15 Mart 2019 Cuma

İslam kozmolojisinde ‘gökseller’in durumu

Klasik İslam düşüncesinde yer alan önemli meselelerden birini oluşturur felekler ve onlarla bağlantılı bir biçimde gök akılları, küreleri ve nefisleri. Bilhassa Kindi, Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd ile karakterize edebileceğimiz Meşşai filozofların sıklıkla başvurdukları göksel akıllar, akli cevherler, akledilir suretler, soyut akıllar, mufarık akıllar, felekler, melekler, semavi nefisler, gök küreleri, semavi cisimler, gök hareketleri, burçlar vb. kavramlar özellikle fiziki alem ile metafizik gerçeklik arasındaki bağları kurmada bu filozofların kullandıkları ontolojik, kozmolojik ve epistemolojik çerçevenin bileşenlerini oluşturmuştur. 
Her ne kadar Meşşai felsefenin ana istinat noktası Aristoteles merkezli olarak algılansa da Meşşai gelenek Eflatun, Aristo ve Neo-Eflatuncu felsefelerin din-felsefe uzlaşması temelinde yeniden yorumlanması olarak da okunabilir. Sözgelimi İbn Rüşd açısından akli yol ve yöntemlerle elde edilen bilgi, yani aklilik ile dinin bilgi verme yöntemini temsil eden vahiy süt kardeştir. Belki de bu açıdan İslam dünyasında felsefenin gelişimi ilahi olanla irtibat kurmayı sürekli önemsedi ve bu bakımdan bazı teoremler de vaz etti. 
Meşşai filozofların antik dönemden tevarüs ettikleri bilgi birikimini genel kozmoloji anlayışlarının bir gereği olarak metafizik ile birleştirip felsefe yaparak kozmolojiye yeni bir bakış açısı getirdiklerini vurgulayan Ömer Faruk Erdoğan, Felek’in Felsefesi adıyla yayınlanan kitabında, İslami kozmolojinin genel amacının görünen alemi bir merdiven görüp kozmos ötesi Hakikat’e ulaştıran bir ilim husule getirmek olduğunu vurguluyor.  Nitekim gerek hemen her kitabını dini hükümlerin gerekliliği ve yararlılığını belirtmek için fırsat edinen İbn Sina’nın gerekse ilk Akıl’dan hareketle en bayağı maddeye kadar hiyerarşik bir şekilde sistemleştirdiği ve ona has sudurcu yaratma anlayışı onların felsefesini dini temelli felsefeler olarak algılmamızı kolaylaştırmaktadır. 
Feleklerin canlılığı
Gazali’nin Meşşailere yönelik Tehafüt-el Felasife’sindeki ilgili üç meselede itirazlarını “feleklerin canlılığı, Allah’a kendilerince bir ibadet ve itaatte bulunmaları ve tikel bilgiye mazhar olmaları” gibi feleklerin olup olmadığına değil, bunların akli delillerle bilinip bilinmeyeceğine yaptığını belirten Erdoğan, Gazali’nin son derece doğru bir zeminde doğru bir tartışma başlatmışken bu zemini koruyamadığını da vurguluyor. Aristo’ya rağmen bütün alemi Allah’ın varlığının canlı bir tecellisine dönüştüren Farabi ve İbn Sina’ya karşı Gazali, yöntemi kelamdan sistematiği felsefeden oluşan eseri Tehafüt’te filozofların “gökseller”e biçtiği rolün hem dini hem de akli olarak tutarsız olduğunu, bu konularda filozofların yetkinliğinin tartışılabileceğini gösterir. Gazali’nin Osmanlı dönemindeki Hocazade, Karabaği, Kemalpaşazade gibi şarihleri de Gazali’nin ulaştığı sonuçları teyit ederler. Kitabında felsefe-din uzlaşması, Meşşailerin göksellere bakışı, İslam kozmolojisinde “gökseller”in durumu gibi konuları ele alan Ömer Faruk Erdoğan’ın kitabı gündelik kültürümüze bile yansıyan “felek” algısı ve anlayışının kökenlerini soruşturmamıza da imkan tanıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder