Üzerinde bulunduğu topraklarda altı yüzyıl hükümferma olan Osmanlı devletinin bu başarısını sırf askeri ve idari teşkilatının kudretine bağlı olarak düşünmek bir yerde bizi hataya sürükler. Bu başarılı askeri ve idari teşkilatın arka planında yer eden toplumsal, ahlaki ve siyasi umdelerin türediği hayat anlayışlarının ana gövdesi 9 ila 13. yüzyıllar arasında teşekkül etmiş İslam düşünce geleneğinde uç bulan tekvini (kainat) ve tenzili (Kur’an-ı Kerim) kitaplara yönelik yorumlama çabalarından filizlendiğini de görmek gerekir. Sözümona Gazzali ya da Fahreddin Razi ile kesintiye uğradığı ileri sürülen İslam düşünce geleneğinin Osmanlı’daki fikri çabalarda sürdüğü de bu tespite eklenebilir.
Davud-u Kayserî’nin başmüderrisi olduğu İznik medresesinden
itibaren klasik İslam düşünce geleneğinin büyük bir önem atfettiği tekvini ve
tenzili kitapların yorumlanması için gerekli alet ilimleri arasında yer alan
dil bilimlerine ağırlık verildiği, bu çerçevede nahiv ve sarf gibi temel
dilbilimlerinin yanında meani, beyan ve bedii adlarıyla da anılan belagat
ilimlerine ve ayrıca mantık bilimine de Osmanlı medreselerinin eğitim
programlarında esaslı bir yerin ayrıldığı vurgulanmalıdır. Osmanlı ilim
geleneğinde dil bilimlerini mantık ve usul bilimleriyle ilişkilendiren ismin
Molla Fenari olduğunu biliyoruz. Ayrıca Ali Kuşçu’nun delaletiyle de günümüze
“rasyonel dil teorisi” şeklinde izah edebileceğimiz ilmu’l vaz dersleri Osmanlı
medreselerinin müfredatına girmişti.
14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dil ve mantık
bilimlerinin kelam ve felsefenin ilgili konularıyla birlikte düşünülmeye
başlanması ve dil bilimlerinde gerek kelam ve felsefenin genel konularında
gerekse özel meselelere dair metinlerin üretilmesi, İslam tarihinde ilk kez ve
tek olarak Molla Lütfi’nin dil bilimlerini vaz’ kavramı çerçevesinde tasnifi ve
kendi düşüncelerini de dilsel seviyede Kur’an-ı Kerim’le irtibatlandırmasıyla Osmanlı
felsefi düşüncesinin ana konturlarının da ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
16. yüzyılda İstanbul’da yetişen ve dili mutlak varlık
kavramının bir tecellisi kabul eden önemli bir Osmanlı düşünürü olan
Taşköprülüzade Ahmet Efendi’nin “dil, ahlak ve siyaset” olarak tasnif
edebileceğimiz pratik (amelî) bilimler etrafında oluşturduğu fikriyatı
incelemeye ayrılmış bir derleme kitap Taşköprülüzade’de Dil, Ahlâl ve Siyaset.
İlmi Etüdler Derneği (İLEM) ile İlim Sanat Tarih Edebiyat Vakfı (İSTEV)
tarafından yürütülen Taşköprülüzade Projesi kapsamında 2016’da İstanbul’da
düzenlenen “Luluslararası Taşköprülüzade Sempozyumu”na sunulan tebliğlerin
derinleşmesiyle yazılan makalelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan
derlemede Taşköprülüzade’nin siyaset teorisi, ahlak felsefesi ve dil
bilimlerine katkılarını irdeleyen önemli çalışmalar bulunuyor.
Sözgelimi Taşköprülüzade’nin siyaset düşüncesinin arka
planını felsefe, fıkıh, tasavvuf literatürüyle i-yorumlayan Mustakim Arıcı,
Taşköprülüzade’nin idealist bir siyaset tasavvuru ve değerler anlayışı
ekseninde siyaset pratiğini tasavvufi bir dille yorumlama çabasında olduğuna
işaret ederek onun siyaset bilimi ve daha genel olarak siyasal bilimlere
bakışını ortaya çıkarmaya uğraşıyor. Böylelikle Taşköprülüzade üzerinden
Osmanlı ulemasını siyasal bilimler tasavvurunu örnekliyor. Aynı şekilde, Özkan
Öztürk’te Taşköprülüzade’nin Risale fi beyani esrar’il hilafet’il insaniye
eserinde geliştirdiği “maddi ve manevi siyaset” tasavvurunu, bu tasavvurun
içinde vücut bulduğu söylemin soykütüğünü İbn Arabi’nin eserlerine dek
izleyerek meydana çıkarmaya gayret ediyor. Ahmet Tahir Nur ise Osmanlı ilim ve
fikir hayatının İslam düşünce mirasına süreklilik kazandırdığını vurgulayarak
başladığı makalesinde Taşköprülüzade’nin siyaset kavramı ve kaynakları
hakkındaki bazı gözlemlerini aktarıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder