6 Kasım 2015 Cuma

Eleştiri üzerine uzun düşünceler

Önceki yıllarda Danimarka’da, geçen yıl da Fransa’da Hz. Peygamber’i ve İslam’ı “aşağılayıcı” öğeler içeren karikatürlere yönelik Müslümanların şiddetli tepkilerine batılı olsun olmasın liberal ve solcuların verdikleri tek bir cevap vardı: Bu karikatürleri ve benzeri sözde sanat ürünlerini (sözgelimi yine İslam’ı aşağılamak maksadına matuf çekilen filmleri) “ifade hürriyeti / eleştiri” mefhumuyla hoşgörmenin gerektiği, Müslümanların tepkilerinin gereksiz ve hatta “barbarca” olduğu vb. Bu “eleştiri” mefhumunun seküler yanlarıyla yüceltilen, batılı tarihsel tecrübeyi merkezleştiren bir içeriği de var hiç kuşkusuz.
Bu tartışmaları derinlemesine ele alan Eleştiri Seküler mi kitabının basit bir sorusu var: Karikatürlerden rencide olanların tecrübe ettikleri şiddeti, liberal hukukun dünya tasavvuruna tercüme etmenin imkânı var mı? Bu hukukun Peygamber’in varlığıyla temsillerini ayrıştıran felsefi kabulünü paylaşmayanların yaşadığı haksızlığı, bu hukuk dili kavrayabilir mi? Modernliğe ilişkin Müslümanların mı kavrayış güçleri eksik yoksa sekülerizm kendi tarihsel süreçleri içerisinden devşirdiği rasyonelliğin dışını tahammül edilemez bulduğundan Müslümanları akıl dışı mı buluyor?
Sorulmayan sorular
Danimarka karikatür kriziyle başlayan süreçte İslam dünyasındaki infialin seküler çevrelerce Müslümanların “eleştiriyi hazmedememe”lerinin bir örneği olduğu iddiası masaya yatırılıyor. Akademide birçok ateşli tartışmayı beraberinde getiren kitap, bugün Charlie Hebdo olayı ve peşi sıra yükselen İslamofobik tepkilerle birlikte daha güncel, çünkü karikatürler yasaklanmalı mı, serbest mi olmalı diye sormuyor. Bu kitabın basit bir cevabı yok, ne basitçe mağduriyet edebiyatı yapılıyor, ne de ‘Batı’ zalim ilan ediliyor. Şarkiyatçılığın tenkidinin, Avrupa’yı taşralaştırdıktan, moderniteyi çoğullaştırdıktan sonra dahi sekülerizm “eleştiri” mefhumunun temel referansı olmayı sürdürüyor.
Yıkıcı tefekkür
Edward Said’in seküler hümanizminden Habermas’ın seküler kamusal alanına din, Aydınlanma’nın önyargılarından ne kadar sıyrılırsa sıyrılsın yerini bilmesi gereken bir kavram olarak kalıyor. Talal Asad, Saba Mahmood ve Judith Butler farklı açılardan bu ‘ısrar’ı inceliyor, dinin liberal-seküler düzendeki yerini hangi yapıların var ettiğine ve yeniden ürettiğine dikkat çekiyor. Kitaptaki makalesinde Talal Asad’ın sorduğu “Tanrı adına yapılan saldırganlık -seküler ulus ya da demokrasi adına yapılan can alma eylemi dehşete düşürmezken- neden seküler liberal hassasiyetleri dehşete düşürüyor?” Talal Asad, bu konudaki iki yüzlülükleri teşhis edip ifşa etse de temel ilgisi bu yönede değil; o daha çok Batılı paranoyanın yatırımları ve duygulanımları üzerine yıkıcı, açık uçlu, açık uçluluğuyla üretken bir tefekkür geliştiriyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder