15 Kasım 2015 Pazar

Modern bilimi eleştirmek şart


Sanırım 1999 yılıydı. Ünlü öykücü Sevim Burak'ın oğlu Karaca Borar'ın Çukurcuma'daki Works adlı vintage eşya satan dükkanındaydık Şair Lale Müldür'le birlikte. Sevim Burak'ın kızkardeşi, yani Karaca Borar'ın teyzesi -ismini maalesef hatırlamıyorum- ile birlikte yine ismini -yine maalesef- hatırlamadığım bir ressam kadın da vardı. Ressam kadın bir ara Lale Müldür'e burcunu sordu. Karaca Borar, bunun üzerine, her zamanki cool ve vurdumduymaz tavrıyla ve biraz da kadınla dalga geçer bir şekilde "Yoksa siz fallara mı inanıyorsunuz?" diye bir soru yöneltti kadına. Kadın şaşırmıştı. Cevabı yanlış hatırlamıyorsam "fala inanma, ama falsız da kalma" şeklinde ne yardan ne de serden vazgeçecek bir amiyaneliğe sahipti.
Bense asıl soruyu snob Karaca'ya yönelttim: "Karaca bey, siz neye inanırsınız?" Bu kez de o şaşırmıştı. Ama yine de sanki son derece normal ve alışıldık bir şeymiş gibi kendinden emin bir şekilde cevap verdi: "Bilime inanırım!" İkinci retorik sorum gecikmedi: "İyi ama bilim kendisine inanılmasını değil, kendisinin tartışılmasını talep eder, yoksa öyle değil mi?" Karaca Borar'dan bir cevap gelmedi.
Fen Lisesi öğrencisi olduğum sıralarda, yani 1985'ten itibaren sosyal teori ve felsefeye yönelik okumalarımın ilk durağının bilim üzerine yazılmış kitaplar olması kaçınılmazdı bir yerde. İlhan Kutluer'e ait Bilimsellik Üzerine, Modern Bilimin Arkaplanı gibi giriş kitaplarının yanısıra Karl R. Popper'ın Tarihselciliğin Sefaleti, Thomas S. Kuhn'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Feyerabend'in Yönteme Karşı'sı gibi bilimsel bilgiyi ve bilimselliği tarihselleştiren neredeyse klasikleşmiş kitaplar bunların başında geliyordu. Tabii merhum Şakir Kocabaş'ın Ekin yayınlarından çıkmış İfadelerin Gramatik Ayrımı da her ne kadar anlaşılması kolay önermelerden mürekkep bir eser olarak görünse de ele aldığı konular bakımından epey çetrefilli bu eserler silsilesine dahildi. Yine Hüsamettin Arslan'ın başta Epistemik Cemaat olmak üzere konuyla ilgili telif ve tercümelerinin de bilim alanındaki irfanımıza muazzam bir katkı sağladığını söyleyebiliriz.
Bu kitaplarla birlikte kavrıyorduk ki bir beşeri faaliyet alanı olarak bilim de diğer beşeri faaliyetler gibi pekala hatalarla dolu olabilir, hatta Tycho Brahe'nin laboratuarda hatalı kaydettiği verilere dayanmasına karşın Kopernik, Batlamyusçu paradigmanın anomalilerine nazaran güneş sistemini daha sade bir şekilde tasvir edebilirdi. Bu sebeplerle bilim de pekala yine beşeri bir faaliyet alanı olan eleştiriye dahildir. Hatta ülkemizde bir ara epey hakim olmuş pozitivizm anlayışının (Bunun için Murtaza Korlaelçi'nin şaheseri olan Pozitivizmin Türkiye'ye Girişi adlı kitaba bakılabilir) bilimsel bilginin ilerlemesi dediği şeyin olabilmesinin ilk yolu da bu "eleştiri" faaliyetinin asla ıskalanmamasından geçer.
Yine de buraya kadar isimlerini aktardığımız kitapların bilim öncesi bir mantığa yaslı olmadığını, daha doğrusu bilimsel faaliyetin felsefesi, tarihi ve sosyolojisiyle yetindiklerini kaydetmek önemli. Yani bu kitapların ele aldıkları konular, daha genelde "Bilim nasıl işler?" sorusuna birer cevaptır. Modern bilimin nasıl ortaya çıktığı, hangi ilkelere dayandığı, aksiyomlarının neler olduğu ve bilim adamlarının nasıl çalıştığı sorularının cevabına dair bilgiler içerir bu kitaplar.
Modern bilim faaliyetini dayandığı temel ilkeler ("metafizik") bakımdan ele alıp eleştirmek ise genelde hep ihmal edilen bir konudur. Martin Heidegger'in teknik eleştirisi hariç bu konuda yazılanların (ki, İsmet Özel'in Üç Mesele'sinin arkaplanında Heidegger'in yer aldığı söylenebilir) çoğu da modern bilimin toplumsal hayat bakımından doğurduğu güçlüklere ilişkindir.
"Modern bilim" deyişi bile birçok bakımdan sıkıntılıdır. Geleneksel bilimler dediğimizde Aristo'ya dayalı Fizik ve Batlamyus'a dayalı Astronomi (İslam geleneğinde İlm-i Heyet) disiplinlerinin ürettiği bilgilerle bu disiplinlerin "modern" dediğimiz hallerinin ürettiği bilgiler arasında bilişsel ne tür ayrımlar ve farklar bulacağımız meşkuktur. Günümüzde pekala Aristocu-Batlamyusçu paradigmanın bazı olguları Newtonyen-Kopernikçi paradigmadan daha iyi açıkladığı görülebilmektedir. Yine astronomların "olguyu açıklamayı", teoriye tercih ettiklerini gözleriz.  Bu noktadan sonra bilimi eleştirmek yerine kendine "bilimsel" diyen zihniyet yapılarını çözüştürmenin daha yerinde olacağı görülür.
İsmail Raci el-Faruki'nin Bilginin İslamileştirilmesi'ni hedefleyen projesi Ziyaüddin Serdar tarafından şiddetle eleştirilmişti. Serdar, Batılı epistemolojik çerçeve içinden üretilmiş bilginin İslamileştirilemeyeceğini savlamıştı. Batılı epistemolojik çerçeve içinde tutarlı olan bilginin ancak mümkün bir İslami epistemolojik çerçeve içinde anlam kazanacağını düşünebiliriz halbuki. Faruki'nin genelde sosyal bilimlerin verimlerini İslami bir çerçeve içinde yorumlamanın mümkün olduğu savı İslami sosyoloji, İslami Uluslararası İlişkiler Kuramı vb. bir çok arayışa yol açtı. Ancak yine de bu arayışların da son kertede akamete uğraması kaçınılmazdı, çünkü sadece modern bilim değil, içinde yaşadığımız hayatların kurgulanma biçimi de temel ilkeler bakımından ele alınmalıydı. Demek ki modern bilimi eleştirmeyi hedefleyen bir çabanın hedefini büyütmesi ve yaşanan hayatların dayandığı, temelde dayandığı ilkeleri tek tek gözden geçirmesi gerekli. Bunun ise çok daha kapsamlı bir sorgulayıcılığa yol açması beklenir. Hayat alanlarımız ile bilgi kaynaklarımızı uzlaştırmak anlamına gelen daha kapsamlı bir sorgulama... Bu sorgulamayı ise ancak yaşayarak yapabileceğimiz izahtan varestedir- tabii ki, düşünmenin kendine özgü bir tekvini ahlakı ve düsturları olduğunu asla aklımızdan çıkarmadan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder