15 Mayıs 2022 Pazar

Modernleşmeye ne karşı, ne taraf

 Sosyal bilimcilerin Batı Avrupa'da 19. yüzyılın başlarından itibaren yaşanan bir dizi tarihi değişimi tanımlamak üzere kullandıkları 'modernleşme' gerek bir kavram olarak gerekse bir süreç olarak neleri kapsayıp neleri dışarıda bıraktığına ilişkin tartışmalar gerek sosyolojide gerekse ilgili diğer disiplinlerde bu disiplinlerin kuruluşundan itibaren gelişen bütün akıl yürütmelerine bir şekilde sirayet eden bir konudur. Rönesans ve Reform hareketlerine ve bu hareketlerle birlikte sanatta, felsefede, mimaride ve hayatta oluşan değişimlere dek kökleri uzatılan modernleşme sürecinin Hıristiyan dünyasını etkilediği; Galileo, Hobbes, Newton, Leibniz, Descartes vb. bilim adamı ve felsefecilerin önayak olduğu zihniyet dönüşümünün modernleşme sürecine yol açtığı iddia edilebilir. Rönesans ve Aydınlanma'nın modernleşmenin felsefesini belirlediği, sanayileşme ve kapitalizmin ise onun kurumsallaşmasına yol açtığı bu iddialara eklenebilir. Genellikle Avrupamerkezcilikle malul modernleşme tasavvurlarında dünyanın Avrupa ve Kuzey Amerika harici bölgelerinden modernleşmeye ilişkin olumlu katkılardan pek bahsedilmez, Avrupa harici toplumların insanlık tarihine yapmış oldukları katkıların önemi göz ardı edilir. En sarih şekilde Max Weber'de görebileceğimiz üzere, Avrupa modernliğin temel dinamiklerinin kendi özgül şartları ve bağlamı içinde Avrupa'da olup bittiğini iddia eder.

Her ne kadar ister Avrupa'ya tahsis edilsin isterse de başka kültürlerin katkılarda bulunduğu bir süreç olarak tasvir edilsin modernleşme; özellikle Avrupa ile kültürel, siyasi ve askeri ilişkileri bulunan ya da zorla bu ilişkiler içine sokulan toplumların Batılılaş(tırıl)ması/Avrupalılaş(tırıl)ması dolayısıyla farklı yorumlamalara da müsait bir kavrama dönüşmüştür. Batı Avrupa'da yaşanan değişimlerden diğer toplumların etkilenmemesinin mümkün olmadığı, bu değişimlerden etkilenen toplumların başında da Osmanlı toplumunun geldiği iyi bilinir. Osmanlı'da ilk başlarda modernleşmeye karşın derin bir mesafe oluşmuş ve hatta Osmanlı toplumu modernleşmeyi kendine karşı yapılmış bir şey olarak algılamıştır. Osmanlı'da meydana gelen Tanzimat ve Meşrutiyet hareketleri ilk başlardaki derin mesafenin kaybolduğu ve modernleşmeye teşne bakışların meşruiyet devşirerek etkinliklerini artırdığı dönemler olarak kaydedilebilir. Cumhuriyet ile birlikte "muasır medeniyetler seviyesine yükselme" ulaşılması gereken esaslı bir hedef olarak benimsenir.

Merkez-çevre farklılaşması

Modern Türk düşüncesi içinde Hilmi Ziya Ülken, Peyami Safa, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Şerif Mardin, Mümtaz Turhan, Erol Güngör gibi isimlerin Türkiye'nin Batılılaşması ya da Türk modernleşmesi olarak niteleyebileceğimiz değişim ve dönüşümleri farklı bakış açılarıyla ele aldığını biliyoruz. Sözgelimi Hilmi Ziya Ülken, Türk modernleşmesini Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyetin tarihsel ardışıklığı aracılığıyla yorumlarken Berkes ise sekülerleşme-çağdaşlaşma ikileminde ele almayı seçer. Şerif Mardin'in analizlerinde merkez-çevre farklılaşması, Mümtaz Turhan'da kültür değişmeleri birer perspektif olarak etkinken Erol Güngör'de modernleşme süreci bir 'medeniyet meselesi' olarak irdelenir.

Modern Türk düşüncesinin önemli isimlerinden biri sayabileceğimiz Nurettin Topçu'nun modernleşmeye dair görüşlerini tartışan Serkan Yorgancılar, doktora tezini temel alan kitabı Türk Modernleşmesi ve Nurettin Topçu'da onun bir karşıtlık ya da taraftarlık hissiyatına kapılmadan modernleşmeyi ele aldığını ileri sürüyor. Topçu'nun 1939'da çıkarmaya başladığı Hareket dergisinin ilk sayısının ilk sayfasında Rönesans üzerine bir yazı kaleme aldığını belirten Yorgancılar, sembolik değeri epey yüksek bu yazıyla birlikte Topçu'nun Türk toplumunda bir dönüşümün zorunlu olduğu kanaatinde olduğunu, bu dönüşümün usul ve esasları hakkındaki görüşleriyle Türk düşünce dünyasındaki diğer isimlerden ayrıştığını işaret ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder