26 Mart 2020 Perşembe

Birbirine benzemez filozofların siyasete bakışı

Felsefenin en temelde görünüşte basit ve sorulması kolay ama cevaplanması görünüşteki kolaylık ve basitliğe karşı epey zorlu ve tartışmalı bazı sorulara cevap arayışlarından doğduğu genel bir kabuldür: “Ben kimim? Hayat nedir? Varlık nedir?” gibi sorular içerdikleri genelliklerle düşünme çabalarını zorlar, bu sorulara nasıl cevaplar bulunacağı noktasında farklı düşüncelere sahip insanlar arasında birçok tartışmaya da şahit oluruz.
Felsefenin toplumsal hayata dönük yüzlerinden birini teşkil eden siyaset felsefesinin (diğerleri bilindiği gibi ahlak ve hukuk felsefeleridir) de temelinde benzer soruların olması kaçınılmazdır bir yerde. Mutluluk, adalet ve özgürlüğün nasıl bir toplumda hangi araçlarla sağlanacağına ilişkin soruların kışkırttığı cevap arayışlarından müteşekkildir siyaset felsefesi diyebileceğimiz düşünme çabasının ana gövdesi. Toplumsal yaşamın düzenlenmesinden toplumu yönetecek idari sistemin nasıl oluşturulması gerektiğine, devletin ödev ve sınırlarına dair insan pratiğine yönelik birçok mesele siyaset felsefesi içerisinde tartışılır.

İnsanın kendilik tanımı
Bu felsefelerde temel teorik meseleler bir karara bağlanmasının ardından, demem o ki mutluluk, özgürlük ve adalet gibi kavramların ne anlama geldiği hususunda bir karara varılmasının ardından daha pratiğe dönük çözüm arayışları da gündeme gelir. Ancak mutluluğun ne olduğu gösterilebildiğinde bu mutluluğun artırılmasının yolları soruşturulabilir çünkü. Ya da adalet ve eşitliğin ne olduğu gösterilmeden onların en iyi şekilde nasıl sağlanacağı konusu hep şüpheli kalacaktır. Taşıdığı tüm pratik amaçlara karşın, siyaset felsefesinin eşitlik, ihtiyaçlar, menfaatler, refah ve insan doğası hakkındaki daha temel sayabileceğimiz meselelere yönelik kurucu ilgisi sürer.
Belki de bu siyasetin insanın toplumsal varlığının temel bileşenlerinden biri olması dolayısıyladır. Çünkü sosyolojinin kurucu babalarından biri kabul edilen Durkheim’ın iddialarına da konu olduğu üzere insanlar toplumsal kurallar ve uzlaşımlar yoluyla kendilerini kurar, tanımlar ve hatta oluştururlar.
Ekonomi, felsefe ve sosyolojiyle yetinmeyip siyaset biliminin temel verilerini de kullanarak birkaç güçlü ve etkili siyasal düşünceyi tarihsel ve coğrafi bakımdan birbirine benzemez görünen filozoflar etrafında tartışan bir kitap Martin Cohen’in Platon’dan Mao’ya Siyaset Felsefesi. Platon’un önerdiği ‘adalet’ sorununa yönelik önerdiği çözümün çerçevesinden Konfüçyüs’ün ödev anlayışına, Aristoteles’in ayrımcılığa ilişkin sunduğu gerekçeden Hobbes’un ‘özgürlük’ kavrayışına ve Locke’nin ‘devredilemez’ gördüğü insan haklarına kadar birçok kavram ve konuyu teknik ve toplumsal bağlamı içerisinde yorumlayan Cohen, kitabında bizi epey geniş ve kapsamlı bir güzergahta yolculuğa çıkarıyor. Uzak Doğu’daki Çin imparatorluğundan başlayan bu seyahat boyunca antik Yunan’ın şehir devletlerine, Machiavelli’nin İtalya’sına, Hobbes’un Leviathan’ının ve Locke’un insan haklarının İngiltere’sine, yirminci yüzyılın Fransa, Almanya ve Rusya’sına kadar birçok uğraktan geçiyoruz. Cohen’in Mao’nun Kırmızı Kitap’ıyla bitirdiğini vurgulamalı. Ele aldığı her düşünce ve filozofu kendi toplumsal ve tarihsel bağlamına yerleştirmeye de özen gösteren Cohen, aynı meselenin farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda aldığı yeni şekilleri de gösteriyor. Siyaset felsefesinin temel konularını bazen filozofların temel ilgi alanlarını ve konu çeşitliliklerini kısıtlayarak da olsa irdeleyen Cohen’in kitabı birçok bakımdan bu felsefe türüne bir giriş niteliği de taşıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder