8 Ekim 2015 Perşembe

Sosyolojinin felsefeden bağımsızlığı

Sosyoloji disiplininin kurucu babaları arasında yer alan Emile Durkheim, özellikle Sosyolojik Yöntemin Kuralları adlı kitabında öne çıkan ve çoğu kez bağlamlarından koparılarak alıntılanan birtakım özdeyişlerle hakkında kandırıldığımız sosyologların başında gelir. Aslında o şimdilerde adına “sosyolojizm” denen eğilimin ilk temsilcisidir bir bakıma.  Kartezyen dualizmi aşma amacıyla ifade edilmiş ve insan ruhunun bir teorisiyle sosyologların nesnel, karşılaştırmalı ve uzmanlaşmış çalışmalarını taçlandırmaya hevesli felsefi bir girişimi birleştirmeye çalışan Sosyolojizm genelde materyalizmle, organisizm ve yararcılıkla sık sık karıştırılmıştır.
Bir bilim olarak sosyolojinin kendi varoluş hakkını ve yeterliliğini yalnızca pozitif araştırmalarla değil, aynı zamanda ilkesel müzakerelerle de kanıtlamak zorunda kalışı Durkheim’ı, ele aldığı konuları sırf teorik düzeyde kalması gereken çalışmalar olmaktan çıkarıp onların toplumdaki olumlu sonuçlarının görülebileceği pratik sonuçlara da ulaşma çabasına iteklemiştir. Durkheim’ın arzusu, ahlak meseleleri sözkonusu olduğunda dahi, bir filozofun değil, bir bilim insanının dilini konuşabilmektir.
Toplumsal olguların gelişim yasalarını maddenin yasalarına indirgeme, içsel olanı dışsal olanla, üstü altla açıklama çabasındaki materyalizmlere de uzak durmaya bakar Durkheim. Ona göre, “toplum her şeyden önce bir fikirler kompozisyonu”dur. Bu açıdan sosyoloji, ilgisini sadece materyalist biçimlere değil, aynı zamanda zihinsel durumlara da yönlendirmeyi bilmelidir. Sosyoloji, bu niteliğiyle, bir “ahlaki ortam çalışması”dır da. Toplum içinde bireyler ahlaki bilinçleriyle birbirlerine bağlanırlar. Kolektif inançlar tüm toplumun hayati düğümüdür.
Durkheim’ın bilimsel rakibi Gabriel Tarde’da hakim düşünce “biyolojik bulaşma” (tıpkı mikropların organizmadan organizmaya geçmesi gibi inanç ve fikirler de zihinden zihimne geçer) iken Durkheim’da etkili olan ana düşünce bir nevi “kimyasal sentez”dir. Durkheim toplumsal kurucu ögelerin özelliklerinin önceden görmeye yönlendirilemeyecek etkiler taşıdığına inanır. Bütün, ona göre parçalarının toplamından daima daha fazladır. Durkheim’ın üstünde hem halefi olduğu Auguste Comte’un hem de hocası Boutroux’nun etkileri bu noktada görülebilir. Onların etkisi Durkheim’ın “gerçekliğin yüksek formlarının olumsallığı” dediği şeyi görmesine imkan tanır.
Durkheim’ın organizmacı sosyolojilere karşı yönelttiği polemik de etkilidir. Ona göre, “toplum, bir organ sistemi değildir... o, ahlaki yaşamın merkezidir.” Toplumu, sadece yaşamsal işlevleri yerine getiren bir “beden” olarak tasavvur etmek, Durkheim için, toplumu küçümsemek anlamına gelir: “Toplumun gerçek amacı ideali yaratmaktır.” Toplum, aynı zamanda bireyin yükselişini sağlayan bir aracı konumunu üstlenir bu bakış açısıyla.
Sosyoloji ve Felsefe başlığıyla Türkçe’ye çevrilmiş kitapta Durkheim düşüncesi içinde sosyolojinin felsefeyi kendi amaçları için hangi şekilde ve ne ölçüde yeniden oluşturduğunu gösteriyor. Sosyolojinin felsefe karşısında kendi bağımsızlığını kazanma çabasını imliyor Durkheim’ın derlemede yer alan makaleleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder