26 Mayıs 2020 Salı

MODERN ŞAİRİN AÇMAZI



Modern zihnin bütün önemli etkinliklerinin altında “yenilik” fikri yatar. Modernlik için yenilik, kendisine tesadüfen ulaşılan bir farklılık değil; kasten, bile isteye, iradi olarak elde edilen bir etkidir. Yenilik fikrinin ayırt edici boyutu, yani “yeniliği” modern zihne ait bu niyette, bu yönelimsellikte açığa çıkar. Buna rağmen modern zihni “buluşçu” bir zihin olarak düşünmek de pek mümkün değildir. Onun yenilik niyeti ve yönelimi, eskinin kıstaslarıyla salt bir uyuşmazlık halinden ya da büsbütün selefleri ile arasındaki tüm irtibatı koparmasından neşet etmez sözgelimi. Her ne kadar Edgar Morin, Aşk, Şiir ve Bilgelik kitabında, “şiir alanındaki gerçek bir yeniliğin hemen her zaman köklere dönerek ortaya konduğunu” savlasa da modern zihin, yeniyi eski ile ilişkisi içinde yeni olarak tanıma gayretinde olduğu için, “kök” ve “köken” fikrinin (Nietzsche’nin “köken canavarı” olarak adlandırmayı tercih ettiği ve tarihsel akışı düzleştirici bir biçimde ele almayı öneren bu fikrin) modern zihin için bir araç değerine sahip olması bile yeninin estetik idrakteki yerine ilişkin tartışmalarda yeterince anlamlı bulunacaktır.
Çünkü modern zihin yeniyi iyi olduğu için değil, yeniyi iyi saydığı için tercih eder. Modern zihin böylelikle alışılmışın, kalıplaşmışın, klişenin sınırlarının zorlanabileceğini umar. Onun kök ve köken düşüncesinin altında bile bu umut yatar. Modern zihnin bu umudu, “şimdiki zamanın kahramansılaştırılması istencinde” (Michel Foucault), şimdiki zamana ait ham deneyimin çapaklı görkeminde kendi karşılığını aramaya yazgılıdır. “Kök” ve “köken” fikri şimdiki anın rasyonel tarzda haklılaştırılmasının bir yolu ve vesilesidir. Eskilerin bikr-i manası ve mazmunu ile modern zamanlardaki deneyimin bakir ve zengin madenleri bu anlamda birbiriyle çatışır. Eskilerin bikr-i manası, söylenmişin esas alınarak, söylenmişe kıyasla söylenmemiş olana açılan geçitleri soruşturma jestiyken; modern zihin, yaşanan her anın bir öncekinden özsel olarak farklı oluşunun -kendiliğinden- şu anda söylenmekte olanın, şimdiye dek söylenmiş olandan farklılaşmasına yol açacağına ilişkin bir önbilince, önbilgiye, önyargıya, hatta belli belirsiz bir önumuda zaten sahiptir. Geleneksel zihin eskiyi kıstas alarak yeniyi yorumlarken, modern zihin yeniyi esas tutarak eskiyi eleştirmektedir. Dolayısıyla modern zihnin “güneşin altında söylenmemiş hiçbir şey yok” darb-ı meseline düşeceği kayıt basitçe şu olacaktır: “Bu darb-ı meselin yaşadığımız anda söyleniyor/tekrarlanıyor olmasındadır yenilik, bizi bu darb-ı meseli söylemeye/tekrarlamaya iten zamansal/bağlamsal deneyim ve saiktir yeni sayılması gereken şey.” Modern zihin seleflerinin söylediklerini tekrarlarken bile onlara temporal bir yenilik, bir ivme, onların söyleniş biçimlerinde bir farklılık oluşturmayı ihmal etmeyecektir. Sözgelimi İsmet Özel 1988 yılına ait bir söyleşisinde Türk şiirinde artık yapılacak bir yeniliğin ya da avangard atılımın şansını klasik formlarda denemesi gerektiğini önerirken bu bakımdan son derece tutarlıdır.
Geleneksel zihin, bikr-i mananın, geleneksel hayatı örgüleyen “büyük anlam”ın şimdiye dek fark edilmemiş, fark edilmişse bile dile getirilmemiş bir yanının, bir çeşitlemesinin, hatta bir cilvesinin şaire özgü, zarif bir ikrarıdır. Bu yanıyla, asla söz konusu genel anlamın dışına çıkmaz, onunla çatışmaz ya da rekabet etmez; bu yüzden, bikr-i mana içeren sözün kudreti, büyük anlamın ezeli doğruluğunun şaire özgü öznellik aracılığıyla bir tasdikinden neşet eder. Bikr-i mana geleneksel sözel hakikatin ve semantik potansiyelin sınırlarını asla aşmaz, bu sınırları zorlamaz bile. Geleneksel zihin yaşanan anın, bir önceki âna kıyasla farklı hiçbir yanının bulunmadığına kanidir her zaman. Bu an, bir önceki anın devamı değil; belki bir kopyasıdır. Geleneksel zihnin zaman kavrayışı çevrimsel ve bu çevrimselliğe uygun bir biçimde atomcudur. Geleneksel zihnin bikr-i manası için önemli olan, şimdiye dek hep aynı şekilde deneyimlenmiş ve şimdi de aynı biçimde deneyimlenebilir sayılması gereken büyük anlamın tezyinidir. Geleneksel zihnin mazmunlara ve klişelere yaslanış biçimi de bu anlamda ifadenin kudretini artırıcı, büyük anlamın dile getirilişine ilişkin zarif çeşitlemelerdeki uyumu ve güzelliği koruyucu bir saike işaret eder. Geleneksel şiirdeki bikr-i mana, geleneksel şiirin semantik potansiyelinin kendi kendini doğrulamasının, yeniden üretmesinin bir vesilesidir bu yüzden. Klasik form hemen her zaman bu şiirlerde şairin yaratıcı dimağını geri plana iter, hatta onun yerini işgal eder, bazen onun namına konuşur.
Oysa modern zihin, şimdiyi ve şimdiki ânı, “zamanın mutlak bu’su” (G. W. F. Hegel) saymaya eğilimlidir. Yaratıcı dimağa etkin roller bulmayı amaçlar her zaman. Şimdiki an, modern zihin için, kendisine kayıtsız, kendi dışına çıkarak ya da kendi dışında kalarak bir başkasıyla ilişki kuracak bir ayrımı da ifade etmez. Bir ayırımdır gerçi; ama geçmiş anların üst üste binerek oluşturduğu bir sürecin bir sonucu ve sınırı sayılması gereken bir ayırım. Bütün önceki anları mündemiç ve buna rağmden (belki de bu yüzden) bütün önceki anların fevkinde bir an. O, kendisiyle kurduğu bu negatif dolayım aracılığıyla başkasını (dünyayı, toplumu) anlamaya eğilimli bir zatiyettir. Logosu (kelamı) zaman (insan) ile özdeşleştiren Hegel bu açıdan da modern zihnin tipik bir örneğidir. Dolayısıyla bu âna özgü deneyimin dile getirilişi, “özünde”, önceki anlara özgü deneyimlerin dile getirilişine nazaran yeni olmak mecburiyetindedir. Dahası modern(ist) zihin, “şimdiki an”ı tüm önceki anların bir olumsuzlaması addedecek, kendisinin kökeni olarak belirlediği bütün bu anlara nazaran mümtaz bir nihai ontolojik konuma kaygısızca kurulacaktır. Modern zihin için tüm önceki anlar, bağımsız, kendinde anlar olmaktan ziyade, şimdiki anı gai-i illet olarak bünyelerinde taşıyan bütünlüklerdir zira. Şimdiki an, önceki anlarda içerilen bütün imkanların ulaşmayı hedeflediği bir neticedir. Hemen her zaman son aşamayı kayıran, onu yüceleştiren, tarihsel tekamülün zirvesine yerleştiren bir bakış açısına sahiptir modern zihin.
Modern zihnin kutsayıp vaftiz ettiği yenilik ve tazelik, sadece şimdiye dek ifade edilmemiş veya ifade edilemez olanın şimdide ifade edilmesinden değil, aynı zamanda şimdiye dek yaşanmamış veya yaşanamaz olanın şimdide yaşanmasından da kaynaklanır. Dolayısıyla şimdiki an, geçmişin yegâne varolabilme imkanıdır; geçmişte yaşanamaz olan bile şimdide yaşanır. Aynı şekilde yeni birr şiir, bütün önceki şiirlerin bir olumsuzlanışını da içerir. Paul Valery, “her zaman  yazabilecek olduğumu hiçbir zaman yazmam” derken -zımnen de olsa- her zaman yazılabilecek olanın yazılmaya değmeyecek olan sayılması gerektiğini ifade eder. Valery’nin “saf şiir”i ya da ustası Mallarme’ın “Büyük Eser”i, “yazılamayacak olan”a dair yapılan büyük bir güzellemeden ibarettir: Övülesi acemiliğin övgüye değer olmayan bir kabulü.
Bununla birlikte modern zihin açısından mesele, sadece bu imkansızlıktan ibaret değildir. Çünkü Mallarme, Büyük Eser’in tek bir bireyin eseri olamayacağına kanidir. Büyük Eser handiyse mitolojik-tarihsel İskenderiye Kütüphanesi’nin bir pastişidir. Dolayısıyla Büyük Eser’in asla ve kat’a yazılamaz olmasına ilişkin fantezi (çünkü modern kültür, hemen her şeyin yazılabilir olduğunun deneyimlenerek kanıtlandığı bir kültürdür de; bu kültür, mahremiyet anlarını bile ticari bir emtia haline dönüştürebilme yeteneğine sahip olduğunu ispatlamıştır), yazılabilir ya da yazılmış olanların mükemmeliyetinin bir garantisidir.
Modern şiirin yeniliği, bu anlamda, sadece yaşantının yeniliği değil, aynı zamanda deneyimin yeniliğidir. Modern şiirde deneyim, yaşantı parçaları arasındaki akli, ahlaki ve duygusal irtibatı kurar; onların değerlendirileceği, doğruluk ve yanlışlıklarının belirleneceği “genel hükümler mecellesi”ni teşhis ve teşkil eder. O bütün yaşantıları kendi bünyesinde toparlar ve onların fevkinde, onlara bir anlam bahşeden evrimsel bir statüye yerleşir. Yeni bir şiir, kendisine kadar gelen bütün şiirlerin organik bütünlüğünün oluşturduğu dokudaki bir yırtılmadır gerçi; bununla birlikte, eleştirel ve olumsuzlayıcı bir tarzda da olsa, Eliot’ın iddialarına konu olduğu üzere, bu organik bütünlüğe yeni bir anlam bahşetmeye, bu bütünlüğü yeniden inşa etmeye ya da düzenlemeye namzettir. Bu organik bütünlüğün, deyim yerindeyse, yeterlilik ve ehliyetini mercek altına yatırır; ondaki çelişki, eksiklik ve aksaklıkları açığa çıkarır; hayatla arasındaki inorganik ilişkiyi cerh eder; onu yeni bir form içerisinde yeniden biçimlendirir. Ancak, yeni bir şiir, taşıdığı olumsuzluk nispetinde, selefleri gibi eksik bir çaba olaraka kalmaya ve yenilik istencini kışkırtmaya devam edecektir. Modernliğin de bir gelenek; ama bu kez “kendine karşı gelenek” (Octavio Paz) oluşu onun hemen her zaman kendisini olumsuzlayışının bir neticesidir. “Kendinde şiir”den “kendi için şiir”e sıçrayış (“olumsuzlamanın olumsuzlanışı”) çabası, her yeni şiirde tekrarlanmaya mahkûm, nihayetinde bir “çıkış” içermeyen, “çıkış” içermemesiyle “çıkış”ı gösteren, bu sebeple sürekli okuruna çıkışan, okurunun zihnini karıştırıp kışkırtan bir muhtevadadır.
Bu yüzden, yeni bir şiir arayışı, çoğu kez insiyakidir modern zihin için. Yeni bir şiir, sadece biçim ve biçemin, içerik ve yapının bir yeniliği değil; bütün bunlarla birlikte, herhangi bir şiirin önsel olarak dayanması gerekli “tekvin teorisi ve hükümler mecellesi”nin de bir yeniliğidir. Bu meyanda modern şiir ile modern hayat arasında izale edilmesi pek mümkün görünmeyen bir gerilim vardır. Şiirin ve şairin tarih boyunca müesses nizamlar ve otoriteler karşısında sürekli muhalif bir konumda kaldığı nazariyesiyle açıklanamayacak bir gerilimdir bu. İlkin bu nazariye, birçok tarihsel örneğe dayanarak, kolaylıkla yanlışlanabilir (Halil İnalcık hocanın Şair ve Patron adlı eserinde kendi şiir tarihimize ilişkin bu türden örnekler yeterli miktarda yer almaktadır.) İkinci olarak, bu açıklama modeli, modern şiir ile geleneksel şiir arasındaki niteliksel farkı ıskalayarak işler. Oysa modern şiirin anlaşılmasının tek yolu, kurucu bir işlevi haiz bu niteliksel farkı sürekli göz önünde tutmaktan geçer: Modern bir şiir, muhatabı ile arasındaki gerilimi, “içkin bir düzeyde” deneyimlemek zorunda kalmış bir şiirdir. Geleneksel şiirin bu anlamda muhatabı ile arasında herhangi bir gerilim ve çatışkı vazetmesine ya da içermesine gerek yoktur. Dostu Verlaine’e yazdığı bir mektupta “şairin yegane ödevi”ni “dünyanın Orpheus'a özgü açımlanışı” olarak belirleyerek şiirinin dünyadan el etek çekmesini meşrulaştırmaya çalışan Mallarme dahi, muhataplarıyla (“dünya” ve “modern okur” ile) arasındaki bu çelişki ve gerilimden kendini kurtaramayacaktır.
Bu fark, hem modern şiirin var olma gerekçesini teşkil eder, hem onun yenilik istencinin ufkunu belirler, hem de bu istencin kendi kuyruğunun peşinde koşturan konumuna açıklık getirir. Modern şiirin açmazı, yenilik istencinin açmazıdır bir bakıma. Yeniyi mümkün kılanı göz ardı etmekle üstesinden gelinemeyecek bir açmaz. Çelişki, yeninin insiyaki olarak ortaya çıktığı modern kültürde yeniliği iradi olarak istemek ya da zorlamaktan kaynaklanır. (Rus ve İtalyan fütürizmlerinde bu çelişki devasa boyutlara erişir.) Belli ki modern şairlerin yenilik istençleri, ancak istemeyi reddetmekle ya da istemeyi istememekle kendine geçerli bir mazeret bulacak ve bu sayede meşruiyet kazanabilecektir. Modern şiire atfedilebilecek herhangi bir muhalefet potansiyeli bu hususu göz önünde tutmakla yükümlüdür.
Oysa modern toplumda yeni, her zaman selefini tahtından eden bir işleve ve istence sahip olmasıyla yenidir. Bu yüzden şimdiki ana ilişkin ham ve pütürlü deneyimin kendini ancak modern şiirde ve modern şiir aracılığıyla ifade etmeye yeterli ve muktedir saymaya yazgılı açmazı sürdükçe hem insan hem de şiir belki de sadece “çıkmazın güzelliği”ni temaşayla yetinmek zorunda kalacaktır. Mustafa Kutlu’nun Bu Böyledir adlı kitabındaki son hikâyede anlattığına benzer bir durumda kalırız handiyse: diğer bütün modern bireyler gibi hasbelkader girdikleri lunaparktan çıkışı arayan meyus kişilerdir modern şairler ve onların bahtsız “kardeşi ve benzeri” sayılması gereken okurlar. Zaten onların gerçek değerleri de bu arayışı ısrarla sürdürmelerinde ışıyacaktır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder