31 Ekim 2020 Cumartesi

Karşıtlıklar üzerinden çocukluk teorisi

 Modern gündelik hayatın insan için iyice rutinleşmiş, her gün binlerce olay yaşamamıza ya da dünyanın dört bir köşesinde yaşanan olaylardan haberler almamıza karşın ne toplu taşımada ne alışveriş yaptığımız marketlerde ne televizyon seyrederken ne bir etkinlik için alacağımız bilet için kuyrukta beklerken ne asansörde tanımadığımız insan yüzlerine bakmaktan sıkıldığımız dakikalar bizim için kalıcı sayılabilecek öneme kavuşurlar. Yani aslında gerçek anlamıyla birer deneyime dönüşmezler. Gündelik hayatın bu rutinliği içinde iyice sıradanlaşmış, deneyim bakımından yoksullaşmış, hatta neredeyse sıfırı bile tüketmişizdir. Gündelik hayat bizim açımızdan öyle büyük bir sıkıntıya dönüşmüştür ki sanat ve edebiyat alanında üretilen birçok “fantastik” öykü ve ayrıntıya kapılıp gider, kendi içimizde ve dışımızda yaptığımız yolculukların büyüsüne kapılırız.

Yaşadığımız gündelik hayatları bizim için dayanılmaz hale getirenin bu hayatların deneyime dönüştürülemez olduğundan kaynaklandığını iddia ediyor İtalyan filozof Giorgio Agamben Türkçe’ye Çocukluk ve Tarih adıyla çevrilen kitabında. Modern şartlar altındaki gündelikliğin ürettiği sıkıntılar sadece gündelik olanın “bayağılığından” türemiyor elbette. Çünkü yüzyıl öncesine kadar deneyim doğrudan gündelik olandan yapılıyordu Agamben’e göre, sıradışı sayabileceğimiz olaylardan değil. Deneyim kendine gereken bağlantıları bilgide aramadan otoritede, yani söz ve öyküde buluyor, ne kadar bilindik ve önemsiz olursa olsun her olay, istiridye kabuğu altında bir incinin oluşumu gibi, çevresinde deneyimin kendi otoritesini tesis ettiği bir toz zerreciğine dönüşüyordu.  Günümüzdeki deneyim yoksulluğunun sebeplerinden en önemlisini burada bulguluyor Agamben: Günümüzde hiçbir kimse bir deneyimin hakikatini garantileyebilecek otoriteyi elinde bulundurmamaktadır; böyle bir otoriteye sahip olsa bile, kendi otoritesinin kökünün de bir deneyimde yattığını pek düşünmez.

Günümüzün ayırt edici özelliğini her otoritenin ilk ve belki en önemli mesnedinin dile getirilemez olanda yattığı ve hiçbir kimsenin tek meşruluk garantisini deneyimden alan bir otoriteyi geçerli saymaya yanaşmadığı olduğunu ileri süren Agamben, gündelik hayatlarımızda atasözleri ve vecizeleri kullanma frekansımızdaki düşüşün bir sebebinin de onların bir yerde deneyimin otorite kılığına bürünmesinde aranabileceğini de düşünüyor. Günümüzde atasözleri ve vecizelerin yerini sloganların tuttuğunu savlayan Agamben’e göre, “sloganlar deneyimi yitirmiş bir insanlığın atasözüdür.”

Yine de Agamben için deneyimler büsbütün yok değil. Deneyimler var fakat bu deneyimler insanların dışında gerçekleşiyor. İnsanlar genelde bu deneyimleri turistik bir gezide ya da müze ziyaretlerinde seyretmekten haz alıyorlar. İnsanların bu deneyimleri seyretmek, fotoğraflamak, onların önünde selfi çekinmek gibi iç rahatlatıcı davranışlarına hayıflanmak yerine doğrudan bu durumu göz önüne alarak belki de deneyim eksikliğine ilişkin bu hissizlikte bir tür “bilgelik kırıntısı” olabileceğini düşünüyor. Gelecekte filizlenebilecek bir deneyimin tohumunu içerebilecek bu bilgelik kırıntısı varsayımıyla Walter Benjamin’in “gelecek felsefe” programının mirasını sırtlanan Agamben, sözkonusu tohumun filizlenmesine elverişli bir mantıksal yatağı hazırlama görevini uhdesine alıyor.

Kitabında Agamben Kant, Hegel, Husserl, Heidegger, Benveniste, Benjamin gibi düşünürleri takip ederek günümüz düşüncesindeki bir takım tema ve karşıtlıklara yeni bir yorum getiren bir çocukluk teorisi geliştiriyor. Bu açıdan Agamben’in Marksist altyapı ve üstyapı kavramlarından, zaman ve tarih, ritüeller ve oyunlar arasındaki farklar gibi birçok konuyu, doğa ve kültür, konuşma ve dil, özne ve bilinçaltı vb. zıtlıkları böylelikle yenilenmiş bir perspektifle ele aldığını görüyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder