17 Ekim 2015 Cumartesi

‘Paralel Yapı’nın Lakancı analizi

Türkiye’nin siyasi literatürüne 17-25 Aralık kalkışmaları sonucu yerleşmiş bir deyim ‘paralel yapı’ ve türevleri. Bu deyimle kastedilen genel olarak devlet organları içinde yer alıp devlet hiyerarşisi dışındaki odaklardan emir ve talimat alan oluşumlar. Bu oluşumların kendi içlerinde devlettekine benzer, ama devlete karşı konumlanmış bir emir-komuta zincirini yürürlükte tuttukları 2013 Aralık ayından beri ortaya çıkan gelişmelerde sık sık karşılaştığımız noktalardandır. KPSS skandalı ve Tahşiye operasyonlarında bunun örneklerini gördük. Çeşitli yollarla Fethullah Gülen’in bağlılarına ilettiği talimatları bihakkın yerine getiren kolluk kuvvetleri, bu talimatların yerine getirilmesini ve toplumsal meşruiyetini sağlayacak bir istihbarat ve medya aygıtı sürekli devredeydi bu olaylarda. Medya, emniyet ve yargıda paralel unsurların hep birlikte hareket ederek bağlı bulunulan ‘büyüğün’ emrini yerine getirdikleri görüldü.
Bu tür, cemaate yöneldiği varsayılan tehditleri izale etmeye dönük ya da cemaat mensuplarına azami çıkarlar sağlamayı amaçlayan operasyonlar meşrulaştırılmasının yanısıra devlet gücünü kendi çıkarları doğrultusunda ve devletin aleyhine kullanan bu yapıya toplumsal düzeyde de ihtiyaç duyduğu psikolojik destek sağlanır istihbarat ve medya aygıtınca. Toplumsal ve siyasi bakımdan düşman görülen kişi, kurum ve oluşumlara yönelik yıldırma, bastırma ve deyim yerindeyse “tedip ve tenkil” hareketleri de eşgüdümlenerek yürütülür. Eski emniyet müdürü Hanefi Avcı’ya yönelik gerçekleştirilen kumpas bunun belki de en belirgin örneğidir.
 
Sadece çıkar ilişkisi mi?
 
Paralel yapının devlet hiyerarşisi içinde, bu hiyerarşiyi yer yer taklit ederek, yer yer ona özenip onu kullanarak devletin dışındaki bir odak emrinde örgütlenmesi hakkında şimdiye kadar yapılan analizlerde gözden kaçırılan en önemli noktalardan biri onun bütün bunları yaparken güvendiği şeyin ne olduğunun nihai anlamda belirsiz kalışıdır. Zaman zaman dış güçlerin, İsrail ve ABD gibi bazı yabancı ülkelerdeki güç odaklarının, finans-kapital yapıların sözkonusu örgütlenmeyi teşvik ettiği, bu yapının da kendi ülkesi aleyhine ‘casusluk’ ve ‘ajanlık’ anlamına gelen bu statüye gelecekte umut ettiği ‘başarı’ ve “devleti ele geçirme” adına rıza gösterdiği birçok uzman ve yetkili ağız tarafından da telaffuz edildi. Bu analizler elbette birçok doğru noktaya istinat eden hususlar içeriyordu; ancak, dış güçlerin kendi operasyonel etkileri bakımından başvurdukları bir ‘yapı’nın sırf güç elde etmek için bu ajanlık ve casusluk statüsüne rıza gösterdiğini düşünmek yeterli olmasa gerektir. En azından paralel yapının kendi kendini meşrulaştırmasında ve mensupları nezdinde de bu meşruiyetini korumasında etkin olan bir mekanizmanın bütün bu analizlere rağmen hâlâ gizli kaldığı söylenebilir. Bu mekanizma aynı zamanda cemaat mensuplarının ABD, İsrail vb. kaynaklı güç odaklarıyla paralel yapının kurduğu “çıkar ilişkisi”ni niçin “casusluk ve ajanlık statüsü” olarak görmediklerini de açıklayabilir.
 
Paralel yapı (yazımızda bundan böyle ‘paralel özne’ adlandırmasını kullanacağız) devletin içinde devleti taklit ederek varlık süren, bu “asalak” konumu sayesinde devlet kaynaklarından kendi çıkarlarını besleyen, böylelikle devleti içten içe çürüten, yeri ve zamanı gelince de onun yerini almaya kalkacak bir örgütlenme modeli çerçevesinde kendini izhar eder. ‘Paralel özne’nin söyleminde dile gelen sinizmin büyük ölçüde bu ikircikli varlık konumundan kaynaklandığı besbellidir. Bu sinikliğin en belirgin işareti paralel öznenin devlet yapısını taklidinde izlenebilir. Paralel özne kendisini devlet-benzeri bir oluşum olarak konumlar. Bu konumlamanın söyleme yansıyan ikircikliliği ‘benzeme’ ve ‘özenme’ veçheleriyle açığa çıkan taklit olgusundaki çok değerlilikten neşet eder.
 
Taklit ve kamuflaj
 
Fransız psikanalist Lacan, “taklit” jestinin etkinliğinin açığa çıktığı üç önemli başlık belirler: Kılık değiştirme, kamuflaj ve gözdağı. Lacan’ın anlatımıyla taklit bize bir şeyin arkasında yatan ve o şeyin “kendisi” diyebileceğimiz halinden farklı halini işaretler. Taklidin bu düzlemdeki etkisi kamufle etmektir. Bu düzlemde mesele alacalı zemine uyum göstermek değil, alacalı bir zemin üzerinde kendini alacalı bir hale getirmektir. Kamuflajın askeri bir teknik olarak taşıdığı anlam da buna işaret eder. Bir mücadele stratejisi olarak kamuflaj, literatürde “takiyye” olarak bilinen ve tam da içinde bulunulan ortama uyum sağlamak, kendi asli düşüncelerini gizlemek olarak niteleyebileceğimiz durumdan özce farklıdır. Takiyyede kişi, ortamdan farklı oluşunun özbilincini taşırken, kamuflaj olarak taklitte bu farklılık bilincinin kaybolmaya yüz tuttuğunu, alacalı zeminden ayırt edilmemenin kamuflajın asıl anlamını teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Örneğimizde ‘paralel özne’ devlet gücünü kullanıp onu parodik bir hale dönüştürürken bile taklit jestinin bütün anlamıyla, devlet içinde devletleşerek, devletmiş gibi davranarak devlet olmadığı halde kendisini devletmiş gibi görmeye başlar. ‘Paralel özne’ bu kertede kendini öyle bir konumda görür ki, devlet odur, devletin gücü de onun gücüdür.
 
Kılık değiştirme olarak taklit de ‘paralel özne’nin en sık başvurduğu temrinlerdendir. Bu kertede ‘paralel özne’nin sık sık göz boyama ve kendini olduğundan farklı göstermelerine şahit oluruz. Aynı şekilde taklitçi etkinliğin üçüncü şeklini oluşturan gözdağı konusunda da Lacan’ın söylediklerinin ‘paralel özne’ye uyarlanabilecek boyutları vardır. Lacan, gözdağının öznenin daima görünümüyle edinmeye çalıştığı bir üst değere işaret ettiğini belirtir. Bu açıdan gözdağının illa ki öznelerarası bir boyutta tezahür etmesi gerekmez. Gözdağı, olduğundan fazla görünme olarak, amaçladığı iktidara erişebilmek amacına sımsıkı sarılması yolunda ‘paralel özne’ye özgü bir kişisel şevk tedarik eder. Gözdağı olarak taklit yoluyla paralel öznenin ürettiği imge, bir yeniden üretimdir hiç kuşkusuz: Devlet kadar güçlü, hatta devletten daha güçlü! Gözdağı olarak taklit böylelikle ‘paralel özne’nin kendinde, muhtaç olduğu kudreti tasavvur etmesinin önünü açar. Bu kudret ‘paralel özne’ için hem haklılaştırıcı bir biçimde tezahür eder hem de sahip olunduğu varsayılan özsel hakikatin hak edildiğine ilişkin kuşkuları bertaraf etmesine yardımcı olur. Söylem düzeyinde ‘paralel özne’lerin sık sık başvurdukları Mevlana’ya ait ünlü sözün külli bir yadsınışını görürüz bu durumda: Ne olduğu gibi görünen, ne de göründüğü gibi olan bir yapıdır karşımızda duran. Aslında “olmak” ile “görünmek” arasında kurulan diyalektik ilişkiden daha farklıdır ‘paralel özne’nin parçalanışındaki diyalektik, “görünme”nin kendi içindeki bir parçalanışıdır. Bu kertede “oluş”un da, “görünüş”ün bir kipi olduğunu unutmamak gerekir- özellikle ‘paralel özne’ için! Bu noktada şu bile söylenebilir: ‘Paralel özne’, tamamen bir görünümdür; ancak hayal ya da sanrı olarak değil, edimsel bir etkinlik olarak cemaat ‘paralel özne’ olarak görünür, hem kendisine hem de bize!
 
‘Paralel özne’nin maskeleri
 
Buraya kadar söylediklerimiz ‘paralel özne’nin asla maskesiz olamayacağını, maskesiz görünmeyeceğini vurgulamamıza imkan tanır. Ünlü İranlı romancı Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’unda yer verdiği o cümledeki gibidir sanki durum: “Bazı insanlar fakirdir, ömürleri boyunca tek bir maske kullanılırlar, o da yüzleridir. Bazı insanlarsa zengindir, sürekli maske değiştirirler.” ‘Paralel özne’nin bu açıdan zenginler taifesinden olduğunu söylemek bile gereksizdir. ‘Paralel özne’nin zenginlere gösterdiği teveccühün kendi kendini teyit anlamına gelmesinin bir sebebi de budur.
 
Bu noktadan itibaren paralel öznenin kendi varlığı ile benzeri olduğu varlık arasında, kendisi ile dışarıya gösterdiği kağıttan kaplan arasında biteviye parçalandığını keşfederiz. Taklit jestinin etkinliğinde sürekli bir maskelenme, bir ikizlenme vuku bulur çünkü. Taklidin kaygan ve tehlikeli zemininde paralel özne üzerinde sürekli nezaret edici bir bakış vehmeder. Bu nezaret edici bakış handiyse metafizik bir gözden kaynaklıdır. Bu sebeple sürekli Hz. Peygamber rüyalarda görülür ya da sıradan dizi filmlerde bile haklılaştırıcı bir metafor olarak teatral bir şekilde sahneye davet edilir. Cemaat olarak ‘paralel özne’nin kendi üstünde hissettiği bu metafizik ve kudretli gözün nezareti hem bütün eylem ve edimlerin haklılaştırılabileceği kozmik bir sahneyi düşündürür, hem de bu kozmik sahnede ‘paralel özne’nin maske ile arasındaki ilişkiyi flulaştırır.
 
‘Paralel özne’nin kendisini tamamen “sivil” düzeyde konumlandırmasına karşın, sürekli “siyasal” düzeyde ve meşru olmayan bir şekilde gündeme getirmesi taklitçi aklın ‘paralel özne’ye oynadığı bir oyundur belki de. Taklitçi aklın hilesi nihayetinde “sivil maskeler” ile “siyasal maskeler” arasında sıkışıp kalmış ‘paralel özne’nin sürekli kendini meşrulaştırma isteminde tezahür eder. Kendisini benzetmeye uğraştığı devletin uzağına düşmenin acısını yaşar sürekli. Her defasında reddedilmiş olmak, kişinin kendisinden şüphe etmesine yol açabilecekken, örneğimizde bu tersinedir. ‘Paralel özne’nin katıldığı maskeli devlet balosu ne yazık ki sona ermiştir. Ve artık cemaatin kül kedisi gibi kendi gerçekliğine uyanmasının vakti gelmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder