Oluşumundan itibaren modern bilim etrafında epey tartışma
ortaya çıkar. Newton ve Kopernik’le birlikte modern fizikte gelişen yeni
anlayışlara istinaden fen bilimlerinin evrenin esrarını çözeceğine,
görünüşlerin ardındaki gerçeği ortaya çıkaracağına, evrenin matematiksel bir
model uyarınca dinlerin ve metafiziklerin yüklediği farklı anlamlar sözkonusu
edilmeden, onun işleyişinin açıklanacağına ilişkin görüşler 18 ila 19. yüzyılda
revaç bulmuştur. Yine Darwin’le birlikte ortaya atılan evrim teorisi insanın
kökeni tartışmalarını alevlendirmiş, bu konuda dinlerin ileri sürdüğü
görüşlerin geçerliliği tartışma konusu edinilmiş ve hatta birçok kişi açıkça
“din ve bilim” kavgasının bir tarafı olarak söz almış, kimi modern bilimin
söylediklerinin tartışmasız, kesin bir geçerliliği temsil ettiğini ileri
sürerken kimileri de bunun aksi yönde görüşler beyan etmiştir.
20. yüzyılda Einstein’ın relativite teorisi, Niels Bohr,
Heisenberg, Planck vb. usta fizikçilerin katkı verdiği kuantum fiziği vb.
gelişmeler yukarıda çizdiğimiz entelektüel resmi kısmen değiştirmişse de modern
dünyanın oluşumunda 18 ila 19. yüzyılda ortaya çıkan tartışmaların ve daha
önemlisi “bilimsel devrim”in önemi büyüktür. Elbette bilim alanındaki bu
gelişmelerle birlikte sanayi devrimi, Fransız devrimi gibi birtakım
sosyo-ekonomik ve siyasal değişimler de modern dünyanın ortaya çıkışında pay
sahibidir; ancak “modern bilimsel zihniyet”in, gerek bu değişimlerle karşılıklı
etkileşim onlara katkısı gerekse teknoloji aracılığıyla gündelik hayatın
deveranı içindeki rolü azımsanmayacak bir ölçektedir.
Yirminci yüzyılın önemli yazarları arasında sayılan Owen
Barfield, Görünüşleri Kurtarmak adıyla Türkçe’ye çevrilen kitabını “putperestliğin
son ve en büyük aşaması olan bilimsel devrimin incelenmesi” üzerine yazdığını
belirtiyor. Kitabının amacının “gerçeğin doğası”nı soruşturmak olmadığını
söyleyen Barfield, amacının sadece bilincin evrimini ortaya çıkarmak olduğunu
belirtiyor. Son iki-üç yüzyıldır Batı uygarlığının odaklandığı ve Doğu’nun
dikkatinin aynı hızla sabitleştiği şeyler hakkında düşünüp yazdığımız fikirler
üzerinde elimizi kaydırabileceğimiz inancıyla hareket eden Barfield, insan
bilinci ile bu bilincin farkında olduğu tanıdık dünya arasındaki “ilişkinin
kabulü”nün de sözkonusu el kaydırmanın aleti olduğuna dikkat çekiyor.
Fen bilimlerinin evrenin asıl yapısı ile insan
bilincine fenomenler olarak yansıyan yapılar arasındaki fark üzerinde durduğunu
hatırlatan Barfield, sözgelimi Kant’ın bu fenomenlerin oluşturulmasında ya da
anımsanmasında insan zihninin katkısı olduğunu gösterdiğini belirtiyor. Bu
kabulün salt teorik bir kabul olmaması gerektiğine işaret eden ve böylelikle insan
ve doğa arasındaki bu ilişkiye dair yapılan bir varsayımı eleştiren Barfield’a
göre bu varsayım “insan ve doğa arasındaki psikolojik bağ her neyse bu değişmez
ve dünya kurulduğundan beri aynı kalmıştır” önermesine dayalıdır. Fizik
alanında bu varsayımın bir yanılsamadan kaynaklı olduğunun çok kolayca
gösterilebilmesine rağmen, onun özellikle insan bilimleri alanlarında varlığını
sürdürdüğünü gözlemliyor. Doğanın atomik yapısı ile aşina olduğumuz dünya
arasındaki uçurumun genişletilmesiyle de bir ihmalin oluştuğunu belirten
Barfield hedefini bu ihmale bir çare üretmek olarak belirliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder