29 Şubat 2020 Cumartesi

Ben kimim? Kendinden kendine sefer nasıl olur?

Osmanlı devletinin son devirlerinde Avrupalılaşma ile başlayan kültürel değişimin en iyi takip edilebildiği kaynak elbette döneme ait fikir yazıları ve Batı felsefesine Osmanlı münevverlerinin gösterdiği yoğun ilgidir. Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de “felsefe çığırı”nı açan kişi olarak nitelediği Rıza Tevfik, bu dönemin en önemli ve ilginç şahsiyetleri arasında yer almakla kalmaz, aynı zamanda kendisine uygun gördüğü ‘feylesof’ mahlasıyla birlikte arkasında ciddi bir entelektüel miras bırakmayı da başarır. Feylesofluğu kadar şairliğiyle de tanınan Rıza Tevfik’in ‘şiir-felsefe’ ilişkisiyle ilgili ciddi metinler de kaleme aldığını biliyoruz. Bu metinler arasında ‘milli mefahirimiz’ saydığı Abdülhak Hamid hakkında ve Mahmud Şebüsteri’nin Gülşen-i Raz’ı hakkında yazdıkları başta gelir.
Rıza Tevfik’i şiir-felsefe ilişkisi hakkında ciddi anlamda kafa yormaya iten sebeplerin başında elbette dönemin hâkim düşünceleri doğrultusunda Türk mütefekkirlerinin materyalist-pozitivist felsefelerin etkilerine açıklığına en azından klasik İslam-Osmanlı şiirini tasavvufi-dini düşünce kalıplarıyla birlikte ve ayrıca Batılı felsefe geleneği içinden okuma arzusu, yani Batılı felsefenin meselelerini, tartışmalarını klasik İslam-Osmanlı kültürüyle yüzleştirme gayreti gelir. Rıza Tevfik’in bu yüzleştirme çabaları esnasında Abdülhak Hamid, Oğlanlar Dergâhı Postnişini İbrahim Efendi gibi isimlerin yanısıra başvurduğu önemli isimlerden biri de klasik dönem tasavvuf şiirinin şaheserleri arasında yer alan Gülşen-i Raz ve onun müellifi Mahmud Şebüsteri’dir. İbrahim Efendi hakkında yazdıklarıyla Batı’dan gelen Bergsonizm dalgasına mistik bir mahiyet kazandırmaya uğraşan Rıza Tevfik, tasavvufun temel konu, kavram ve ilkelerinin tümüne yakınını özet ve veciz bir şekilde ele alan Gülşen-i Raz’ın müellifi Şebüsteri’yi de Batılı filozoflarla mukayese ederek çoğu kez onlardan üstün tutmuştur.
Felsefe aleyhtarı
Gülşen-i Raz, Mahmud Şebüsteri’nin Emir Hüseyni’nin kendisine yönelttiği bir rivayete göre 15, başka bir rivayete göre 17 soruluk bir sualnameye mesnevi tarzında verdiği bir cevapnameden müteşekkildir. Sualnamenin ilk üç sorusu “Tefekkür nedir? Tefekkür niçin bazen kulluk bazen suç olur? Ben kimim ve kendinden kendine sefer nasıl olur?” şeklinde ‘tefekkür’ konusuna hasredilmiştir. Diğer sorular da bu ilk üç sorunun açtığı yolda tasavvufi kavram ve metaforlara tahsislidir. Felsefe, Kelam ve Tasavvuf sahalarında şiddetli tartışmalara açık bir mahiyet sergileyen bu sorulara Mahmud Şebüsteri’nin verdiği cevaplardan müteşekkil Gülşen-i Raz, tasavvuf klasikleri arasında yer almış ve hatta İbn Arabi’nin Füsusul Hikem’i ile Mevlana’nın Mesnevi’si gibi çok sevilen, sık sık şerh edilen bir metne dönüşmüştür. Şebüsteri’nin “Tefekkür nedir?” şeklinde yöneltilen ilk soruya verdiği 40 beyitlik cevapta akıl, mantık, kıyas ve felsefe aleyhinde birçok eleştirisi de yer alır. Felsefe aleyhine birçok beyitin bulunduğu bir tasavvuf klasiğini felsefi açıdan överek ele alan Rıza Tevfik’in ‘tetebbuat’ının bu açıdan da epey ilginç olduğu söylenebilir.
Gülşen-i Raz Hakkında Tetebbuat-ı Felsefiyye’yi yayına hazırlayan Kemal Kahramanoğlu ve Ali Utku’nun yayınlanmalarının üstünden yaklaşık 100 yıl geçmiş bu felsefi incelemelerin nasıl okunması gerektiğine ilişkin giriş yazısıyla birlikte Gülşen-i Raz üstüne bağımsız bir kitap telif eden Dr. Muammer Cengiz’in bir yazısı da kitabı oluşturan metinler arasında yer alıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder