27 Ekim 2015 Salı

Gezi’den sonraki iki yıl

İki yıl önce Mayıs ayının son günlerinde Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesileceği bahanesiyle patlak veren ve Türkiye’nin birçok şehrinde yaklaşık iki ay boyunca sürdürülen eylem dalgasının anlamı ve önemi birçok mahfilde farklı şekillerde tartışıldı. Kimi yorumcular Gezi olaylarındaki katılımcıların iyi eğitimli olmalarına, Gezi protestolarına katılanların orta sınıf çekirdeği temsil kabiliyetine atıf yaparken, kimi yorumcularsa Gezi’yi bir hayat tarzı mücadelesi, bir kültürel kimlik savaşı olarak gördü. Bazı yorumcular ise (sözgelimi sosyalist denemeci Nurdan Gürbilek) Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanında dile getirdiği ideolojik-kültürel yarığa işaretle “Gezi’nin siyasi iktidar açısından en sarsıcı anları”nı eylemcilerin bu kültürel yarığa yerleşmekte gösterdikleri isteksizlikte bulurken, başka bazı yorumcular ise (sözgelimi Ahmet Çiğdem) “Gezi Protestosu’nun Türkiye toplumunda açtığı ideolojik ve toplumsal çatlağın nasıl kapatılacağı” sorusunun hâlâ cevaplanmamış olduğunu savladı.
İdeolojik-kültürel yarık
Yorumların kültürel-ideolojik eşikleri baz alan kutbunda Gezi eylemlerinin “kritik anları”, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye’de geliştirdiği ve Cumhuriyetçi kültürde de içselleştirilmiş bulunan semiyotiğin çözüştürüldüğü, 12 Eylül’den bu yana kalın çizgilerle çizilmiş sınırların kısa bir süre için silindiği anlardı. İddiaya göre bu “kritik anlara” siyasi iktidarın verdiği cevap Cumhuriyetçi siyasi kültürde içselleştirilmiş bulunan Peyami Safa semiyotiğini yeniden tebliğ etmekten öteye geçmedi. Gürbilek’in “Fatih-Harbiye yarığının kapandığı, bir imkânın ufukta yanıp söndüğü an” olarak Gezi yüceltiminde kulağa hoş gelse de aksayan pek çok nahoşluğun bulunduğu da aradan geçen süre boyunca defalarca görüldü. Gürbilek’e göre Cumhuriyet’in en önemli kamu malı olan bu ideolojik-kültürel yarık aynı zamanda Türkiye’de kapitalizmi görünmezleştiren bir eşikti de. Gürbilek’in Gezi’yi bekleyen tehlike olarak Fatih-Harbiye kırığına yerleşmeyi gördüğünü de işaret edelim. Aradan geçen sürede Gürbilek’in korktuğu tehlike maalesef bizzat Gezi protestosunu destekleyenler eliyle gerçekleşti. Gezi olayları, ideolojik-kültürel yarığın bizzat Gezi’deki sözde “zeki” protestocular tarafından derinleştirildiği vandalizm olarak kazındı halkın popüler hafızasına. Son olarak, Adliye’de iki teröristin Berkin Elvan soruşturmasına bakan İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ı önce rehin alıp sonra şehit etmesiyle sonuçlanan olay hatırlanacak olursa, söz konusu semiyotiğin çözüştürülmesinden çok meselenin neredeyse bir “kan davası”na dönüştürüldüğü görüldü.
Buna zıt gelişen ve siyasallık düzeyi Gürbilek’in analizine nazaran epey yüksek diğer kutupta ise, her ne kadar Gezi olaylarının moralist-romantik düzeyde gelişmesi dolayısıyla siyasal bir hareket olma niteliğinden uzak olduğu vurgulansa da, en azından Gezi olaylarının Türk siyasi evreninde yol açtığı toplumsal-siyasal çatlağın nasıl karşılanacağına ilişkin düşünüm çabaları yer alır. Gezi protestolarına katılanların tutarlı bir kamusal siyasi dil/üslup geliştiremediği, sadece reddetme temelinde (ve bu da söylemek gerekirse salt “Erdoğan karşıtlığı”na indirgenmiş bir reddetme retoriğidir) ahlakçı-romantik bir dilin protestolara katılanlara egemen olduğunu vurgulayan yorum çizgisi, siyasi iktidarın Gezi’ye yönelik cevabının da onun siyaset yapma araçlarının ve bu araçların işlevselliğinin sınırlarını gösterdiğine kaildir. AK Parti’yi var eden sosyolojik şartların sürmesine karşın, AK Parti’nin ancak “geleceği eskiterek” siyaset yaptığını öne süren bu yorum çizgisi, Gezi protestolarını dünyadaki diğer occupy (diren!) hareketleriyle kıyaslayarak, onu evrenselde tuttuğu yere istinaden ele alan Zizek ve Badiou gibi tezcanlı yorumculara karşı bizatihi Türkiye’nin “nesnel şartları” ve özgüllüklerine odaklanmanın Gezi’yle ortaya çıkan “toplumsal-siyasal çatlak”ı değerlendirmenin ön şartı sayar.
Protestoların sıcaklığı sürerken yapılan romantik-ahlaki yüceltme ve aklamalar bir yana bırakılırsa, aradan geçen iki yıl zarfında, son kertede Gezi protestolarını olumlayarak onlara ilişkin geliştirilen yorumlama tarzlarının bu iki farklı kutupta toparlanabileceği açıktır. Ya bu protestolar Türk toplumunun öteden beri barındırdığı bazı kültürel eşiklerin, bazı toplumsal ve ideolojik ayrışmaların siyasal sahnede görünürleştiği bir kerteyi bize yansıtır ya da bu ideolojik, kültürel ve toplumsal ayrışmaların yüklediği angajmanlarla birlikte ve ancak onları ıskartaya çıkarmaya dönük bir fikri atılım imkanını.
Siyasetsizliğin köhneliği
Gezi olaylarının Türk siyasi hayatında taşıdığı “istisnailik” (çünkü bu olayları olumlayarak yaklaşan birçok yorumcuya göre daha önce bu çapta ve yaygınlıkta, bu tarz bir kitleselliğe ve kendiliğindenciliğe sahip gösterilere şahit olunmamıştı) her iki yorum tarzı içinde de bir başlangıç noktası seçilmesine karşın, aradan geçen 2 yıllık süreçte bu istisnailiğin taşıdığı anlam ve önemi aşındıran birçok gelişme de yaşandı. Gezi protestolarının AK Parti’nin “siyaset yapma araçlarının ve bu araçların işlevselliğinin” sınırlarını gösterdiğini savlayanların buna dair ileri sürdüğü gerekçeler bizzat Gezi protestocularının, bu protestocuları destekleyen siyasal, toplumsal ve ideolojik çevrelerin takındığı tavırlarla ıskartaya çıkarıldı. “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” diyenlerin siyaset yapma araçlarındaki köhneliğe dikkat kesilmeyen her yorumlama tarzının benzeri bir körlükle malul olacağı da bu vesileyle vurgulamalı. AK Parti iktidarına karşı geliştirilecek muhalif siyasi dil ve üslubun “nesnel şartları” gözetmesinin yanı sıra bu nesnel şartlardaki değişim ve dönüşüm dinamiklerini temsil etmeye ehil olması da beklenir. Ancak geleceği eskittiği söylenen parti, bugün de nesnel şartlara ilişkin değişim ve dönüşüm dinamiklerini hem kendi içinde hem toplum temelinde temsil ediyor görünüyorsa, ya bu yorum çizgilerinin bel bağladığı siyasal özneler kendilerine yüklenen sorumluluğu kaldıramayacak gevşeklikte zatiyetlerdir ya da bu yorum çizgilerinde hesaba katılmamış başka türden bir tutarsızlık sürekli arta kalmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bize kalırsa, her iki ihtimalin birden aynı anda geçerlilik kazanması da kuvvetle muhtemeldir. Ne kadar romantize edilirse edilsin Gezi protestoları ve bu protestoları olumlayan bakış açılarının ısrarla görmezden geldiği, görmezden gelerek zımni olarak aşağıladığı “AK Parti’yi sosyolojik olarak var kılan şartlar”, yani isimsiz cisimsiz, sadece sandıktaki oylarıyla konuşan, düşüncelerini sandık başında gösterdikleri tercihlerle tebarüz ettiren çoğunlukla “sessiz” bir kitle orada durup durmaktadır çünkü.
Bugün Gezi protestoları geniş halk yığınlarınca, içinde 3 seçimin birden yer aldığı Türk siyasetindeki zorlu 2013-2015 yıllarına AK Parti karşıtlarının hazırlığı olarak algılanıyorsa, bunun sebepleri arasında bizzat bu etabı zorlaştırmaya ahdetmiş siyasal öznelerin olduğu göz önünde tutulmalı. Sonucu sürece dâhil eden ünlü Hegelci formülasyona başvurarak, 7 Haziran’da yapılacak son seçimle birlikte Gezi protestolarıyla açılmış bu zorlu etabın hitama ereceğini, AK Parti’ye yönelik geliştirilmeye çalışılan siyaseten muhalif dillerin de kendilerini serinkanlılıkla yeniden gözden geçirmeye fırsat bulacağı dört yıl kazanacağımızı umut edebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder