1 Mart 2020 Pazar

Bilim, bilgi ve din üzerine kısa bir söyleşi

İslam, bilime uygun olmak zorunda mıdır?
Vahyedilmiş hiçbir din (daha doğrusu ed-Din olarak İslam) insanların zanları, tasavvurları, arzuları, bildikleri etrafında ördükleri herhangi bir yapıya ne uygun olmak ne de olmamak zorundadır. Daha doğrusu bizatihi böyle bir uygun olmak olmamak tarzı seçenekler, vahy sözkonusu olunca göz önüne alınası şeylerden değildir. Çünkü sırf insan bilgisi tabiatı icabı değişkenlik gösterir, çağdan çağa, toplumdan topluma bu değişim ve değişkenlikleri biliyoruz. Evrensel, dini de aşan bir bilgi tasavvuru; bu bilgi onu dile getirenin ufkuna mahkum olduğu için mümkün olmayan bir şeydir. Bilimin şu görüşü İslam'a uygun bu görüşü değil tarzı yargılar da bilimin herhangi bir konuda nihai hükmü olmayacağı, en azından böyle bir yargı kevni alem için vaz edilemeyeceği, bizzat bu bilgi sahibi kişi de yaradılmış olduğu için gayet açık bir husustur. Ama bunlardan dolayı İslam'ın bilime uygun olmadığı, aykırı düştüğü de savlanamaz; çünkü, kesin olmayan bir bilgi ile kesin olan bir bilgiyi birbiriyle kıyas etmek hatadır.

İslam'ın bilime uygun olduğunu savunanlar neleri gözden kaçırıyorlar?
İslamın bilmeye, doğru bilgilenmeye büyük önem atfettiği doğru. Ancak, kökünde bu türden bir endişe taşımayan, bilgilenmeyi öncelikli addeden her görüşte belli bir hata payı olduğunu da söylemeli. İslam zaman zaman modern bilimin savladıklarıyla zıtlaşabilir, zaman zaman bu savlardan bazılarıyla uyuşabilir. Bu tür örneklerden yola çıkarak genel bir uzlaşma ya da zıtlaşma öngörmek pek mantıklı değildir. İlk gözden kaçan bu. Ayrıca maneviyat içermeyen herhangi bir bilgi türünün de sadece yaşadığımız hayatlarla ilgili olması yüzünden nihai kertede zanni olmaktan kurtulacağını ummamalıyız. Sonuçta kaynağı tamamen insana dayalı bilgi zanni ve kesin olmayan türden bir bilgidir, isterse bu bilgi bizim atom bombası patlatmamızı sağlasın.

Modern bilim ile klasik çağda bilimin Batı'da ve Doğu'da bir farkı var mı?
Klasik çağ bilimi ile modern bilim arasındaki en önemli fark belki dünya tasavvurlarında yatar. Klasik çağda gerek doğuda gerekse batıda doğru ya da yanlış bir şekilde insanlar bilme tarz ve faaliyetlerini vahye, metafiziğe, beşeri aşan üstün bir güce dayandırırlardı. Modern bilim ise doğayı aydınlatan ışık kabul ettiği insan aklını, gözlem vb. yöntemleri bilimsel bilginin doğruluk ya da yanlışlığını belirleyecek kriter olarak kabul etti. Doğruluk ya da yanlışlığın ölçütü beşere, beşerî melekelere indirgenince ne yaparsanız yapın metafizik alanla bilgi arasındaki her türlü irtibatı koparmış oluyordunuz.  Klasik çağdaki bilimsel faaliyetlerle modern bilim arasındaki en önemli fark burada, belirgin bir metafizik yokluğunda. Gerçi modern bilimin de ne kadar inkar ederse etsin bir metafiziğe yaslı olduğunu biliyoruz. Ancak bu metafizik deyim yerindeyse insan heva ve hevesini ölçüt haline dönüştüren bir metafizik. Miyarı insan heva ve hevesi. Yani aslında metafizik olmayan bir metafizik, çakma bir metafizik.

“Bilim ile ilim aynı şey” diyenler. Bilim ile ilim aynı şey mi?
Bilim ile ilim elbette aynı değil. Biri "Rabbi yessir velatü assir rabbi temmim bil hayr" denerek bilginin ve öğrenmenin kökü ve kaynağını dosdoğru belirleyen bir bakışa işaret ederken diğeri sadece insanın meleke ve öğrenme kapasitesine dayanıyor. Yine ilmi bilgiler, ne kadar değişirse değişsinler belli bir istikrarı bize yansıtıyor; bilim ise dün ak dediğine bugün kara diyebiliyor pekala. Bilimsel bilginin arttığı iddialarına da kuşkuyla yaklaşıyorum.

”Bilimi benimsemek bizi pozitivist bir din algısına hapseder” diyenler var. Pozitivizm zararlı mıdır, zararı nedir pozitivizmin?
Bilimi benimsemek ya da benimsememek herhangi bir ideolojik bakışa götürmez haddi zatında. Pozitivist bilim algısı da ondokuzuncu yüzyılın bir algısı, bütün modern çağa özgü değil. Hatta pozitivizmin fikir babası Auguste Comte'un felsefesinin batıda yeterince benimsenmemesi dolayısıyla epey bir üzgünlük hissettiği de rivayetler arasında. Demem o ki pozitivizm modern bilimden yola çıkan felsefelerden herhangi birisi, onlardan ne bir gram eksik ne de fazla. Hatta belki çok da ham. Bir yüzyıl bile dayanamamış bir yaklaşım. Sahi, hâlâ pozitivist olan var mı?

”Batının bilimini İslamileştirmeliyiz” diyenler ne yapmak istedi, neyi yanlış yaptılar?
Batının bilimini değilse bile bilgisini İslami bir çerçeveye uyarlamaya çalışanlar oldu. Ancak klasik İslami çerçevenin bugün bizim için, sürdüğümüz hayatlar için, içinde yaşadığımız toplumlar ve dünya için canlılığı kaybolmaya yüz tuttuğundan dolayı öncelikle bu çerçevenin nelerden nasıl oluştuğunun sorgulanması gerekiyordu. Epey zahmetli, uzun soluklu çalışmalar, projeler gerekiyordu bunun için.  Allah şehadetini hepimiz için makbul kılsın, ünlü Filistinli düşünür İsmail Raci Faruki'nin 'Bilginin İslamileştirilmesi' diye bir projesi vardı. Faruki'nin projesi doğa bilimleri alanında değil de sosyal bilimler alanında varitti. Bu yolda birçok eser de kaleme alındı. En azından Müslümanlar kendi toplumları hakkında yeni bakış açıları üretmeleri gerektiği konusunda bir bilinç sahibi oldular bu sayede. Tabii ki 'Bilginin İslamileştirilmesi' projesi bu yoldaki birçok çaba gibi birtakım eleştirilere maruz kaldı. Sözgelimi Ziyaüddin Serdar, paradigmatik farklılıkları ıskaladığını düşünüyordu Faruki'nin. Batılı açıklama modellerinin İslamileştirilmesi mümkün olmayan bir şeydi Serdar için.

Batıdaki bilim eleştirileri ile Müslüman entelektüellerin ve ulemanın bilim eleştirilerinin arasında temelde ne gibi farklar vardır?
Ziyaüddin Serdar gibi 'bilim gazetecileri'nden Nakip El Attas, Osman Bakar, Seyyid Hüseyin Nasr'a kadar birçok çağdaş Müslüman düşünürün farklı bakış açılarıyla da olsa İslami bir bilimin mümkün olduğunu savunanların modern bilimi eleştirerek işe başladıklarını biliyoruz.  Bu düşünürlerin kendi eleştirilerinde Batıda 20. yüzyılda gelişen bilim tarihi ve bilim felsefesi çalışmalarından etkilendiklerini de görüyoruz. Batıdaki bilim eleştirilerinin büyük bölümü 1900'lü yılların başında Almanya'da gelişen ve sosyal bilimlerin en azından birer disiplin olarak kuruluş felsefeleri bakımından doğa bilimlerinden farklı bir  yönteme ve araştırma programlarına bağlı kalması gerektiğini savunanlara kadar uzatılabilecek tarihsel bir arka plana sahip. Batıdaki bilim tartışmalarının bilimsel bilginin toplumsal statüsü, bilim ve toplum ilişkileri gibi daha operasyonel, faydacı, toplumsal organizasyonu önceleyen bir işlevi varken Müslüman düşünürlerin Batı bilimine yönelttikleri eleştirilerde ister istemez hayati bir endişenin de olduğunu görebiliyorsunuz. Çünkü Batı ile tarihsel anlamda ölüm kalım savaşına girmiş Müslüman dünya için batının en önemli silahı hâlâ bilimi olarak görünüyor.

Batının ilmini alalım, ahlakını almayalım yaklaşımı bize neler kaybettirdi?
Az önce söylediğim gibi Batının en önemli silahı 'bilim' olarak görününce ister istemez bu silahtan edinmek zorunda hissediyorsunuz kendinizi, en azından böylece varlığınızı daha rahat savunabileceğinizi vehmediyorsunuz. Ayrıca, bahsettiğiniz yaklaşım formüle edilirken Müslümanlar öyle şedit bir sel dalgasıyla karşı karşıya kalmışlardı ki, mutlaka bir şeyler alınmalıydı düşmandan. İçinde bulunduğumuz hali düzeltmenin yolu olarak göründü bilim. Ahlaken teslim olmadık ama bilgilerimizi batıdan devşirdik. Doğrusu bilgi ile ahlak arasındaki sıkı irtibatı da gözden kaybettik bu süreçte. Halbuki bu öneriyi getirenler tam da olacakları sezmiş gibi ısrarla vurgulamışlardı: Batı'nın sadece bilimini alalım, ahlakını değil! Sonuçta bir şeyler almaya mecburduk, bari bu mecburiyetimizden kârlı çıkalım diye düşündüler kimbilir. Süreçte elbette en çok kendimize duyduğumuz özgüvenimiz azaldı. Gelenekle beslenmeyen, sadece yeniyi, farklıyı arayan bir kuşak ortaya çıktı. Yenilikleri deneyimlemek her zaman iyi değildir. Eşyaya nüfuz etme yollarımızdan ödün verdik, eşya ile kurduğumuz ahlaki irtibatı yitirdik.

Bu alanda okumalar yapmak isteyen bir genç hangi kitapları ve düşünürleri es geçmemeli?
Seyyid Hüseyin Nasr'ın İslam ve İlim'i, Osman Bakar, Nakip el-Attas'ın eserleri, Fuat Sezgin'in İslam Bilim Tarihi'ni konu edinen eserleri asla ıskalanmamalı. Bunun yanısıra Koyre, Kuhn, Feyerabend gibi bilim tarihçisi ve bilim felsefecilerinin yazdıkları da ilgiye değerdir. Merhum Şakir Kocabaş'ın İfadelerin Gramatik Ayrımı unutulmamalı, tabii bu konularda ilk okumalarını yapacak gençlere de bulabilirlerse İlhan Kutluer'in Modern Bilimin Arkaplanı kitabı ile Fritjof Capra'nın Batı Biliminin Dönüm Noktası kitaplarını okumalarını tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder