21 Mayıs 2018 Pazartesi

PARADOKS KAVRAMINA DAİR


“Genel inançlara aykırı düşen önermeye verilen isim. Sezgisel olarak kabul edilmiş öncüllerden yola çıkarak, bu önermelerden tümdengelimsel akılyürütme ile, ya bir çelişki, yani doğru olamayan ya da temel inançlara aykırı bir sonuç çıkarma durumu. İlk bakışta saçma, hatta kendisiyle çelişik görünmekle birlikte, doğru olan ya da olabilen bir görüş, tez; ya da doğru kabul edildiği zaman yanlış, yanlış kabul edildiği zaman ise doğru olduğu ortaya çıkan tümce ya da önermeye verilen ad.” Ahmet Cevizci Hocanın büyük bir özenle hazırladığı felsefe sözlüğünden aktardığımız bu satırlar paradoks kavramı ile geçen yazımızda ele almaya çalıştığımız ironi kavramı arasında ilginç bir bağ olduğunu gösterir. İkisi de sözel figürler olarak “yüzey anlamı” ile “derin anlam” arasındaki çelişkiye dayanırlar. Fakat paradoksun tersine ironide bu çelişki ironinin yer aldığı sözel bağlam sayesinde derin anlamın lehine hemen hemen giderilmiş bir çelişkidir. Paradoks ise ironinin tersine çözümsüzlükten güç alır, ifade edildiği bağlamın dışlanmasını gerektirir. Çelişki bir çözüme kavuşturulduğunda da görülür ki paradoksal ifadelerin bütün değeri yerine getirilmesi elzem olan bu şartların dışlanmasından neşet eder. İroni ne kadar bağlam bağımlı ise paradoks o kadar bağlam düşmanı bir sözel figürdür. İroni ne kadar Türkçeleştirilebilir bir kavramsa paradoks o kadar Grekçe ve Batılı kalır. İroni mesafedir; paradoks ise burun burunalık.
Kendisi de büyük bir yalancı olan o ünlü Giritli filozof Epimenides’in görünürde paradoksal sözünü bilirsiniz: “Bütün Giritliler yalancıdır.” Bu sözü görünürde paradoksal ve sözü söyleyeni de bu sözün ifade ettiği kısmi gerçeğin doğrudan bir muhatabı sayıyoruz; çünkü bu sözdeki paradoksal etki tamamen sözel/bağlamsal bir düzeydedir ve aslında sözel/bağlamsal etki bu önermeye muhatap olduğumuz anda mantıksal bir aldanmaya da maruz kalmamızdan kaynaklanır. Önermenin bütün paradoksal etkisi onun ifade edilme şart ve bağlamından türer. Paradoks formel bir yanlış üzerinde yükselir yani. Oysa bilindiği gibi mantıkta “Bütün Giritliler yalancıdır” önermesinin tersi “Bütün Giritliler doğruyu söyler” değil, “Bütün Giritliler yalancı değildir” önermesi, yani “Bazı Giritliler yalancıdır” önermesidir. Çünkü “bütün” tümel niteleyicisinin zıddı “bazı” tikel niteleyicisidir. Paradoks mantığın en temel formel ilkelerinin çiğnenmesinden ya da unutulup eksik bırakılmasından türer birçok kez. Şiirde felsefi mantık ilkelerinin çiğnenmesi göze batmaz, hatta bazen şiir mantığı bakımından göze alınabilir bir şeydir, tıpkı Fuzuli’nin ünlü dizelerinde olduğu gibi:
Aldanma ki şair sözü elbet yalandır
Bu anlamda basit mantıksal ilkenin çiğnenmesiyle kurulmuş bir sözde paradokstur Epimenides’ten verdiğimiz örnek. Fakat bütün paradoksların bu tür mantıksal ve sözel eksiltmeler ya da kandırmalarla kurulduğunu düşünmememiz çok iyi olur, hatta gereklidir. Sonuçta bu tür bir paradoks mantıki hatanın, yanlış öncülün ya da bilgi eksikliğinin giderilmesiyle çözüme kavuşturulabilir. Ancak hiçbir çözüme kavuşturulamayacak görünen mantıksal-matematiksel paradokslar da üretilmiştir Batı kültüründe. Sözgelimi İngiliz filozof Bertrand Russell’in matematikteki küme teorisinin gelişimine büyük katkı sağlamış paradoksu, en azından bu tür aşikâr bir zihinsel yanıltma ve kamaşmadan uzak, ama tam da benim deyimimle “paradoks olma haysiyetine sahip” bir paradokstur. Bazı kümeler kendi kendilerinin üyeleridir, bazıları ise değil. Sözgelimi köpeklerin üye olduğu bir küme, kendisi bir köpek olmadığından dolayı, kendi kendisinin bir üyesi değildir; buna zıt olarak ise “köpek olmayanların” üye olduğu bir küme, kendisi de bir “köpek olmayan” olduğu için kendi kendisinin bir üyesidir. Şimdi bu belirlemeden yola çıkarak meşhur paradoksu bir soru ve bu soruda içerilen öncüllere dayalı olarak değişen sonuçlar olarak ifade edelim: Kendi kendisinin üyesi olmayan tüm kümelerin üye olduğu küme kendi kendisinin bir üyesi midir? Eğer kendi kendisinin bir üyesiyse, kendi kendisinin üyesi olmayan kümelerden mürettep bir küme olma şart ve vasfını kaybeder. Yok, şayet kendi kendisinin bir üyesi değilse, gene aynı şarttan dolayı kendi kendisinin bir üyesi olması gerekir. Tam bir açmaz! Bu açmazdan kurtulmanın bir yolu var mı?
Modernliğin büyük filozofu Hegel’e kulak verirsek, “varlığın kendisini paradoks” olarak nitelememiz gerekecek. Oysa biz Türkler, Almanları silah arkadaşı olarak sevip rastlaştığımızda selamlasak da pek laf dinlemeyiz. Daha doğrusu laf dinletmenin yolunu onlardan daha iyi biliriz. Bu kez örneğimiz Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat’ı ordunun başına geçirebilmek için sarf ettiği şu tarihi sözlerdir: “Eğer padişah sizseniz gelip ordunuzun başına geçiniz. Biz padişahsak size emrediyoruz, ordumuzun başına geçiniz!” Tam tersi, bu sözler ve onların yaptırımcı etkisi varlığını paradoksal olmamaya borçludur. Fatih Sultan Mehmet’in sözlerinin niyeti ve yöneldiği hedef bellidir: Sultan II. Murat, Ordu-yu Humayun’un başına geçmelidir. Yeterince açık değil mi?
Paradoksal olmak muallak olmaktır, askıda kalmaktır, verilmesi gerekli kararı ertelemektir. Paradoksallık bir yan etki olarak kararsızlığı üretir. Paradoksal sözler genelde bulanıktır. Matematikte ve fen bilimlerinde paradoksların ortaya çıkış sebebi gayet açıktır: i) eksik bilgi, ii) işlem hatası ya da iii) yanlış kabul. Felsefede ise paradokslar ya sadece retorik bir saldırı aracıdır ya da kararsız mizaçların güçsüzlüğünün bir perdesi. Paradoks mantığı, bir kabul ve ret mantığıdır çünkü. Fakat paradoksal mantıkta ne kabuller “doğru”ya ilişkin kabullerdir ne de retler “yanlış”ın reddi. Kararsız mizaçlar ne kabullerinde ne de retlerinde güçlüdürler. Paradoksal mantığın kabulü de reddi de olasılığa dayalıdır; geçici varsayımlardan yola çıkar, kendi kendini çürütür, kendi kendini tartışır. Kabul ve retlerdeki güçsüzlük dozajı paradoks mantığındaki eleştirel potansiyeli de ortadan kaldırır. Hatta diyebiliriz ki modern çağda tarihin gördüğü en tartışmacı sınıfın elinde bu kabul ve ret mantığı bile asıl kalitesini yitirmiş, büyük ölçüde kısmîleşmiştir. (Fark edilecektir ki “eleştiri” ile “tartışma”yı birbirinden ayırt etmekteyiz. Kabul ederseniz bu konuyu da başka bir yazıda ele alalım.)
Yukarıda madem “biz Türkler” dedik, o ibare üzerindeki vurgumuzu ısrarla sürdürelim: Türkler ve paradokstaki mantık ya da düşünme biçimi arasında bir bağ var mıdır? Varsa bu bağ ne tür bir bağdır? Yoksa hangi sebebe binaen yoktur? Sonuçta paradoksal mantık tabiatı gereği sirayet edici, bulaşıcı, bulaşıcılığı ile bulanık bir mantıktır. Sirayet ettiği, bulaştığı düşünme biçimlerini toprağı bol olası Nietzsche’nin deyimiyle “dekadan nihilizm”e, “Avrupalı nihilizm”e mahkûm eder. Biz Türkler asla çözümsüzlüğü bir “çözüm” görme bahtsızlığına düşmeyiz sözgelimi. Ne de nihilist kendi kendini yıldırmanın ve yeisin pençesine düşeriz. Bizim helal ve haramlarımız vardır. Bizim kurallarımız vardır. Bizim kurallarımızı kural olarak kabullenmemiz vardır. Bizim kurallarımızın kural olabilme gibi bir ihtimali yoktur. Onların kural olamama gibi bir ihtimali yoktur çünkü.
Türklerde paradoks olarak görülen şeylerin çoğu konjonktürel ikilemlerdir. Kararsızlıklardır bunlar elbette, kararsızlık olarak kaldıkça ülkeyi, insanı, toplumu paradoksal mantığın güçsüzlüğüne mahkûm eden şeyler yani. Bu konjonktürel ikilemler aşıldıkça paradoks mantığı da fikri etkinliğini yitirir. Türk milleti için konjonktürel kararsızlıkların çoğu kez kısa süreli kalışı biz Türklerin paradoks mantığına tahammülünün olmadığını gösterir. Son iki yüz yıldır Doğu ve Batı ikileminde beynamaz kalmamız Türkiye’nin yaşadığı bütün sıkıntıların sebebidir. Hatta Batıcılıktan İslamcılığa, Türkçülükten Doğu-Batı sentezine Türk düşüncesinde önemli bir yer tutmuş bütün fikri arayışlar bu ikilemi çabucak aşma, paradoks mantığının oluşturduğu kararsızlığı giderme girişimleri olarak görülebilir. Bu girişimlerin başarıya ulaştığı mevziler paradoks mantığının yenilgiye uğratıldığı mevzilerdir.
Modernleşen Türkiye’deki bütün fikir akımlarının müttefik olduğu tek nokta Türkiye’nin biricikliğidir belki de. Paradoksal bir durum olarak okunabilir bu elbette. Ama öyle değil. Yani tam olarak öyle değil. Türkiye’nin biricikliği üzerindeki ittifak Türkiye’nin paradoks kültüründen masun kaldığı üzerinde varılan bir ittifaktır. Türk düşüncesinde etkili olmuş bütün akımların birleştiği ve ayrıldığı bir noktadır bu aynı zamanda. Türk kültürü dünya üzerinde Batılı paradoks kültüründen uzak kalmayı başarmış tek kültürdür handiyse. İlginçtir, Türk kültüründeki bütün modernleşme hamleleri, el birliği etmişçesine hep bu sonucu vermişlerdir. Türk modernleşmesinin tek paradoksu belki de budur. Paradoks kültürünün dünya çapındaki yayılışına direnen yegâne kültür.
Öte yandan Türk kültüründeki muamma geleneği ile paradoks kültürü arasında yüzeysel bir paralellik bulunabilir. Ancak bu tür unsurlar eğlence ve haz düzeyini aşıp düşüncenin ve yüksek kültürün dokularına sızmayı çoğu kez başaramamışlardır. Oysa Batıda çelişki ve çatışma kültürü yüksek kültürdür. Batı kültürü paradoks kültürüdür. Çözümsüzlüğü çözüm bellemiş bir kültür.

Bu noktadan Bertrand Russell’in mantıksal-matematiksel paradoksuna dönebiliriz. Russell paradoksunun küme teorisine yaptığı katkılar bir yana, tam bir açmazla sonuçlandığını görmüştük. Aslında bu açmaz Batı kültürünün açmazıdır. Bu açmazdan kurtulmak bu kültür için mümkün değildir. Batı kültürünün yakalandığı hastalık tam bir örümcek ağıdır. Paradoks kültürü paradokstan kurtulamamanın kültürüdür. Bu bakımdan paradoks kavramı da paradoksal olmak zorunda kalacaktır.

KILAVUZ, 19. 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder