20 Haziran 2018 Çarşamba

Tarih ve toplum filozofuna saygıyla

Kuzey Afrika’da 14. yüzyılda dünyaya gelen İbn Haldun, ilk defa kendisinin temellendirdiği “umran ilmi” ve bu ilmin temel kitabı olarak yazdığı el-İber’in girişi olarak düşündüğü şaheseri Mukaddime ile modern dönemlerde gelişecek birçok disiplinin ilk örneğini ortaya çıkarmış sayılır. İbn Haldun’un düşündüğü şekliyle umran ilmini bir tür toplum metafiziği sayabiliriz; kendisine kadarki metafizikçilerin fark edemediği bir varlık alanını, yani tarihsel-toplumsal varlık alanını araştırma konusu seçen bir ontolojiye yaslı bu bakışla umran ilmini tarih kadar felsefenin de bir bölümü olarak düşünen İbn Haldun, insani bir başarı addettiği umranın yeni bir alemin inşası olduğunu vurgular. 
İbn Haldun’a göre insanlar tarafından zorunlu biçimde ortaya çıkarılan bu varlık alanının unsurları zamanla insanların karşısına zorlayıcı bir güç olarak çıkar ve onların hayatları kadar tarihsel gidişatı da belirler. İnsanların yalnız belli mekanda bir arada yaşamalarının değil, aynı zamanda bir düzen içerisinde yaşamalarının da asli olduğunu düşünen İbn Haldun, tarih yazıcılığını, toplumsal hayatın hallerini, bu hayatı mümkün kılan siyaset ve devleti, bunların oluş ve yok oluş şartlarını, insanların geçim yollarını ve bu yolların hallerle olan bağının ortaya konulmasını, hallerle birlikte ortaya çıkan zorunlu sonuçları ve bir bütün olarak tarihi anlaşılır kılmayı umran ilminin belli başlı meseleleri şeklinde ele alarak bütün bu süreçlerin çift yönlülüğüne dikkat çeker.
Eleştirel tarih anlayışı
Devlet, otorite, mülk, uygarlık, tarihyazıcılığı ve tarih, toplumsal ve siyasal değişimler, tarih felsefeleri hakkında son derece tutarlı ve özgün görüşler oluşturmayı, kurduğu bu toplum metafiziğiyle başaran İbn Haldun, böylelikle sadece eleştirel bir tarih anlayışının gelişimine de katkı sunmakla kalmaz, aynı zamanda modern tarih felsefeleri, sosyoloji vb. disiplinleri de önceler.
Gerçek bir tarih ve toplum filozofu sayabileceğimiz İbn Haldun’un bu niteliğinin siyasi arenada yer alan bir devlet adamı oluşundan kaynaklanan sebepleri de vardır muhakkak. Kuzey Afrika’da özellikle Memlükler döneminde etkin görevlerde bulunmuş İbn Haldun’un siyasi arenada gözlemlerinin Mukaddime’de serdettiği görüşlerin oluşmasına katkı sağladığını düşünebiliriz. Kendisinden önceki tarihyazıcılığının rivayete dayalı aktarım modellerini ve şifahi yanlarını eleştiren, tarihsel olaylardaki neden-sonuç ilişkilerini belirgin bir metodolojik çerçevede ele almaya imkan tanıyan bakışıyla gerek tarih disiplinini gerekse sosyolojik bakışı mümkün kılan İbn Haldun’u Platon, Aristoteles ve Galen ile başlayan, Farabi, İbn Sina ve İbn Ruşd ile devam eden ve sonrasında Montesquieu, Hume, Adam Smith ve Durkheim ile yenilenen entelektüel geleneğin bir mensubu addeden Stephen Frederi Dale, İbn Haldun ve İnsan Bilimi adıyla Türkçeleştirilmiş kitabında onu ve şaheseri Mukaddime’yi anlamaya dönük bir çaba sarfediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder