6 Mart 2019 Çarşamba

ŞİİR OKUMA GÜNLÜĞÜ-3



Ormanı saklayan ağaçlar
Ünlü fıkradır: Temel, Dursun'a "Ormanı görüyor musun?" diye sormuş. Dursun'un olanca üzüntüsüyle verdiği cevap şu: "Ağaçlardan maalesef ormanı göremiyorum."

Ahmet Demirhan'ın bu ayki Dergah'ta yayınlanan "Şairler de kırmızı ışıkta durmalı" başlıklı yazısını okuduğumda aklıma gelen ilk fıkranın bu olması ne kadar garip. Demirhan yazısında Muzaffer İlhan Erdost'un "İkinci Yeni" yazısına 'odak'lanarak, İkinci Yeni'nin doğuşu, adlandırılması vb. 1950'lerin sonundan bu yana gerek şairler gerekse eleştirmenlerce, çoğu kez yazılı olmayan bir biçimde, sürekli tartışılmış bir konuyu deşmeye çalışıyor. Elbette kamuya açık olmayan sözlü tartışmaların tamamına hiçbirimizin tamamen hakim olmadığını, hatta bazen bu tartışmaların tek tek şairlerin, eleştirmenlerin kendi uğraşlarını kendilerine izah babındaki bir tartışmaya dönüşmesi sebebiyle hiçbir şekilde 'söz'e bile dökülmediğini düşünürsek 'edebiyat göreneği'ne sadık kalarak bu tartışmaların dışa vurulmuş hallerini yansıtan şiir ve yazıları konu edinmek gerekecek. Bu durumda Demirhan'ın yazısının 'eleştirmenlerin eleştirilmesi' gibi önemli bir zaafı var: Doğrudan şiirlerden, bu şiirlerin ilişkilerinden yola çıkmamak. Bu da elbette 'kırmızı ışıkta durmaları' istenen şairlerin de eleştirmenlerden talep edebileceği bir husus. Demirhan'ın şairlerden kırmızı ışıkta durmaları gerektiği talebine yakından bakılırsa görülecek o paradoksal durumu da ıskalamamalı elbette: Şairler, kırmızı ışıkta durabilseydi belki şiir denen 'kaza' ortaya çıkamazdı. Ya da  aynı şeyi daha vurgulu bir şekilde tekrarlayacak olursam, şairler kırmızı ışıkta durmadığı için şiir denen o 'kaza'lar gerçekleşiyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Osman Özbahçe'nin koyduğu o kaydı da pek kaale almamış Demirhan. İlkin Kökler'de yayınlanmış üç uzun yazının bir araya getirilmesinden oluşan İkinci Yeninin Doğuşu başlıklı kitabı daha yenilerde yayınlandı Özbahçe'nin. O kitabının bir yerinde şunu söylüyor Osman: "İşlevi itibariyle, Erdost'un, 'Bir Şey Söylemeyen Şiir' başlıklı yazısı 'İkinci Yeni' başlıklı yazısından daha değerlidir. Anlamın rastlantısallığının savunulduğu bu yazı İkinci Yeni tartışmalarının merkezini oluşturmuştur. İkinci Yeniye saldıranların en önemli kozudur. Hem İlhan Berk, Ece Ayhan gibi şairlerin şiir görüşlerini etkilemiş, hem de İkinci Yeninin isim babası Erdost'un bu görüşü ortaya atması ve savunması dolayısıyla bu görüş İkinci Yeninin temel savı olarak algılanmıştır." Elbette Özbahçe, bu görüşü İkinci Yeninin 'temel savı' olarak kabul etmiyor. (Az önce bahsettiğim şairler ve eleştirmenler arasındaki muhabbetlerin, sohbet ve tartışmaların asli konularından birinin de bu 'anlam'/'anlamsızlık' olduğunu 1990'lardan bu yanaki gözlemlerimden yola çıkarak söyleyebilirim.)

İkinci Yeni üzerine tartışmaları Muzaffer İlhan Erdost yazıları üzerinden okumak bir yerde çıkmaz yola girmeyi peşinen göze almayı getiriyor. Sezai Karakoç'un 1955 tarihli iki sayılık Şiir Sanatı dergisi (ki Karakoç'un “Yeni Türk Şiirinin Yönü" bu derginin iki sayısında yayınlanır),  1958 tarihli Pazar Postası'ndaki 'Bir Materyalist Şiir' etrafında gelişen tartışmalar, yine o dönemlerde yapılan "öz-biçim" tartışması bana İkinci Yeni şiirinin oluştuğu zemini, her türlü adlandırma vb.'den daha öncelikli olarak, göz önünde tutmamız gerektiğini öğretiyor. Sezai Karakoç'un, Cemal Süreya'nın, Turgut Uyar'ın gerek Attila İlhan'ın Mavi dergisi etrafında örgütlediği şairlerle, gerek Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet adlarıyla bildiğimiz Garip şiirinin "üçüz"leriyle; doğrusu, yazılan 'yeni' şiirin vücut bulduğu ortamla ilişkisinin önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Karakoç'un İkinci Yeni şiirini bir 'çoğulluk' (çokluk değil, çokluğu Edip Cansever'e has kılıyor çünkü Karakoç) olarak nitelediğini biliyoruz, Cemal Süreya'nın da 'güvercin curnatası' olarak nitelediğini... Bu nitelemelerin gösterdiği şey de açık: Bir 'ortam'dır İkinci Yeni, bir 'akım' olmaktan önce. Belki de İkinci Yeni dediğimiz sözümona akım Orhan Veli'nin, Behçet Necatigil'in, Sezai Karakoç'un şiirlerindeki gibi 'Kapalı Çarşı' ya da Ece Ayhan'ın şiirinde geçtiği biçimiyle 'Çapalı Karşı'dır.

Buraya kadar hep Demirhan'ın yazısındaki kendime göre eksik, yetersiz ve belki de yanlış bulduğum hususları zikrettim. Elbette bu zikrediş esnasında da bir çok eksik husus bıraktım, birçok meseleyi yetersizce ele aldım ve belki de birçok yanlış yaptım. Buna karşın yine de Demirhan'ın yazısının değerli bir tarafı var. Kavrayış gücü yüksek bir yazar Demirhan. Edebiyat eleştirisi alanında özellikle Orhan Koçak, Jale Parla vb. isimlerin gündeme getirdiği konulara yönelik eleştirel okumaları son derece değerli. Demirhan'ın Dergah'taki yazısı, en azından eleştirme görevinin sadece ürün sahiplerine ve onların dostlarına bırakıldığı bir edebi ortamın yetersizliğine dikkatleri çekmesi bakımından bile önemli. Son kertede Demirhan'ın 'son dönem Türk şiiri üzerine hazırlamakta olduğu' kitabı beklememiz gerekiyor büyük ölçüde. İnşallah en kısa zamanda tamamlanır o çalışma.
Peki ama bütün bunların başlangıçta aktardığım fıkrayla ilgisi ne? Şu: Ağaçlar, o büyük şairler; ormanı, ormanın niteliğini, ağaçların ortak bir zemini oluşunu gözden kaçırmamıza yol açabiliyor pekâlâ. Ağaçlara odaklananlar ormanı, ormanı görmek isteyenler ise ağaçları ıskalayabiliyor. Oysa kavramsal optiğimizin 'odaklanma' noktasının sürekli sabit kalmasının ne ağaçları ne de ormanı aynı anda görmemize imkan tanımayacağını mutlaka söylemeliyim. (17 Mart 2018)

Şiirde II. Yeni Göreneği'ni savunmak
Şiirde göreneği savunmak her zaman yaşlı kuşakların işi midir? Son zamanlarda kafamı kurcalayan en önemli sorulardan biri bu. Avant-garde, post-avantgarde vb. tartışmalara girmeksizin, modern şiirin hep 'kendisine karşı gelenek' oluşturduğunu savlayan Octavio Paz'a güvenip söylemek gerekirse, günümüzde ortada artık ne 'gelenek', ne 'görenek', ne de avantgarde vardır. Elbette modern şiirin sürekli 'kendine karşı bir gelenek' olarak nitelendirilmesinde onun ikircikli sayılabilecek yanlarının payı da çoktur. Yine de Octavio Paz'ın tanımlamasına ilişkin ihtiyat kaydımıza sadık kalarak genç şairler ile yaşlı kuşaklar arasındaki farklılığı daha sarih bir şekilde tasvir edebiliriz: Yaşlı kuşakların yazdıklarıyla şiirin etkin tarihini (bu etkinliğin büyük kısmı yazılan şiirlerin yakın tarihliliğiyle alakalıdır elbette. Şiir yazmaya başlayan gençlerin, öncelikle okudukları metinlerdir bunlar) temsil ederken genç şairlerin üstlerindeki yakın veya uzak etkilerle şiirin bugününü ve yarınını oluşturmaya başladıklarını düşünebiliriz pekâlâ. Yine de bu düşünceyi kabulümüz, ne yaşlı kuşakların şiir göreneğini temsil ettiklerine ne de onların bu göreneği savunduklarına delalet etmez. Hiç kuşkusuz, genç, şiir yazmaya yeni başlamış bir şair de şiirin etkin tarihselliği içinde şiir göreneğini yaşlı kuşaklara kıyasla daha çok savunuyor, daha çok bu göreneğin dayanıklılığını, sürekliliğini temsil ediyor olabilir. Bu, o genç şairin, zamanından önce yaşlandığını göstermez hemence. Bu kanaat bana kalırsa yanlıştır. Hiç değilse göreneğin hâlâ sağlam, hâlâ dayanıklı bir şekilde şiir ortamında etkisini koruduğunu düşünmek elzemdir ilkin. O genç şairin zamanından önce yaşlandığını varsaymak, göreneğin dayanma gücünü, metanetini kaybettiği ispatlandıktan sonraki seçenektir daima.

Modern şiir geleneğinde birbirini takip eden kuşakların birbirleriyle çoğu kez tartışmalı olması, şiirin nasıl yazılması gerektiği hususunda bir türlü bir mutabakat sağlayamamaları gayet alışık olduğumuz bir şey. Türk şiirinin yakın tarihinde, yani son 50 yılında ısrarla üzerinde durulan eleştirel konulara kuşbakışı bir nazar bunu ortaya koyacaktır en azından. Ama bu 50 yılda sayabileceğimiz bütün akım, kuşak vb.'ne dahil şairlerin hiçbiri, hiçbir şekilde II. Yeni'nin Türk şiirine kazandırdığı göreneğin pek uzağında addedilemeyecektir. Belki de her kuşak bir önceki yada sonraki kuşağa karşı II. Yeni göreneğini temsile kendilerinin daha salahiyetli olduğunu söylemekten başka bir şey yapmıyordur. Büyük ihtimalle, bütün bu tartışmalar artık o göreneğin sınırlarına ulaştığımızın bir kanıtıdır. (13 Kasım 2018)

Muhayyel, Şubat 2019


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder