3 Kasım 2015 Salı

Tarihsel deneyimi temellendirme çabası

Heidegger’in tilmizi ve onun düşüncelerini evcilleştirdiği belirtilen ünlü filozof Hans-Georg Gadamer “tarih bilinci”ni modernlerin bir icadı sayar. Sanayi ve Fransız Devrimleriyle birlikte geçmişinden radikal bir şekilde kopan Avrupa’nın geçmişi ve dolayısıyla tarihi “keşfi”, tarih bilinci kavramının da doğuşunun en önemli sebebidir elbette.
David Hume’un 1748 tarihli ünlü kitabı İnsan Anlağı Üzerine Bir Deneme’sinden bu yana gerçekliğe dair bütün bilgilerimizin a posteriori bir bilgi alanına ait olduğu ve bunların sadece ‘deneyim yoluyla’ elde edildiği savından kuşku duyulmadığını belirten Frank Ankersmit, modern “tarih teorisi”ni ‘tarihsel deneyim’ kavramı aracılığıyla yeniden ele alıyor.
Hume’un düşüncelerinden yola çıkan ya da onun yaptığı a priori (fikir ilişkilerine dayalı) - a posteriori (olguya dayalı) ayrımını eleştirerek a priori bilgi alanının da tarihselleştirilebileceği, yani olguya dayalı olarak ele alınabileceğine dair ileri sürülen görüşler ışığında, tarih biliminin “bir bilim olma talebi” ve tarihbilimsel bir düşünümün a priori bilgi alanının çözüştürülmesine ilişkin nasıl katkılar sunabileceğine ilişkin “beklenti”leri ‘tarihsel deneyim’ kavramı aracılığıyla tartışmayı seçen Ankersmit, bu kavramı epistemoloji ve hermenötikten analitik felsefe ve Aristo, Kant gibi filozoflara, sanattan eğitime kadar birçok farklı alanda temellendirmeye ve onun bize sağlayacağı açılımları incelemeye çalışıyor.
“Tarihsel deneyimi” temellendirme çabası içinde özellikle Kant’la birlikte modern felsefenin ve günümüzdeki postmodern sanat tartışmalarının da gözde estetik kategorilerinden olan “yüce” kavramını odak seçen Ankersmit, geçmiş ile mevcut an’ı birbirinden ayırmanın yordamları üstüne sıkı bir eleştirel bakış geliştiriyor. Tarihsel deneyimle “yüce” arasında yapısal bir benzerlik bulunduğunu kaydeden Ankersmit, “Her iki durumda da bizi gafil avlayan bir deneyim vardır ve bu deneyimin başlangıcı kendisini bilinmeyen bir doğrudanlık ve dolaysızlık ile sunan bir realitenin tecrübesidir” diyor. Kantçı yüce alanında akıl ve kavrama yetisi arasındaki çatışmaya benzer bir çatışmanın tarihsel deneyim alanında “ihtimal dışı ihtimalin paradoksu” olduğuna işaret eden Ankersmit, tarihsel deneyime uygun bir matris sağlayan Kantçı yücenin yine de kısıtlı olduğuna işaret ediyor. Deyim yerindeyse Kant felsefesi, “yüce”nin içinde kendi kendini yapısöküme uğratır. Kant’ın deneyim teorisinin yüce deneyimini hem kavranabilir hem de imkansız hale getirdiğine dikkat çeken Ankersmit, “özne ile nesneyi ayrıştırmayan” bir deneyim teorisini Aristoteles’ten hareketle geliştirmektedir.
Tarihçinin ‘geçmişe dokunma duyusu’ndan da bahseden Ankersmit, “tasavvur, tartışma ve tarihsel deneyim”in tarihi anlama noktasında vazgeçilemez bir üçlü olduğunu kaydeder; ancak, elbette bu üçlü içinde öncelikli ve baskın olan ona göre tarihsel deneyimdir. Son olarak Türkçe tercümenin dilinde gerek tercümeden gerekse editoryal hatalardan kaynaklanan bazı sorunların metni okumayı ve anlamayı epey güçleştirdiğini belirtelim. Yayınevinin kitabın muhtemel yeni baskılarında bu sorunları en aza indirmesini bekliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder