduğunu söylüyor. Ülken’in antropomorfizminde ileri giderek karakterize ettiği şeytanı Denis Diderot’nun Rameau’nun Yeğeni adlı eserindeki Rameau’nun yeğeni olduğu tespitini yapıyor ve Ülken’in bu eseri kendine numune seçişindeki isabetliliği de övüyor.
Tercüme kargaşası
Ziya Gökalp’ten “milli Ebussuud” şeklinde bahseden Ülken’in ‘şeytanı’ Türkçede telif olarak bilinen birçok tanınmış eserin Batı’dan yapılmış aşırmalarla (sirkatlerle) dolu olduğunu da vurguluyor. Sözgelimi Peyami Safa’nın Bir Tereddüdün Romanı adlı eserini, Tarih-i Din-i İslam adıyla basılmış eseri, Fuat Köprülü’nün İlk Mutasavvıfları’nı sertçe eleştiren ‘şeytan’ “İlk Mutasavvıflar muazzam bir kitap! Kalın kağıtla dört yüz sahife. Dörtte üçü haşiye, geri kalanının yarısı not. Haşiyeler kitap ismi ve Nefehat, Bosnavi Şerhi gibi kitaplardan nakille dolu; bu tebahhur başka şeydir azizim” diyerek dalgasını da geçiyor.
Şiirden romana, tiyatrodan nesre, fikirden sanata, telif ve tercümeden tembelliğe dek dönemin Türk toplumunda yaşanan meselelere dair benzeri bir bakış açısıyla -şeytani bir bakış açısıyla- eleştiri ve hicivlerini serdeden Ülken’in böylelikle modernleşme tarihimizde ortaya çıkan birçok hercümerce de işaret ettiğini söyleyebiliriz. Ülken, sözgelimi tercüme alanında yaşanan kargaşayı bu bakışla eleştirir. 
Kültürümüze Namık Kemal’den beri kaydolmuş birçok meseleyi, telif ve tercümeyi, ismi, fikri, eseri hicvetmek maksadıyla da olsa konu edinen Ülken’in Yahya Kemal’i neredeyse bir dahi mertebesine yükselttiğine dikkat çeken Cemil Meriç, bunu da onun akademik hayatının dolaylı bir sonucu olarak ortaya çıkan oportünizmine bağlıyor. Yeri gelmişken, Jurnal’inde Hilmi Ziya Ülken’in 1939 yılında Fransızca bir eseri kendisi yazmış gibi yayınlamakla eleştiren Cemil Meriç’in 1942’deki yazısında Şeytanla Konuşmalar hakkında gayet övücü kelimelerle bahsettiğini de vurgulamalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder