2 Şubat 2020 Pazar

ŞİİR OKUMA GÜNLÜĞÜ-6


Şiir neyi simgeler, hayat neye anlam verir?
“Şiir, bizim neyi simgelediğini bilmeden de hayatımız içinde anlamlandırabildiğimiz, neyi simgelediğini bildiğimiz zaman da anlamlı oluşundan bir şey kaybetmeyen metindir" diyor İsmet Özel. Şiirin sürekli hayatımızda anlamlı bir yerde durduğunu vurguluyor bu sözü elbette Özel'in.
Peki ama her şiirin aynı şekilde anlamlı olduğunu söylemek mümkün mü? Yoksa anlamlılık şiir olma haysiyetini bize ispatlayan şiirlere, yani başka bir söyleyişle bizatihi şiir ideasına mı ait? Her şiirin bir şekilde anlamlı bulunabileceği muhakkak elbette. Ama bir metnin şiir oluşuna kim nasıl karar verecek? Şiir olarak yazılan her metnin bize, hayatımıza dokunmadığı gerçeğinden yola çıkarak sözgelimi hayatımızda yer tutmayan, bu hayat içinde herhangi bir anlama gelmeyen, ya da bizim bütün uğraşlarımıza karşın böyle bir anlama getiremediğimiz bazı metinlere de şiir demeli miyiz? Bizde mi, yoksa bu tür metinlerin "şiir-oluş" şekillerinde mi yetersizlik aramalıyız? Yaygın beğeninin şiir olarak kabul ettiği, ama bizim çoğu kez "zırva" ya da “saçma” olarak nitelediğimiz metinlere ne demeli peki? Hiç rast gelmedik mi böyle metinlere? Neyi simgelediğinden habersiz olduğumuz; belli bir edebi kamu, çevre ya da grubun ise bizim aksimize ısrarla gündemde tutmaya çalıştığı, onların kendileri için epey simgevî, epey anlamlı saydıkları metinler yok mu hiç? Tek tek şiirler ile “Şiir-oluş” diyebileceğimiz şeyin ideal özünü simgeleyen “Şiir” arasındaki farktan mı neş’et ediyor acaba bütün bunlar. Şiir-oluş, tek tek şiirlerde kendini nasıl serimliyor, sergiliyor yahut? Hayatımız içinde anlamlandıramadığımız metinleri hemence şiir dışına itmek en kolay yol belki. Halbuki onlar, belki öyle şiirlerdir ki, hayatımızdaki "anlam yokluğu"nu bize gösteriyorlardır. Bu şiirlerin, hatta doğrudan bir idea olarak şiirin bile bizim sürdüregeldiğimiz hayatlarda herhangi bir anlama gelmemesi onların değil, belki de sürdüregeldiğimiz hayatların bir yetersizliğidir. Bu pekâlâ mümkündür. O şiirlere hayatımızda herhangi bir yer açmayışımız ya da o şiirlerin hayatımızda kendilerine uygun bir yeri tutamayışları, doğrudan onların şiir-oluşlarından mı kuşkulanmamızı gerektirir? Ya hayatımızda hiç farkına varmadığımız, o şiirleri okumakla da farkına varamayacağımız bir aksaklık varsa ve biz hayatımızda herhangi bir aksaklık olduğunu düşünmüyorsak? Hayatında her şeyin yolunda gittiğini düşünen herhangi birinin şiir okumayacağını mı, okusa bile hayatı içinde o şiiri anlamlandırmayacağını mı savlamış oluyoruz böylece? Belki.

Bu “belki”yle birlikte İsmet Özel'e ait sözdeki "trajik" boyutu fark etmeye başlıyoruz: Şiir hep bizim hayatımızda bir şeylerin yanlış gittiğini fark ettiğimizde bir anlama kavuşan ya da hayatımızda bir şeylerin yanlış gittiğini bize fark ettiren metinlerin bir hususiyeti. Hayatlarında her şey düzgün giden insanların şiire başvurmaya ihtiyaç duymayacaklarını mı söylüyoruz? Bunu da ilk elden ileri sürmek mümkün değil elbette. Pekâlâ hayatında her şey düzgün giden biri de şiir okuyabilir, şiire hayatında bir yer açabilir. Hatta şiirin neyi simgelediğini bilsin bilmesin, ‘şiir okuma’ eylemini sırf “zevk uğruna”, “hayatın tadını çıkarmak” için gerçekleştiriyor; şiire bundan başkaca bir anlam atfetmeye çalışmayı da beyhude bir çaba addediyordur kimbilir. Bütün bu saydığımız ihtimallerden ayrı olarak ya tümden aramızdaki bazıları “şiirsiz” hayatları yeğlemişse? Ya hayatlarındaki anlamı tecrübe etme bakımından onlar için şiirin hiçbir değeri yoksa? Şiir okumayı “boş işle meşgul olmak” olarak bile görenler yok mu?
Şiirin hep bir şeyleri simgelediğini baştan varsayıyor İsmet Özel bu sözleri sarf ederken. Hatta şiirin en önemli hususiyetinin bir şeyleri simgelediği kabulü, neyin simgelendiğini bilsek de bilmesek de şiiri hayatımız içinde şu ya da bu şekilde anlamlandırmaya çalıştığımıza da işaret ediyor. Hayatlarında şiire yer açmayan ya da hayatlarında şiire yer olmayan, böyle bir yeri şiire tahsis etmeyen kişiler ise benzeri bir çaba ve gayrete de gerek duymayan kişiler. Onların hayatlarında şiire yer yoktur, zira onların hayatı zaten başka şeylerle tıka basa doludur. (12 Kasım 2018)

Şiir tarif edilebilir mi?
Asaf Halet Çelebi şiiri “Kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey” saymaz. Çelebi elbette hemence ibare ve ifade arasındaki anlam farklılığı vurgulanarak eleştirilebilir. Ama onun ‘kelimeler’ ile ‘büyük bir kelime’ deyişinin ilki ibare, ikincisinin de ifade anlamına geldiği düşünülürse kasdı kısmen kavranabilir. İbareler, yani kelimeler de kendi başlarına anlamlıdır; onların uygun bileşimleriyle ifadeye ulaşırız, bu ifadeyi de ilk haldekine benzerf bir biçimde yeni bir ibare addetmekte pek bir beis yoktur şimdilik. Sonuçta ibareyi eksik kalmış ifade olarak niteleyebiliriz pekâlâ, ya da bunun tersine, bir ifadenin ihtiva ettiği ibarelerdeki anlamı tamamlayıcı bir işlevi olduğunu sürebiliriz. Bu anlamlandırma düzeninde tek tek şiirleri de birer ibare olarak kavramak mümkün. Sözgelimi “Türk şiiri” dediğimizde olan budur; tek tek Türkçe’de yazılan bütün şiirleri içeren bir ifadeye sahiptir bu deyişimiz. Demek ki şiiri parçalarıyla, ihtiva ettiği anlamla ya da şekille açıklamak mümkünse de tarif etmek pek mümkün değildir. (5 Ocak 2019)

Şiir imkansızı ihlal ederek yeni mümkünler oluşturur
İmkânsızın İhlali 2000'li yıllarda yazdığı şiirlerle ön plana çıkan şair Furkan Çalışkan'ın yenilerde yayınlanmış bir "poetika kitabı." İmkânsızın İhlali, üç kitaplık bir çalışmanın ilk durağı. Bu kitapta ele aldığı şiirlerle modern şiirdeki teknik çeşitliliği ve kavram kullanımını izah etmeyi amaçlayan Çalışkan, İmkânsızı İhlal'i izleyecek ikinci kitapta, düşünce sistematiklerini kuran şairlerin yine bir şiirlerinden hareketle bütün içindeki en küçük birimin temsilini araştıracağını, üçüncü kitapta ise 2000 kuşağını ele alacağını vaat ediyor. İmkânsızı İhlal'de bilhassa şairleri değil, şiirleri seçiyor Çalışkan; böylelikle biyografik arka planlardan da kendini kurtarmayı başarıyor.
Kitabına önsöz yerine yazdığı İmkânsızın İhlali başlıklı yazısında Çalışkan, modern şiirin "yeni dinamikleri"ni soruşturuyor. Ona göre, "absürt ile aşırı-gerçeklik arasında atom parçacıkları gibi hareketli kelimeler bir söylem haritası meydana getirir. Kelimenin yeni bir ses değeri kazanması, uğultunun müzikal bir kararsızlık içinde ritme dönüşme eğilimi, anlamın imkânsızı ihlali" de modern şiirin yeni dinamikleridir.
Şiiri hem "tarihin ebesi" hem de "zamanının çocuğu" sayan bakış açısıyla Çalışkan onun "kelimenin kendi aklını, bütünün poetik mimarisini, sesin akan ve biriken kütlesini talep" ettiğini de ileri sürüyor. Valery'nin modern şairi tek bir hummalı gecede bütün bir şiir yazan dağınık bir çılgın değil; ince bir hayalci olarakhizmet eden sakin bir bilimci, hatta bir cebircidir; niteleyişine dikkat çeken ve şiirin melankolik ilgisizliğin yeni aksanlarıyla yetinemeyecek kadar müdahil bir sese sahip olması gerektiğini düşünen Çalışkan, belki de böylelikle, imkansızı ihlalinin mümkünün tanımını değiştireceğine kail oluyor.
İleriki zamanlarda Çalışkan'ın bu yazıda ileri sürdüğü düşünceleri daha ayrıntılı bir şekilde ele almayı, değerlendirmeyi umuyorum başarabilirim. Ama ilk elden Çalışkan'ın şairler yerine şiirlerden hareket etmeyi yeğlemesini olumlu bulduğumu söylemeliyim. Aslolan şair değil, şiirdir çünkü. (18 Ekim 2019)

Temmuz, Ocak 2020, sayı 39.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder