Modern zihnin bütün önemli etkinliklerinin altında “yenilik”
fikri yatar. Modernlik için yenilik, kendisine tesadüfen ulaşılan bir farklılık
değil; kasten, bile isteye, iradi olarak elde edilen bir etkidir. Yenilik
fikrinin ayırt edici boyutu, yani “yeniliği” modern zihne ait bu niyette, bu
yönelimsellikte açığa çıkar. Buna rağmen modern zihni “buluşçu” bir zihin
olarak düşünmek de pek mümkün değildir. Onun yenilik niyeti ve yönelimi,
eskinin kıstaslarıyla salt bir uyuşmazlık halinden ya da büsbütün selefleri ile
arasındaki tüm irtibatı koparmasından neşet etmez sözgelimi. Her ne kadar Edgar
Morin, Aşk, Şiir ve Bilgelik kitabında, “şiir alanındaki gerçek
bir yeniliğin hemen her zaman köklere dönerek ortaya konduğunu” savlasa da
modern zihin, yeniyi eski ile ilişkisi içinde yeni olarak tanıma gayretinde
olduğu için, “kök” ve “köken” fikrinin (Nietzsche’nin “köken canavarı” olarak
adlandırmayı tercih ettiği ve tarihsel akışı düzleştirici bir biçimde ele
almayı öneren bu fikrin) modern zihin için bir araç değerine sahip olması bile
yeninin estetik idrakteki yerine ilişkin tartışmalarda yeterince anlamlı
bulunacaktır.
Çünkü modern zihin yeniyi iyi olduğu için değil, yeniyi iyi
saydığı için tercih eder. Modern zihin böylelikle alışılmışın, kalıplaşmışın,
klişenin sınırlarının zorlanabileceğini umar. Onun kök ve köken düşüncesinin
altında bile bu umut yatar. Modern zihnin bu umudu, “şimdiki zamanın
kahramansılaştırılması istencinde” (Michel Foucault), şimdiki zamana ait ham
deneyimin çapaklı görkeminde kendi karşılığını aramaya yazgılıdır. “Kök” ve
“köken” fikri şimdiki anın rasyonel tarzda haklılaştırılmasının bir yolu ve
vesilesidir. Eskilerin bikr-i manası ve mazmunu ile modern zamanlardaki
deneyimin bakir ve zengin madenleri bu anlamda birbiriyle çatışır. Eskilerin
bikr-i manası, söylenmişin esas alınarak, söylenmişe kıyasla söylenmemiş olana
açılan geçitleri soruşturma jestiyken; modern zihin, yaşanan her anın bir
öncekinden özsel olarak farklı oluşunun -kendiliğinden- şu anda söylenmekte
olanın, şimdiye dek söylenmiş olandan farklılaşmasına yol açacağına ilişkin bir
önbilince, önbilgiye, önyargıya, hatta belli belirsiz bir önumuda zaten
sahiptir. Geleneksel zihin eskiyi kıstas alarak yeniyi yorumlarken, modern
zihin yeniyi esas tutarak eskiyi eleştirmektedir. Dolayısıyla modern zihnin
“güneşin altında söylenmemiş hiçbir şey yok” darb-ı meseline düşeceği kayıt
basitçe şu olacaktır: “Bu darb-ı meselin yaşadığımız anda
söyleniyor/tekrarlanıyor olmasındadır yenilik, bizi bu darb-ı meseli
söylemeye/tekrarlamaya iten zamansal/bağlamsal deneyim ve saiktir yeni
sayılması gereken şey.” Modern zihin seleflerinin söylediklerini tekrarlarken
bile onlara temporal bir yenilik, bir ivme, onların söyleniş biçimlerinde bir
farklılık oluşturmayı ihmal etmeyecektir. Sözgelimi İsmet Özel 1988 yılına ait
bir söyleşisinde Türk şiirinde artık yapılacak bir yeniliğin ya da avangard
atılımın şansını klasik formlarda denemesi gerektiğini önerirken bu bakımdan
son derece tutarlıdır.
Geleneksel zihin, bikr-i mananın, geleneksel hayatı örgüleyen
“büyük anlam”ın şimdiye dek fark edilmemiş, fark edilmişse bile dile
getirilmemiş bir yanının, bir çeşitlemesinin, hatta bir cilvesinin şaire özgü,
zarif bir ikrarıdır. Bu yanıyla, asla söz konusu genel anlamın dışına çıkmaz,
onunla çatışmaz ya da rekabet etmez; bu yüzden, bikr-i mana içeren sözün
kudreti, büyük anlamın ezeli doğruluğunun şaire özgü öznellik aracılığıyla bir
tasdikinden neşet eder. Bikr-i mana geleneksel sözel hakikatin ve semantik
potansiyelin sınırlarını asla aşmaz, bu sınırları zorlamaz bile. Geleneksel
zihin yaşanan anın, bir önceki âna kıyasla farklı hiçbir yanının bulunmadığına
kanidir her zaman. Bu an, bir önceki anın devamı değil; belki bir kopyasıdır.
Geleneksel zihnin zaman kavrayışı çevrimsel ve bu çevrimselliğe uygun bir biçimde
atomcudur. Geleneksel zihnin bikr-i manası için önemli olan, şimdiye dek hep
aynı şekilde deneyimlenmiş ve şimdi de aynı biçimde deneyimlenebilir sayılması
gereken büyük anlamın tezyinidir. Geleneksel zihnin mazmunlara ve klişelere
yaslanış biçimi de bu anlamda ifadenin kudretini artırıcı, büyük anlamın dile
getirilişine ilişkin zarif çeşitlemelerdeki uyumu ve güzelliği koruyucu bir
saike işaret eder. Geleneksel şiirdeki bikr-i mana, geleneksel şiirin semantik
potansiyelinin kendi kendini doğrulamasının, yeniden üretmesinin bir
vesilesidir bu yüzden. Klasik form hemen her zaman bu şiirlerde şairin yaratıcı
dimağını geri plana iter, hatta onun yerini işgal eder, bazen onun namına
konuşur.
Oysa modern zihin, şimdiyi ve şimdiki ânı, “zamanın mutlak
bu’su” (G. W. F. Hegel) saymaya eğilimlidir. Yaratıcı dimağa etkin roller
bulmayı amaçlar her zaman. Şimdiki an, modern zihin için, kendisine kayıtsız,
kendi dışına çıkarak ya da kendi dışında kalarak bir başkasıyla ilişki kuracak
bir ayrımı da ifade etmez. Bir ayırımdır gerçi; ama geçmiş anların üst üste
binerek oluşturduğu bir sürecin bir sonucu ve sınırı sayılması gereken bir
ayırım. Bütün önceki anları mündemiç ve buna rağmden (belki de bu yüzden) bütün
önceki anların fevkinde bir an. O, kendisiyle kurduğu bu negatif dolayım
aracılığıyla başkasını (dünyayı, toplumu) anlamaya eğilimli bir zatiyettir.
Logosu (kelamı) zaman (insan) ile özdeşleştiren Hegel bu açıdan da modern
zihnin tipik bir örneğidir. Dolayısıyla bu âna özgü deneyimin dile getirilişi,
“özünde”, önceki anlara özgü deneyimlerin dile getirilişine nazaran yeni olmak
mecburiyetindedir. Dahası modern(ist) zihin, “şimdiki an”ı tüm önceki anların
bir olumsuzlaması addedecek, kendisinin kökeni olarak belirlediği bütün bu
anlara nazaran mümtaz bir nihai ontolojik konuma kaygısızca kurulacaktır.
Modern zihin için tüm önceki anlar, bağımsız, kendinde anlar olmaktan ziyade,
şimdiki anı gai-i illet olarak bünyelerinde taşıyan bütünlüklerdir zira.
Şimdiki an, önceki anlarda içerilen bütün imkanların ulaşmayı hedeflediği bir
neticedir. Hemen her zaman son aşamayı kayıran, onu yüceleştiren, tarihsel
tekamülün zirvesine yerleştiren bir bakış açısına sahiptir modern zihin.
Modern zihnin kutsayıp vaftiz ettiği yenilik ve tazelik,
sadece şimdiye dek ifade edilmemiş veya ifade edilemez olanın şimdide ifade
edilmesinden değil, aynı zamanda şimdiye dek yaşanmamış veya yaşanamaz olanın
şimdide yaşanmasından da kaynaklanır. Dolayısıyla şimdiki an, geçmişin yegâne
varolabilme imkanıdır; geçmişte yaşanamaz olan bile şimdide yaşanır. Aynı
şekilde yeni birr şiir, bütün önceki şiirlerin bir olumsuzlanışını da içerir.
Paul Valery, “her zaman
yazabilecek olduğumu hiçbir zaman yazmam” derken -zımnen de olsa- her zaman
yazılabilecek olanın yazılmaya değmeyecek olan sayılması gerektiğini ifade
eder. Valery’nin “saf şiir”i ya da ustası Mallarme’ın “Büyük Eser”i,
“yazılamayacak olan”a dair yapılan büyük bir güzellemeden ibarettir: Övülesi
acemiliğin övgüye değer olmayan bir kabulü.
Bununla birlikte modern zihin açısından mesele, sadece bu imkansızlıktan
ibaret değildir. Çünkü Mallarme, Büyük Eser’in tek bir bireyin eseri
olamayacağına kanidir. Büyük Eser handiyse mitolojik-tarihsel İskenderiye
Kütüphanesi’nin bir pastişidir. Dolayısıyla Büyük Eser’in asla ve kat’a
yazılamaz olmasına ilişkin fantezi (çünkü modern kültür, hemen her şeyin
yazılabilir olduğunun deneyimlenerek kanıtlandığı bir kültürdür de; bu kültür,
mahremiyet anlarını bile ticari bir emtia haline dönüştürebilme yeteneğine
sahip olduğunu ispatlamıştır), yazılabilir ya da yazılmış olanların
mükemmeliyetinin bir garantisidir.
Modern şiirin yeniliği, bu anlamda, sadece yaşantının
yeniliği değil, aynı zamanda deneyimin yeniliğidir. Modern şiirde deneyim,
yaşantı parçaları arasındaki akli, ahlaki ve duygusal irtibatı kurar; onların değerlendirileceği,
doğruluk ve yanlışlıklarının belirleneceği “genel hükümler mecellesi”ni teşhis
ve teşkil eder. O bütün yaşantıları kendi bünyesinde toparlar ve onların
fevkinde, onlara bir anlam bahşeden evrimsel bir statüye yerleşir. Yeni bir
şiir, kendisine kadar gelen bütün şiirlerin organik bütünlüğünün oluşturduğu
dokudaki bir yırtılmadır gerçi; bununla birlikte, eleştirel ve olumsuzlayıcı
bir tarzda da olsa, Eliot’ın iddialarına konu olduğu üzere, bu organik
bütünlüğe yeni bir anlam bahşetmeye, bu bütünlüğü yeniden inşa etmeye ya da
düzenlemeye namzettir. Bu organik bütünlüğün, deyim yerindeyse, yeterlilik ve
ehliyetini mercek altına yatırır; ondaki çelişki, eksiklik ve aksaklıkları
açığa çıkarır; hayatla arasındaki inorganik ilişkiyi cerh eder; onu yeni bir
form içerisinde yeniden biçimlendirir. Ancak, yeni bir şiir, taşıdığı
olumsuzluk nispetinde, selefleri gibi eksik bir çaba olaraka kalmaya ve yenilik
istencini kışkırtmaya devam edecektir. Modernliğin de bir gelenek; ama bu kez
“kendine karşı gelenek” (Octavio Paz) oluşu onun hemen her zaman kendisini
olumsuzlayışının bir neticesidir. “Kendinde şiir”den “kendi için şiir”e
sıçrayış (“olumsuzlamanın olumsuzlanışı”) çabası, her yeni şiirde tekrarlanmaya
mahkûm, nihayetinde bir “çıkış” içermeyen, “çıkış” içermemesiyle “çıkış”ı
gösteren, bu sebeple sürekli okuruna çıkışan, okurunun zihnini karıştırıp
kışkırtan bir muhtevadadır.
Bu yüzden, yeni bir şiir arayışı, çoğu kez insiyakidir
modern zihin için. Yeni bir şiir, sadece biçim ve biçemin, içerik ve yapının
bir yeniliği değil; bütün bunlarla birlikte, herhangi bir şiirin önsel olarak
dayanması gerekli “tekvin teorisi ve hükümler mecellesi”nin de bir yeniliğidir.
Bu meyanda modern şiir ile modern hayat arasında izale edilmesi pek mümkün
görünmeyen bir gerilim vardır. Şiirin ve şairin tarih boyunca müesses nizamlar
ve otoriteler karşısında sürekli muhalif bir konumda kaldığı nazariyesiyle
açıklanamayacak bir gerilimdir bu. İlkin bu nazariye, birçok tarihsel örneğe
dayanarak, kolaylıkla yanlışlanabilir (Halil İnalcık hocanın Şair ve
Patron adlı eserinde kendi şiir tarihimize ilişkin bu türden örnekler
yeterli miktarda yer almaktadır.) İkinci olarak, bu açıklama modeli, modern
şiir ile geleneksel şiir arasındaki niteliksel farkı ıskalayarak işler. Oysa
modern şiirin anlaşılmasının tek yolu, kurucu bir işlevi haiz bu niteliksel
farkı sürekli göz önünde tutmaktan geçer: Modern bir şiir, muhatabı ile
arasındaki gerilimi, “içkin bir düzeyde” deneyimlemek zorunda kalmış bir
şiirdir. Geleneksel şiirin bu anlamda muhatabı ile arasında herhangi bir
gerilim ve çatışkı vazetmesine ya da içermesine gerek yoktur. Dostu Verlaine’e
yazdığı bir mektupta “şairin yegane ödevi”ni “dünyanın Orpheus'a özgü
açımlanışı” olarak belirleyerek şiirinin dünyadan el etek çekmesini meşrulaştırmaya
çalışan Mallarme dahi, muhataplarıyla (“dünya” ve “modern okur” ile) arasındaki
bu çelişki ve gerilimden kendini kurtaramayacaktır.
Bu fark, hem modern şiirin var olma gerekçesini teşkil eder,
hem onun yenilik istencinin ufkunu belirler, hem de bu istencin kendi
kuyruğunun peşinde koşturan konumuna açıklık getirir. Modern şiirin açmazı,
yenilik istencinin açmazıdır bir bakıma. Yeniyi mümkün kılanı göz ardı etmekle
üstesinden gelinemeyecek bir açmaz. Çelişki, yeninin insiyaki olarak ortaya
çıktığı modern kültürde yeniliği iradi olarak istemek ya da zorlamaktan
kaynaklanır. (Rus ve İtalyan fütürizmlerinde bu çelişki devasa boyutlara
erişir.) Belli ki modern şairlerin yenilik istençleri, ancak istemeyi
reddetmekle ya da istemeyi istememekle kendine geçerli bir mazeret bulacak ve
bu sayede meşruiyet kazanabilecektir. Modern şiire atfedilebilecek herhangi bir
muhalefet potansiyeli bu hususu göz önünde tutmakla yükümlüdür.
Oysa modern toplumda yeni, her zaman selefini tahtından eden
bir işleve ve istence sahip olmasıyla yenidir. Bu yüzden şimdiki ana ilişkin
ham ve pütürlü deneyimin kendini ancak modern şiirde ve modern şiir
aracılığıyla ifade etmeye yeterli ve muktedir saymaya yazgılı açmazı sürdükçe
hem insan hem de şiir belki de sadece “çıkmazın güzelliği”ni temaşayla yetinmek
zorunda kalacaktır. Mustafa Kutlu’nun Bu Böyledir adlı
kitabındaki son hikâyede anlattığına benzer bir durumda kalırız handiyse: diğer
bütün modern bireyler gibi hasbelkader girdikleri lunaparktan çıkışı arayan
meyus kişilerdir modern şairler ve onların bahtsız “kardeşi ve benzeri”
sayılması gereken okurlar. Zaten onların gerçek değerleri de bu arayışı ısrarla sürdürmelerinde
ışıyacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder