15 Ocak 2020 Çarşamba

İnsan kısım kısım yer damar damar

İnsanların topluluk halinde yaşamaları, onların insan olmasının handiyse mütemmim bir cüzüdür. Bir anlamda insanların bir topluluk hayatı sürmeleri, bu topluluklar içinde yapıp eylemeleri onların varlığının ontolojik bir boyutudur. Bu sebeple her insan tekine has bir varlık haricinde bu insan teklerinin her birine bir şekilde iliştirilebilecek bir de topluluk varlığı düşünülebilir. “Başkalarıyla-olan-varlık” diyebileceğimiz bu topluluk varlığına ilişkin felsefi antropoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji ile çeşitli psikoterapi ekollerinin içinde üretilmiş birçok bilimsel bilgi ve çalışma olsa da insanların neden bir topluluk içinde yaşadıklarına dair ikna edici bir bilimsel açıklama ya da cevap neredeyse yoktur. 
Herhangi bir insan topluluğunun ve ilişkisinin olduğu her yerde dolaysız bir şekilde bir ‘organizasyon’, bir ‘hukuk’, bir ‘etik’, bir ‘siyaset’ ve bir ‘psikoloji’nin de ortaya çıkmak zorunda olduğunu düşünen Prof. Dr. Erol Göka, “toplumsal ruhsallık” olarak adlandırılabilecek alanın hem bütün beşeri bilimlerin nesnesi durumunda hem de şimdiye dek hiçbir bilimin nesnesi olamadığına dikkat çekiyor üçüncü baskısı ilk iki baskısından farklılaştırılmış kitabı İnsan Kısım Kısım’da. 
Toplumsal ruhsallık 
İnsanların topluluk içindeki hayatını ele alırken bireyi ve topluluğu (Erol Göka, ‘grup’ diyor) birbirlerine indirgeyen yaklaşımlara itibar etmeyen Göka, birey-topluluk ilişkisinin değişik aşamalarında ortaya çıkan farklı yanları ön planda tutarak birey ve topluluğu diyalektik bir bütün olarak kavramaya gayret ediyor. Uzun yıllardır sürdürdüğü grup psikoterapisinden ve çeşitli psikanaliz teorilerinden de destek alan Göka, birbirinden farklı birçok disiplin tarafından kısmi olarak ele alınan, araştırılan “toplumsal ruhsallık”a mümkün mertebe bütüncül bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor. 
Yansıtmalı özdeşim 
Kitabın birinci bölümünde “insanın grup-varlığına teorik yaklaşımlar”ı tartışan Göka, gündelik hayatta kendiliğinden ve geçici bir şekilde kurulan, yaşayan ve kaybolup giden topluluklardaki yaşantı ve deneyimleri, bu yaşantı ve deneyimleri olumlu ya da olumsuz bir biçimde etkileyen faktörleri grup psikoterapisinin bilgi birikimiyle kitabının ikinci bölümünde çözümlemeye çalışıyor. Teorik yaklaşımları irdelediği ilk bölümde Martin Heidegger, Joel Kovel gibi filozoflardan, Georg Simmel’in sosyolojisinden, sosyal psikolojideki grup teorilerinden, grup psikoterapisinden, kaynağını Freud’den alan ve psikanalizdeki üç ana yönelimden birini oluşturan ve aralarında Melanie Klein, Winnicott, Kohut gibi çeşitli psikanalistlerin bulunduğu nesne ilişkileri teorisine varıncaya kadar “toplumsal ruhsallığı” teorize etmeye imkan sağlayacak çeşitli yaklaşımları inceleyen Göka, insanın grup-varlığıyla ilgili tüm bilgileri kucaklayan bir çerçeve oluşturma gerekliliğini vurguluyor. 
Kitabının ikinci bölümünde insan ilişkilerinde olup biten ve son zamanlarda birçok beşeri bilimcinin de bir şekilde üzerinde durduğu bir konu olan insanların birbirleriyle ilişkilerinde birbirlerine karşı geliştirdikleri psikolojik manevraların mekaniklerinin kavranabilmesi için psikanalizde sık sık başvurulan “yansıtmalı özdeşim” çalışmalarına da değinen Göka, bu özdeşimlerin insanlar ve gruplararası ilişkilerde özel bir yer taşıdığını düşünüyor. 
Özellikle Nuri Bilgin’in Kimlik İnşası adlı kitabını tartıştığı yazı kimliğin hem bireysel, hem toplumsal; verili olmayıp kurulan, inşa edilen taraflarını okura gösterirken, ayrıca kimliğin inşa edilebilmesi için belli bir sosyopsikolojik bagaja da ihtiyaç olduğunu söylüyor. “Öteki” ihtiyacının işlevinin kimlik inşasını aştığını kaydeden Göka, toplumsal bir kimlik oluşumunda kolektif hafıza ve resmi tarihin de gerekli olduğunun altını çiziyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder