16 Haziran 2017 Cuma

13. YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE KONYA'NIN MİMARİ KÜLTÜRÜ

Konya’nın kültür-sanat ve bilimde altın çağını XIII. yüzyılda yaşadığı söylenir. O dönemin genel atmosferi hakkında bilgi verir misiniz?

Konya açısından 13. yüzyıl, belki de düşünce, kültür ve sanat bakımından bir altın çağa tekabül eder. Bir yandan 12. yüzyıl sonlarında Endülüs ve Kuzey Afrika’dan yaşanan göçlerle gelmiş Mecdüddin İshak ve Muhyiddin Arabi gibi önemli düşünür, diplomat ve sufiler; diğer yandan Horasan’dan Anadolu’ya göç eden mana erleri, ressamlar, musavvirler, ilim adamları ve mütefekkirler vardır.

Konya’daki sanat hayatının canlılığına ilk örneği Muhyiddin Arabi’nin Fütühat-ül Mekkiyye’sinde naklettiği menkıbeden öğrenebiliriz aslında. Biliyorsunuz Arabi, 1205’te Endülüs’ün İşbilye şehrinden arkadaş olduğu Mecdüddin İshak’ın daveti üzerine Konya’ya gelmiş, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından da kendisine bir köşk tahsis edilmişti. Konya çarşısında gezerken bir musavvirle tanışığını zikreder Fütühat’ta Arabi. Kendi ifadesiyle yaşanan olaylar aynen şu şekildedir: “Bununla ilgili olarak Konya’da bir ressam (musavvir) ile aramızda çok acaib bir olay geçti. Biz ona bir gün tahayyül sanatı hakkında bilmediği bazı şeylerden bahs etmiştik. Bir gün o bir keklik yaptı ve fark edilmeyecek şekilde bir yerinde kusur yaptı ve bunu gizledi. Tasvir konusunda bizi denemek için o sureti bize getirdi ve: “Buna ne dersin” dedi. “Çok mükemmel ancak bir kusuru var” dedim. “Ayaklarındaki oransızlık” deyince kalkıp beni öptü.”

Bu musavvir, yani heykeltıraş öylesine başarılı işler üretmektedir ki, yaptığı eserlerin canlı olduğunu düşünürsünüz. Arabi, musavvirin eserindeki bir küçük hatayı işaretler; musavvir de onun bu dikkatini över. Menkıbe böyledir. Bu menkıbenin bize öğrettiği şey ne peki? Tabii ki çarşı pazarda işportacılık yapan musavvirlerin bile başarılı işler ürettiği…

Yine Varka ile Gülşah aşıknamesini resmeden ünlü nakkaş Abdülmümin el-Hoyi’nin bu eserini 1220’lerde Alaeddin Keykubat’a sunduğunu biliyoruz. Ki, Varka ile Gülşah aşıknamesinde yer alan bu 72 minyatür Uygurlardan Anadolu’ya, Anadolu’dan Kaçar hanedanının hükmü altındaki İran’a, İran’dan Osmanlı’ya takip edebileceğimiz minyatür sanatındaki eşsiz bir yaklaşımın önemli bir menzilidir. Bu menzilin 13. yüzyıl Konya’sında nakşedilmesi bana kalırsa son derece önemli.
Sadece heykeltıraşlık, ressamlık değil şiir ve mimari de, çinicilik, hat, tezhib, ciltçilik de, yine benzer şekillerde musiki de 13. yüzyıl Konya’sında dikkat çeken sanatlar arasındadır. Bu sanatların birçok ürününü Konya’da bugün bile görmek mümkün. İnce Minareli Medrese’yi Sahip Ata Külliyesi’ni inşa eden Mimar Kelükyan, diğer taş ustaları bunlardandır. Birçok ilim adamı, filozof, tabip, hattat, mantıkçı, kelamcı, fakih ismi aktarılabilir 13. yüzyıl Konya’sından. Mevlana, Ahi Evren, Şems, Sadreddin Konevi, İbn Arabi, Siracüddin Mahmud el-Urmevi belki en ünlü ve dikkat çekici olanları bunlardan.

Böyle bir ortamın oluşmasına zemin hazırlayan sosyal ve siyasal sebepler nelerdi?

Siyasal açıdan Selçuklu devletinin merkez birliğinin tam anlamıyla kurulduğu, güvenliğin en üst düzeyde sağlandığı, özellikle yüzyılın ilk yarısında kara ve deniz ticaret yollarının denetim altına alındığı bir dönemdir bu. Sinop ve Alanya limanları aracılığıyla ticaretin son derece gelişkin bir hale geldiği bu yüzyılda hanlar, kervansaraylar ve ribatlar aracılığıyla yol güvenliğinin de artırıldığını da görürüz. Hem doğudan hem de batıdan büyük insan kütlelerine bir sığınak haline dönüşür Anadolu ve elbette onun kalbi Konya.

Anadolu üzerinden düzenlenen Haçlı seferleri sona ermiş ve henüz Moğol gailesi de pek ortalıkta görünmemektedir yüzyılın ilk yarısında. 1191’den 1243’e dek o kısa sürede bu büyük gelişim aslında sadece Konya’nın değil, Anadolu’nun da barındırdığı imkanların neler olduğunu bugün bile bize hatırlatmaktadır. Yaklaşık 50 yılda onca gaileye rağmen yüzlerce yıla yetecek bir ekonomik, fikri ve estetik atılım gösterebilmişizdir.

Bu gelişimdeki en önemli unsurlara elbette esnaf örgütlenmesinden siyasi örgütlenmeye, dini eğitim ve öğretimden özgür tartışma ortamlarının sağlanmasına, ekonomik ilişkilerdeki dürüstlükten devletin üstüne düşen vazifeleri bihakkın yerine getirmesine dek birçok farklı sebep bulunabilir, ama bana kalırsa en önemlisi insana verilen değerdir. Bu değer sayesinde Anadolu’da 13. yüzyılda Rus’undan Bulgar’ına, Rum’undan Latin’ine, Gürcü’sünden Ermeni’sine, Yahudi’sinden Venedik’lisine, Acem’inden Moğol’una, Arap’ından cümle Türk ve Türkmen unsurlarına birçok inanç, mezhep ve ırktan insanın bir arada, bazen çatışarak, ama çoğunlukla barış içinde bir arada yaşayabildikleri bir coğrafyaya dönüşmüştür. Adalet bu toprakların en önemli ilkesi oldukça da aynı şeyi tekrar yaşamışızdır.

Bu altın dönemin genel olarak yerleşime, mimariye yansımaları nasıldı?

Sağlanan barış ve güven ortamı sayesinde Konya’nın Alaaddin Tepesi merkezde olmak üzere hızla gelişip büyüdüğüne şahit oluruz. 1218’de Sultan Alaeddin Keykubat şehrin, şimdilerde iç sur dediğimiz alandan hızla ve çok taştığını görünce Batı’da Sultan Cem caddesi doğuda Aziziye caddesi, güneyde Sahibiata Caddesi, kuzeyde Hastane caddesiyle sınırlayacağımız alan üstüne dış surları yaptırır. 12 kapılı, 140 kuleli bir surdur bu. Buna rağmen bu surların şehri tamamen ihata edemediğini de bilmekteyiz. En azından çok yakınlarda bazı yerleşim bölgeleri kalmıştır.  Mesela Sedirler, Konevi mahallesi, Uluırmak, Aymanas, Karaaslan, Mevlana Türbesi’nin bulunduğu bölge hep sur dışındadır. Mimari bakımdan genelde 13. yüzyıl Konya çarşısı hanlarla doludur. Meram bölgesinde köşklerin yaygın olduğunu biliyoruz. Yine Meram, Uluırmak, Sedirler ve diğer dış mahallelerde bağ evlerinin olması gayet muhtemel ve açıklayıcı. Dini ve idari yapıların mimari açıdan bize görsel bir şölen sunacağına hiç kuşku yok ama sivil yapılarda ise genelde kerpiç kullanıldığını da düşünebiliriz. Taş evlerin çok yaygın olmadığını da buna eklemeli.

Dini ve genel olarak kamu yapılarına mimari sanat açısından bakarsak neler söyleyebiliriz.  Nasıl bir mimari anlayış ön plana çıkıyor?

Yüzyılın ilk yarısında dini ve idari binalarda son derece sade bir mimari anlayışın olduğuna işaret eden günümüze dek ulaşmış bazı örnekler var. Şemseddin Altunaba Medresesi ve İplikçi Camii, Alaeddin Camii bu örnekler arasında. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış eserler arasında yer alan eserler ise daha şaşaalıdır. Buna kısmen elbette Moğol tahakkümü altında zor durumda olan devletin yöneticilerinin kendi kudret ve güçlerini sergileme iştiyakının sebep olduğunu düşünebiliriz. Malzemeler genelde taş, seramik, alçı ve ahşap olarak ön plana çıkıyor. Taş işçiliğinin en güzel örneğini ise İnce Minareli Medrese’nin medhalinde görüyoruz. Önceki medeniyetlerin malzemeleri de kullanılır dini ve idari yapılarda. Bunu da Alaeddin Camii ve Konya surlarından biliyoruz. Sivil yapılarda ise genelde ahşap ve kerpiç malzemelerinin kullanıldığını düşünmek mümkün, çünkü taş malzemenin son derece kısıtlı ve erişimi zor görünüyor. Öteden beri Sille, Meram ve Gödene taşlarıyla ön plandadır. Buralardan tedarik edilen taş malzemelerle duvarlar falan inşa edilir.

Bahsettiğimiz o altın çağın günümüz Konya’sında izlerini sürebiliyor muyuz? Siz bugünkü yerleşimde, mimarimizde o döneme dair bir şeyler görebiliyor musunuz?

Bugünkü Konya’nın merkezi de o dönemki Konya gibi aynıdır, değişmez pek. Alaeddin Tepesi bu merkezin işaretleyicisidir. Merkez zamanla belki tepenin doğusuna, güneyine, kuzeyine ya da batısına kaymış görünür ama çok uzaklaşamaz. Konya’nın ana hattı hemen her zaman Mevlana Türbesi ile Meram arasındadır; tepeyi merkez alan dalgalar halindedir genişleme. Zaman zaman kuzey, zaman zaman doğu, zaman zamansa batı yönü ön plana geçer yerleşimde. Bugünkü yerleşimde ve mimarimizde o dönemin bir izi yine de pek görülmüyor. Ne sivil yapılarda ne de idari ve dini yapılarda.

Günümüze doğru yaklaşınca Konya’nın şehirleşmesinde öne çıkan, şehrin kimliğini yansıtan modern yapılar ve bunların mimarları hakkında neler söylersiniz?

Konya açısından modern Konya’nın kimliğinin oluşturucu niteliklerinden birini teşkil eden en önemli yapılardan birkaçının Birinci Milli Mimari Akımı’nın en önemli temsilcilerinden Mimar Muzaffer Bey’e ait olduğunu gözlemliyoruz. Darul Muallimin ve Darul Muallimat binalarının, yani bugün bildiğimiz isimleriyle Gazi Lisesi ve Rektörlük binasının mimarı Muzaffer bey, 1914’te Valilik Başmimarı olarak görev yapmış Konya’da 1921’deki ölümüne dek. Sonradan üstüne bir Atatürk anıtı eklenen Ziraat Anıtı’nın mimarisi de ona ait. Bu yapıların yanı sıra 1860’lardan sonra Konya’ya gelip yerleşmiş Marunilere ait sivil yapıların da önemli bir görünürlüğe sahip olduklarını vurgulamalı. Bugün Atatürk Müzesi olarak kullanılan Yusuf Şar’ın evi, eski Kız Ortaokulu, Konya Mimarlar Odası olarak kullanılan ev ve Mimar Muzaffer Caddesi’nde yer alan yapılar, Fransız Katolik Kilisesi’yle birlikte Marunilerin inşası hep. Çiftemerdiven mahallesindeki birçok evin de Ermeni taş ustalarının elinden çıktığını biliyoruz yine. Sille’deki taş konaklar da Rumlara ait genelde. Oysa Konya’nın geniş Müslüman ahalisinin yüzyılın başında içinde bulundukları yoksulluk sebebiyle kalıcı nitelik taşıyan böyle yapılara imza atamadıklarını da kestirebiliriz.

Bugün tarihi ve kültürel mirasımızın korunması, teşhiri ile ilgili ne tür sorunlar tespit ediyorsunuz, sizce şehrimizin mevcut bir kültür politikası var mı?

Tarihi ve kültürel mirasımızın korunmasında kati bir politikamızın olmadığını ifade etmeliyiz kesinlikle. Her gün bir tarihi izin yok edildiğine şahit oluyoruz, içimiz acıyor. Birçok tarihi sivil yapı “mail-i indiham” gerekçe gösterilerek yıkıldı, artık Konya’da “kerpiç ev”, “cumbalı konak” vb. aramak boşa. Bırakın tescilsiz yapıları, tescilli yapılar bile neredeyse yıkılıyor. İşte Mevlana Müzesi’nin kuzey duvarları… Yerine 5.5 metre yüksekliğinde, 100 metre uzunluğunda, 12.5 metre Gülbahçe’ye girecek şekilde betonarme bir müze ek binası yapılmak için ortadan kaldırıldı bu taraftaki duvarlar.
Bir kültür politikamız var muhakkak, ancak kurumdan kuruma, kişiden kişiye değişiyor sanırım bu politikanın içeriği. Deyim yerindeyse “kararlı” bir politika değil bu anladığımız kadarıyla. Belki de 1870’lerde surlardan taş çektirerek mevcut vilayet binasını yaptıran Konya Valisi gibi düşünüyor yöneticilerimiz. “Alaaddin Köşkü yıkılıyor!” diye kendisini uyaranlara, “Ne var ki canım”, demiş, “Yaptırırız bir köşk!”
Her işimiz böyle.

Beğen Dergisi
Röportajı gerçekleştiren: 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder