“Genel inançlara aykırı düşen önermeye verilen isim.
Sezgisel olarak kabul edilmiş öncüllerden yola çıkarak, bu önermelerden
tümdengelimsel akılyürütme ile, ya bir çelişki, yani doğru olamayan ya
da temel inançlara aykırı bir sonuç çıkarma durumu. İlk bakışta saçma, hatta
kendisiyle çelişik görünmekle birlikte, doğru olan ya da olabilen bir görüş,
tez; ya da doğru kabul edildiği zaman yanlış, yanlış kabul edildiği zaman ise
doğru olduğu ortaya çıkan tümce ya da önermeye verilen ad.” Ahmet Cevizci
Hocanın büyük bir özenle hazırladığı felsefe sözlüğünden aktardığımız bu
satırlar paradoks kavramı ile geçen yazımızda ele almaya çalıştığımız ironi
kavramı arasında ilginç bir bağ olduğunu gösterir. İkisi de sözel figürler
olarak “yüzey anlamı” ile “derin anlam” arasındaki çelişkiye dayanırlar. Fakat
paradoksun tersine ironide bu çelişki ironinin yer aldığı sözel bağlam
sayesinde derin anlamın lehine hemen hemen giderilmiş bir çelişkidir. Paradoks
ise ironinin tersine çözümsüzlükten güç alır, ifade edildiği bağlamın
dışlanmasını gerektirir. Çelişki bir çözüme kavuşturulduğunda da görülür ki
paradoksal ifadelerin bütün değeri yerine getirilmesi elzem olan bu şartların
dışlanmasından neşet eder. İroni ne kadar bağlam bağımlı ise paradoks o kadar
bağlam düşmanı bir sözel figürdür. İroni ne kadar Türkçeleştirilebilir bir
kavramsa paradoks o kadar Grekçe ve Batılı kalır. İroni mesafedir; paradoks ise
burun burunalık.
Kendisi de büyük bir yalancı olan o ünlü Giritli filozof
Epimenides’in görünürde paradoksal sözünü bilirsiniz: “Bütün Giritliler
yalancıdır.” Bu sözü görünürde paradoksal ve sözü söyleyeni de bu sözün ifade
ettiği kısmi gerçeğin doğrudan bir muhatabı sayıyoruz; çünkü bu sözdeki
paradoksal etki tamamen sözel/bağlamsal bir düzeydedir ve aslında
sözel/bağlamsal etki bu önermeye muhatap olduğumuz anda mantıksal bir aldanmaya
da maruz kalmamızdan kaynaklanır. Önermenin bütün paradoksal etkisi onun ifade
edilme şart ve bağlamından türer. Paradoks formel bir yanlış üzerinde yükselir
yani. Oysa bilindiği gibi mantıkta “Bütün Giritliler yalancıdır” önermesinin
tersi “Bütün Giritliler doğruyu söyler” değil, “Bütün Giritliler yalancı değildir”
önermesi, yani “Bazı Giritliler yalancıdır” önermesidir. Çünkü “bütün”
tümel niteleyicisinin zıddı “bazı” tikel niteleyicisidir. Paradoks mantığın en
temel formel ilkelerinin çiğnenmesinden ya da unutulup eksik bırakılmasından
türer birçok kez. Şiirde felsefi mantık ilkelerinin çiğnenmesi göze batmaz,
hatta bazen şiir mantığı bakımından göze alınabilir bir şeydir, tıpkı
Fuzuli’nin ünlü dizelerinde olduğu gibi:
Aldanma ki şair sözü elbet yalandır
Bu anlamda basit mantıksal ilkenin çiğnenmesiyle kurulmuş
bir sözde paradokstur Epimenides’ten verdiğimiz örnek. Fakat bütün
paradoksların bu tür mantıksal ve sözel eksiltmeler ya da kandırmalarla
kurulduğunu düşünmememiz çok iyi olur, hatta gereklidir. Sonuçta bu tür bir
paradoks mantıki hatanın, yanlış öncülün ya da bilgi eksikliğinin
giderilmesiyle çözüme kavuşturulabilir. Ancak hiçbir çözüme kavuşturulamayacak
görünen mantıksal-matematiksel paradokslar da üretilmiştir Batı kültüründe.
Sözgelimi İngiliz filozof Bertrand Russell’in matematikteki küme teorisinin
gelişimine büyük katkı sağlamış paradoksu, en azından bu tür aşikâr bir
zihinsel yanıltma ve kamaşmadan uzak, ama tam da benim deyimimle “paradoks olma
haysiyetine sahip” bir paradokstur. Bazı kümeler kendi kendilerinin üyeleridir,
bazıları ise değil. Sözgelimi köpeklerin üye olduğu bir küme, kendisi bir köpek
olmadığından dolayı, kendi kendisinin bir üyesi değildir; buna zıt olarak ise “köpek
olmayanların” üye olduğu bir küme, kendisi de bir “köpek olmayan” olduğu için
kendi kendisinin bir üyesidir. Şimdi bu belirlemeden yola çıkarak meşhur
paradoksu bir soru ve bu soruda içerilen öncüllere dayalı olarak değişen
sonuçlar olarak ifade edelim: Kendi kendisinin üyesi olmayan tüm kümelerin üye
olduğu küme kendi kendisinin bir üyesi midir? Eğer kendi kendisinin bir
üyesiyse, kendi kendisinin üyesi olmayan kümelerden mürettep bir küme olma şart
ve vasfını kaybeder. Yok, şayet kendi kendisinin bir üyesi değilse, gene aynı
şarttan dolayı kendi kendisinin bir üyesi olması gerekir. Tam bir açmaz! Bu
açmazdan kurtulmanın bir yolu var mı?
Modernliğin büyük filozofu Hegel’e kulak verirsek, “varlığın
kendisini paradoks” olarak nitelememiz gerekecek. Oysa biz Türkler, Almanları
silah arkadaşı olarak sevip rastlaştığımızda selamlasak da pek laf dinlemeyiz.
Daha doğrusu laf dinletmenin yolunu onlardan daha iyi biliriz. Bu kez örneğimiz
Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat’ı ordunun başına geçirebilmek için sarf
ettiği şu tarihi sözlerdir: “Eğer padişah sizseniz gelip ordunuzun başına
geçiniz. Biz padişahsak size emrediyoruz, ordumuzun başına geçiniz!” Tam tersi,
bu sözler ve onların yaptırımcı etkisi varlığını paradoksal olmamaya borçludur.
Fatih Sultan Mehmet’in sözlerinin niyeti ve yöneldiği hedef bellidir: Sultan
II. Murat, Ordu-yu Humayun’un başına geçmelidir. Yeterince açık değil mi?
Paradoksal olmak muallak olmaktır, askıda kalmaktır,
verilmesi gerekli kararı ertelemektir. Paradoksallık bir yan etki olarak
kararsızlığı üretir. Paradoksal sözler genelde bulanıktır. Matematikte ve fen
bilimlerinde paradoksların ortaya çıkış sebebi gayet açıktır: i) eksik bilgi,
ii) işlem hatası ya da iii) yanlış kabul. Felsefede ise paradokslar ya sadece
retorik bir saldırı aracıdır ya da kararsız mizaçların güçsüzlüğünün bir
perdesi. Paradoks mantığı, bir kabul ve ret mantığıdır çünkü. Fakat paradoksal
mantıkta ne kabuller “doğru”ya ilişkin kabullerdir ne de retler “yanlış”ın
reddi. Kararsız mizaçlar ne kabullerinde ne de retlerinde güçlüdürler.
Paradoksal mantığın kabulü de reddi de olasılığa dayalıdır; geçici
varsayımlardan yola çıkar, kendi kendini çürütür, kendi kendini tartışır. Kabul
ve retlerdeki güçsüzlük dozajı paradoks mantığındaki eleştirel potansiyeli de
ortadan kaldırır. Hatta diyebiliriz ki modern çağda tarihin gördüğü en
tartışmacı sınıfın elinde bu kabul ve ret mantığı bile asıl kalitesini
yitirmiş, büyük ölçüde kısmîleşmiştir. (Fark edilecektir ki “eleştiri” ile
“tartışma”yı birbirinden ayırt etmekteyiz. Kabul ederseniz bu konuyu da başka
bir yazıda ele alalım.)
Yukarıda madem “biz Türkler” dedik, o ibare üzerindeki
vurgumuzu ısrarla sürdürelim: Türkler ve paradokstaki mantık ya da düşünme
biçimi arasında bir bağ var mıdır? Varsa bu bağ ne tür bir bağdır? Yoksa hangi
sebebe binaen yoktur? Sonuçta paradoksal mantık tabiatı gereği sirayet edici,
bulaşıcı, bulaşıcılığı ile bulanık bir mantıktır. Sirayet ettiği, bulaştığı
düşünme biçimlerini toprağı bol olası Nietzsche’nin deyimiyle “dekadan
nihilizm”e, “Avrupalı nihilizm”e mahkûm eder. Biz Türkler asla çözümsüzlüğü bir
“çözüm” görme bahtsızlığına düşmeyiz sözgelimi. Ne de nihilist kendi kendini
yıldırmanın ve yeisin pençesine düşeriz. Bizim helal ve haramlarımız vardır.
Bizim kurallarımız vardır. Bizim kurallarımızı kural olarak kabullenmemiz
vardır. Bizim kurallarımızın kural olabilme gibi bir ihtimali yoktur. Onların
kural olamama gibi bir ihtimali yoktur çünkü.
Türklerde paradoks olarak görülen şeylerin çoğu konjonktürel
ikilemlerdir. Kararsızlıklardır bunlar elbette, kararsızlık olarak kaldıkça
ülkeyi, insanı, toplumu paradoksal mantığın güçsüzlüğüne mahkûm eden şeyler
yani. Bu konjonktürel ikilemler aşıldıkça paradoks mantığı da fikri etkinliğini
yitirir. Türk milleti için konjonktürel kararsızlıkların çoğu kez kısa süreli
kalışı biz Türklerin paradoks mantığına tahammülünün olmadığını gösterir. Son
iki yüz yıldır Doğu ve Batı ikileminde beynamaz kalmamız Türkiye’nin yaşadığı
bütün sıkıntıların sebebidir. Hatta Batıcılıktan İslamcılığa, Türkçülükten
Doğu-Batı sentezine Türk düşüncesinde önemli bir yer tutmuş bütün fikri
arayışlar bu ikilemi çabucak aşma, paradoks mantığının oluşturduğu kararsızlığı
giderme girişimleri olarak görülebilir. Bu girişimlerin başarıya ulaştığı
mevziler paradoks mantığının yenilgiye uğratıldığı mevzilerdir.
Modernleşen Türkiye’deki bütün fikir akımlarının müttefik
olduğu tek nokta Türkiye’nin biricikliğidir belki de. Paradoksal bir durum
olarak okunabilir bu elbette. Ama öyle değil. Yani tam olarak öyle değil.
Türkiye’nin biricikliği üzerindeki ittifak Türkiye’nin paradoks kültüründen
masun kaldığı üzerinde varılan bir ittifaktır. Türk düşüncesinde etkili olmuş
bütün akımların birleştiği ve ayrıldığı bir noktadır bu aynı zamanda. Türk
kültürü dünya üzerinde Batılı paradoks kültüründen uzak kalmayı başarmış tek
kültürdür handiyse. İlginçtir, Türk kültüründeki bütün modernleşme hamleleri,
el birliği etmişçesine hep bu sonucu vermişlerdir. Türk modernleşmesinin tek
paradoksu belki de budur. Paradoks kültürünün dünya çapındaki yayılışına direnen
yegâne kültür.
Öte yandan Türk kültüründeki muamma geleneği ile paradoks
kültürü arasında yüzeysel bir paralellik bulunabilir. Ancak bu tür unsurlar
eğlence ve haz düzeyini aşıp düşüncenin ve yüksek kültürün dokularına sızmayı
çoğu kez başaramamışlardır. Oysa Batıda çelişki ve çatışma kültürü yüksek
kültürdür. Batı kültürü paradoks kültürüdür. Çözümsüzlüğü çözüm bellemiş bir
kültür.
Bu noktadan Bertrand Russell’in mantıksal-matematiksel
paradoksuna dönebiliriz. Russell paradoksunun küme teorisine yaptığı katkılar
bir yana, tam bir açmazla sonuçlandığını görmüştük. Aslında bu açmaz Batı
kültürünün açmazıdır. Bu açmazdan kurtulmak bu kültür için mümkün değildir.
Batı kültürünün yakalandığı hastalık tam bir örümcek ağıdır. Paradoks kültürü
paradokstan kurtulamamanın kültürüdür. Bu bakımdan paradoks kavramı da
paradoksal olmak zorunda kalacaktır.
KILAVUZ, 19. 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder