Felsefe sorudur
Bazen cevaplanması
öyle
zor, hatta imkânsız sorular sorar ki çocuk,
hayret edersiniz; nereden buluyor bu soruları, kimden ediniyor, kim fısıldıyor
bu soruları onun kulağına? Bir akıl hocası mı var bu afacan ufaklığın? Sorular
sahiden zordur. Belki cevaplarını bilseniz de zordur o sorulara cevap vermek.
Acaba anlayacak mıdır verdiğiniz cevabı? Ya anlamazsa? Verdiğiniz cevabı
anlamadığını gösteren
yeni bir soru tufanı gelmeyecek midir? Bu soru tufanıyla cebelleşmek zorunda
kalacaksınızdır bu kez de. Belki açıklamak
istemediğiniz sırları da çocuğun
anlamayacağını düşünerek, bile bile ve buna rağmen ona
anlatacaksınızdır. Sonuçta
bunalmayacak mısınızdır? Bunalmamak da en az sorulara cevap vermek kadar güçtür.
Yahut sorulan
soruyu cevaplamak yerine kahkaha atacaksınızdır: Bak sen şu afacana! Neler de
sorarmış böyle!
Belki de gülümseyeceksiniz sadece. Çünkü sorduğu soru uzunca bir süredir sizin de kafanızı kurcalayan,
ama bir türlü bir cevap bulamadığınız bir sorudur.
Dürüstçe, doğrudan "Bilmiyorum
cevabını!" demenizi yeterli görecek
midir? Hani her şeyi siz bilirdiniz, siz büyüktünüz; ne oldu bilginize, büyüklüğünüze?
"İşte bu soru
son derece çocukça" diyebileceğimiz sorular hiç sadır olmuyor mu biz büyüklerden de? O türden bir soru bizden sadır oluyorsa,
onu hâlâ "çocuksu" ya da "çocukça" sayma sebebimiz nedir peki?
Bunun sebebi "çocuksu"
dediğimizde, ilkin, naif, kırılgan, masum, ama bütün bu olumlu niteliklere nazaran
negatif bir şekilde, yani kolayca boşa çıkarılabilir saymamız mıdır telaffuz
edilen o soruyu? "Çocukça"nın anlamı ise çocuklara özgü muhakkak, biraz küçümsemeyle ifade edilen bu "çocukça" kelimesiyle yetişkin birine
yakıştıramadığımız bir soru şekline mi işaret ediyoruz yoksa? Çocuğa özgü olanlar ile yetişkinlere özgü olanları birbirinden ayırt etmek bu
kadar kolay mıdır hem? Bana kalırsa değil. Kimileyin birbirimize yaptığımız çeşitli muzipliklerde, şakalarda o çocukçalığa, çocuksuluğa özlemin izi yok mu? Onlarda olan özlem, düşünme şeklimize bir biçimde yansımaz mı hiç? Diğer yandan, hiç mi özlemiyoruz o çocuksuluğu ya da çocukça davranışları? "Özlüyoruz, ama çocukluk yapmıyor, çocuksu düşünmüyoruz" diyebilirsiniz elbette.
Ama sizin bu yargınızı da bir "çocukluk
hastalığı" olarak değerlendirebilecek kimseler yok mudur?
Felsefe meraktır
Soruları doğuran
zaten merak değil midir? Şu nesne, olay ya da durum neden, nasıl böyle oldu? Ya "bu" nedir?
Bir merak ustasıdır çocuk.
En çok
o merak eder. En fazla merak ondadır. Büyüdükçe insanlar, merak duyguları azalır,
hatta kaybolur; çoğu
kez onun için
her şey olması gerektiği gibi olmaktadır. Bilindiği gibi, bildiğimiz gibi!
Merak duygusunu korur felsefe. Merakla doğan soru felsefe ateşini sürekli harlar. Nasıl oluyor da böyle oluyordur sözgelimi kimi meseleler?
Ama hiçbir büyüğün bilgi deposu, çocukların merak duygusunu
yatıştırmaya yetmez. Merak ettiği için
soruyordur. Şu nedir, bu olaya niye bu olay diyoruz? Ya bu durum niye böyle gelişmiştir? Merakını izhar eden
soruları peşi sıra sıralamakta mahirdir her çocuk. Asla doymaz ve yatışmaz onların
merakı. Her cevabınız yeni bir soru doğuruyordur, yani yeni bir merak konusu
oluyordur.
Felsefe çerağdır
Düşünmenin ışığının parlayabilmesi için felsefe çerağını tutuşturacak bir kava ihtiyaç vardır. Kavla çerağ yanar, düşünmenin ışığı parlar, kavramlar çıkar ortaya. Sorular kavsa çocuk da çerağdır. Daha doğrusu çocukluk. Çocuğun düşünme şekli gerçi bizim felsefi addettiğimiz
alışılmış şekillere yabansı kalır, genelde yabansı kalır; çocuğun düşünmesinde, bizim çoğu kez düşünmemizin selameti bakımından ihmal
ettiğimiz, aslında ihmal etmememiz gereken türden bir kendilik şuuru vardır. Çerağ, yandığını bilince mi çerağ olur? Bu belki tam da bir çocuğun sorabileceği türden bir sorudur. Hiç çerağ bilebilir mi? Bilmek bize,
insana özgüdür. Öyle midir hakikaten? Buna bütün içtenliğimizle "Öyle!" cevabını verebilir miyiz?
Nedir çocuğun düşünme şeklinde biz yetişkinlerin kendi
düşünmelerimizde genelde ihmal etmeye
teşne olduğumuz, buna mukabil çocuklarda
korunan ve böylelikle
kayda değer olan? Bir tür
bilgisizlik, bilmezlik elbette; ama sadece bu sebeple bile olumlu anlamda saf
sayabileceğimiz bir bilgisizlik. Her bilgilenme şeklinde bir şekilde kirlenmiş
bir yan bulmak mümkün. Belki hâkim duygu ve düşünceler kirletiyor düşüncelerimizi, duygularımızı. Çocuklar bütün saflık ve masumlukları içinde ifade ettikleriyle kirlenmemiş
bir bakış açısını
bize sunuyordur.
Yine de "çerağ"ı Türkçeleştirirken benimsediğimiz o
kelimeyle söylemek
gerekirse çocuk
düşünmede çıraktır henüz. Ustalık kirlenmişliktir de ondan çoğu kez çırak sayarız çocuğu. Düşünmede çırak olmak duru bir zihne sahip olmak
anlamına gelir. Her şeyi yerli yerine koyan bu duruluktur ve o kirlenmemişlik,
o duruluk en çok
çocuklarda
olur. Bir yönelmedir
yine de çocukluk,
neye ve nasıl yöneldiğini,
nede ve nasıl "usta" olacağını belirleyecek başka birçok etken de vardır elbette.
Felsefe öğrenmedir
Yaşamayı öğrenebilir miyiz? Yahut yaşamayı öğrenmek nedir? Zaten yaşamıyor muyuz?
Bilmediğimiz bir şeyi mi yapıyoruz? Yaşamayı bilmiyorsak -ki bu yüzden yaşamayı öğrenmek diyoruz- bilmeden mi
yaşıyoruz? Çocuklarla
felsefe arasında bir bağ varsa bu bağın en önemli kısmı belki de öğrenmedir, öğrenmeyi öğrenmektir. Felsefe öğrenme olduğu kadar ve için felsefe olarak öğrenilmez. Ya da Kant gibi söylersek felsefe, en iyi felsefe
yaparak öğrenilir.
Tıpkı yaşamayı öğrenmenin
yolunun yaşamak oluşu gibi felsefeyi öğrenmek
isteyenlerin de felsefe yapmayı öğrenmeleri
gerekir. Felsefe yapmayı öğrenmek
ise bizatihi felsefe yapmanın kendisidir. Felsefe, felsefe yaparak öğrenilir yani. Düşünmek öğretilmez yani, düşünmeyi öğrenmenin yolu düşünmektir. Öğrenmenin yolunun da bu olması ilginç değil mi? İnsan önce öğrenmeyi öğrenir ve ardından başka şeyleri de öğrenmeye başlar. Bir yetişkin için geçerli olan, bir çocuk için hayli hayli geçerlidir.
Hepimiz biliriz çocukluğun ne olduğunu çünkü. Ya çocuğuzdur (hâlâ kimimiz için hep çocuk kalmışızdır, bunun tersine
kimilerimiz de henüz
çocuktur)
ya yetişkin. Yetişkin olsak bile iyi kötü bir çocukluk yaşamışızdır. Kimimiz çocukluğunu en mükemmel addedilecek düzeyde yaşamıştır, kimimiz ise şartlar
sebebiyle sıkıntılar içinde
büyümüştür. Ama hepimizde bir şekilde bir izi,
kekremsi de olsa bir tadı vardır yaşadığımız çocuklukların. Öğrendiklerimizi yeterli bulup
bulmadığımız konusu elbette bize kalmış bir yargıdır. Daha iyi yaşayabilmek için yaşamı daha iyi öğrenmek gerekir. Daha iyi düşünebilmek için düşünmenin yolu ve yordamını daha iyi öğrenmek gerekir.
Çocuklarda düşünmenin içe dönük olmaktan çok dışa yönelik olmasının esbab-ı mucibesidir öğrenmek. Öğretilen şey, iletilebilir olandır
hemen her zaman. İleti yolları farklı olabilir, ama birine bir şey öğretilecekse ya duyguyla ya düşünceyle ya da tavırla öğretilecek olan o şey aktarılmalıdır.
Felsefe gerek bizim gerekse çocukların
öğrenilecek
olana yakınlık sağlamasının en ilginç yoludur
bu sebeple.
Felsefe
gevezeliktir
Hep olumlu
bahsedecek değiliz ya felsefeden. Bazen keçiboynuzu çiğneme hissi uyandıracak şekilde uzun
uzun bir şeyler anlatır ya da yazarlar büyükler; sorduğunuzda adına 'felsefe'
derler. İsimler, kavramlar, teoriler, perspektifler sıralanır; bazen iki
kişinin tartıştığına şahit olursunuz. Aralarındaki sorun gayet sıradan ve çözülebilir olmasına karşın, her ikisinin
de benimsediği bakış açısı
dolayısıyla tartışmanın ısrarla uzamasından bıkarsınız. İşte o bıktığınız şeyin
adıdır felsefe, yani gevezelik. Her gevezelik boş değildir elbette, ancak ister
dolu ister boş olsun bazen hiç
çekilecek
gibi gelmez gevezelik.
Peki ama çocuklar geveze midir? Çocukken geveze miydik? Bu iki sorunun
cevabı da hayır. Hiçbir
çocuk
geveze değildir. Susuyorsa susması, konuşuyorsa konuşması yerli yerindedir çoğu kez- en azından onun için bu böyledir. Sustuğunda da konuştuğunda da
bir anlam vardır muhakkak, bu anlamı özü olarak görebileceğimiz bir felsefe de
olacaktır. Felsefe çocuğun
gevezelik anlarında bir gevezelik olarak felsefe şeklinde görünür bize, ama sonuçta yine felsefedir; çocuk suskunken ise susmuş bir
filozofla karşı karşıyasınızdır.
Yazı boyunca ben
de gevezelik ettim, çocuk
ya da yetişkin herkesin kafasını ağrıttım. Gevezeliğimiz burada bitsin.
ÇETO, 13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder