4 Mart 2019 Pazartesi

Şihabüddin Sühreverdi El-Maktul'ün nur metafiziği: Nur Heykelleri


Ortaçağ İslam düşüncesindeki iki büyük felsefi gelenekten biri olan İşrakiliğin (diğeri Meşşailiktir) kurucusu, 38 yaşında Halep'te zindanda tutulurken Halep Emirinin babası Selahaddin Eyyubi'nin talimatıyla katledilmiş bir isim Şihabüddin Suhreverdi el-Maktul. Suhreverdi'nin, aynı zamanda Fahreddin Razi'ye hocalık etmiş Mecdüddin el-Cili'nin başka bir talebesi olarak ondan fıkıh usulü, mantık ve felsefe tahsil ettiğini biliyoruz. Meraga'daki bu eğitiminin ardından İsfahan'a geçerek mantık eğitimi ve İbn Sina felsefesi hakkındaki bilgilerini pekiştiren Suhreverdi Irak, Diyarbakır, İç Anadolu ve Suriye'de bulunup Artuklu, Danişmendli, Selçuklu ve Halep emirlerinin himayesinde eserlerini telif eder.
Şemseddin Şehrezuri (ö. 1288), İbn Kemmine (ö.1284), Kutbuddin Şirazi (ö. 1311), Nasireddin Tusi (ö. 1274), Celaleddin Devvani (ö. 1502) ve Molla Sadra (ö. 1640) gibi filozoflar üzerinde de kalıcı tesirler bırakan ve hatta bu sebeple onların da İşraki olarak anılmasına yol açan Suhreverdi'nin kendi felsefesini en son İbn Sina'da temeyyüz ettiğini söyleyebileceğimiz Meşşailik'in kapsamlı bir eleştirisi ve temellükü üzerine inşa ettiği vurgulanabilir. "Sen mi üstünsün yoksa İbn Sina mı?" şeklindeki bir soruya Suhreverdi'nin pek de mütevazı olmayan bir tarzda "bahse dayalı konularda İbn Sina ile ben, ya eşitiz, ya da ben ondan daha büyük olacağım. Fakat keşfe ve zevke dayalı ilimlerde ben ondan çok üstünüm" şeklinde cevap verdiğine dair iddialar göz önüne alınırsa Suhreverdi'nin İbn Sinacı felsefi mirası "eleştirel temellük"üyle kasdımız amacına ulaşır. Yine de "İlk Muallim", dolayısıyla üstad olarak Aristoteles'i gören el Kindi, Farabi ve İbn Sina'nın temsil ettiği Meşşai geleneğe karşı Seyyid Şerif Cürcani'ye göre İşrakiyyun, "üstadları Platon olan feylesoflar"a verilen isimdir.

İşrakiliğin anlamlarına dair
Peki İşrakilik ne anlama gelir? Suhreverdi ve ardıllarına İşraki dendiğinde ne anlamalıyız? Gerek Farabi'nin, gerek İbn Sina'nın gerekse de İbn Tufeyl'in bir şekilde Antik Yunan köklerden azade tamamen Doğu'ya, İslam kültürüne has bir İşrak felsefesi oluşturma çabası sarf ettiklerini ve hatta İbn Sina'nın son teliflerinden birinin Hikmet-ül Meşrikiyyin ismini taşıdığını biliyoruz. Ancak bütün bu çabaların Suhreverdi'ye katkı sağlamaktan öte kamil anlamıyla bir İşrakilik olarak değerlendirilemeyeceği de açık. Yine Suhreverdi'nin kurduğu İşrak felsefesinin de Farabi ve İbn Sina'nın arzulayıp teşebbüs ettikleri, ama gerçekleştiremedikleri türden İslam kültürüne has bir sistem oluşturmadığını da vurgulamalıyız. Hikmet-ül İşrak yapı itibariyle Platon ile Neo-Platonculuğun fikirleri, Zerdüştlük ve eski Mısır'ın gelenekleri, Sabiilik, Hint düşüncesi ve Gazali ile tasavvufun esinlemelerini barındıran bir sistematiği bize yansıtır. Epistemolojik olarak bilgi edinmede "nazari keşf"diyebileceğimiz türden bir sezgiciliğe ve ilhama değer veren İşrakilik bu bakımdan Tasavvuf ile Meşşa'ilik arasında orta bir yerde kabul edilebilir. İşrakiliğe göre insan mutlak hakikati ve ilahi gerçeği ancak işrak yolu ile, yani bir iç aydınlanması şeklinde idrak edebilir. İşrakiyyun için akıl insanı belli bir sınıra kadar götürebilen bir yetidir, ancak bu yeti nihai hakikati kavrayamaz.
İşrakilik'e göre insan, mükaşefe ile derece derece karanlıktan Nur'a doğru yükselir. Allah ise bütün ışıkların birleştiği ışık olup Nurlar Nuru (Nuru'l-Envar) olarak kabul edilir. Her mistik ruh, peygamberler gibi, sözlerin anlaşıldığı ve hakikatlerin görüldüğü Mana ve Melekut Alemi ile temasa geçer. İşte bu vecd haline işrak adı verilir. Sühreverdi'nin, varlığı nur kavramıyla açıklamaya çalışarak bir çeşit nur metafiziği yaptığını söyleyebiliriz. Kur'an'daki "Allah göklerin ve yerin nurudur" gibi ayetleri kendine mehaz edinen Suhreverdi'ye göre önemli  varlık, sadece nurun belli bir tertip üzere zuhur etmesinden oluşan hiyerarşik bir yapı görünümü taşır, ancak bu görünümü sağlayan da yine nurdur.

Sühreverdi'nin kendine seçtiği silsileler
Suhreverdi, Tufan'dan önce yaşamış İdris peygamberle özdeşleştirilen Hermes'e verildiğini iddia ettiği hikmetin kendisine; Hermes > Agathedemon (Şit) > Asklepius > Pytnagoras > Empedokles > Platon > Zünnun-u Mısri > Ebu Sehl et-Tüsteri yoluyla Mısır ve Yunan kanalından; Hermes > Agathedemon (Şit) > Fars rahip kralları > Gayümers > Feridun >Keyhüsrev > Ebu Yezid Bistami > Hallac-ı Mansur > Ebu'l-Hasan el-Harrakani silsilesiyle de İran kanalından ulaştığını da öne sürer. Suhreverdi'nin İşrakiliğindeki Zerdüşti etki belki en çok Işık ve Karanlık düalizminde aranabilir. Ancak, Zerdüştlükte Işık ile Karanlık arasında tam bir karşıtlık vaz edilmiş ve uzlaşmaları mümkün değilken İşrakilik nur ve zulmetin, aynı şeyin mahiyet değiştirmiş biçimi olduğunu söyler.
Her ne kadar Suhreverdi temelde Platon'un fikirlerine bağlı kalmışsa da Aristoteles'le de görüştüğünü öne sürmüştür. Aristo'nun düşüncelerini de zaman zaman muarızlarına karşı kullanmaktan çekinmemiştir. Hilmi Ziya Ülken bu bakımdan onu  Alman ilahiyatçısı Rudolph Steiner'e benzetir. Ülken'e göre Suhreverdi, tasavvufçular ile meşşailerin ortasında bulunur ve tasavvufçulara saldıracağı zaman Aristoteles'e, meşşailere saldıracağı zaman ise tasavvufçulara dayanır.
Suhreverdi'ye ait Nur Heykelleri son derece kısa bir risale olmasına karşın İşrak felsefesine iyi bir başlangıç eseridir.

(Cins, Şubat 2019)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder