11 Mart 2023 Cumartesi

Klasik sonrası İslam felsefesi

 Osmanlı devletinin 2. Viyana bozgunu 1683 yılının Eylül ayında idi. John Locke'un İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme başlığını taşıyan kitabının basım tarihi ise 1689. Bir anlamda 17. yüzyılın son çeyreği modern Avrupa tarihindeki iki önemli gelişmeyi işaret ediyordu: Aydınlanma düşüncesi ve Osmanlı devletinin askeri alanda mağlup edilmesi. Avrupalıların kendi tarihlerini 'modern' diyerek düşünmeye başladıkları ve tarihi bir 'ilerleme süreci' olarak addettiklerini biliyoruz. Tarihsel ilerleme onlara göre akılcılığın hakim oluşundan tutun da liberalleşme, maddi zenginlikler elde etme ve siyasi gücün artışıydı.

Müslüman dünyayı kendi ötekisi addeden Avrupa, İslam'ı orta çağlardan beri kendi savunduklarının zıddı görüyordu. Aydınlanma düşüncesinin ve akabinde ortaya çıkan çeşitli akım ve düşünürlerin Avrupa'nın 18. ve 19. yüzyıllardaki politik ve ekonomik ilerleyişi ile akılcılık arasında sıkı bağlar kurduğu da söylenebilir. Sözgelimi 20. yüzyılın başında ünlü Alman sosyolog Max Weber 'iktisadi akılcılığın' modern kapitalizmin olmazlarından sayılması gerektiğini vurgular.

Akılcılık arayışı

18. ve 19. yüzyıl Avrupa düşüncesinde gelişen baskın yaklaşımların ve ilerlemeci bakışın Avrupa felsefe tarihini de bir ilerleme olarak kurguladığına dikkat etmeli. Aydınlanma düşünürlerinin antik Yunan felsefesinden başlayarak kendi düşüncelerine kadar olan tarihi felsefenin ilerlemesi ve akılcılığın özerkleşmesi etrafında ördükleri bir anlatı şeklinde algıladıklarını söylemeliyiz. Gibbon, Hegel gibi bazı felsefe tarihçilerinin Avrupa felsefe tarihinin süreklilik arz eden bir biçimde ilerleme olmadığını, karanlık Orta Çağ'ın Avrupa'nın akılcılık arayışının önündeki engel olduğunu söylediler. Ancak onların anlatısına göre de 13. yüzyıldan itibaren Avrupa'da felsefe kesintisiz bir ilerleyişti.

Bu anlatının öngördüğü Avrupa felsefesinin yükselişi İslam kültüründe eşzamanlı olarak felsefenin gerileyişi hikayesiyle birliktedir. Bir yerde aydınlanma düşüncesi ve ilerleme anlatısı, Müslüman coğrafyaların Avrupalılar tarafından işgali ve sömürgeciliğin meşrulaştırılmasında başvurulan enstrümanlar olarak anlaşılabilir.

Türkçeye İslam'da Klasik-Sonrası Felsefenin Teşekkülü olarak çevrilen kitabında Frank Griffel'e göre Avrupa felsefe tarihçilerinin 12. yüzyılın son yılarında İslam felsefesinin İbn Rüşd ile sona erdiği hikayesini inşa ettiler; kısıtlı kaynaklarla çalışmalarına karşın bu onların alanla ilgili bilgisizliklerinden kaynaklanmıyordu. O dönemde Avrupa'da yazılmış bazı eserlerin bunu ispatladığını gösteren Griffel, Fahreddin Razi, Nasireddin Tusi, Molla sadra, Kemal Paşazade gibi isimlerden haberdar olunmasına karşın 19. Yüzyıldaki gerileme paradigması sebebiyle bu bilginin görülmediğini kaydediyor.

De Boer'in iddiasına öre Gazali'nin felasifeye yönelttiği eleştiriler sebebiyle İslam'da felsefi gerileyiş başlamıştır; Ignac Goldziher, Helmutt Ritter, Edward Grandville Brown gibi Batılı oryantalist otoritelerin İslam kültüründe felsefenin sona erişinin sebebi olarak Gazali'nin Tehafüt-el Felasife'sini gösterdiklerini belirten Griffel, bu bakış açısının alanın daha popüler sayılabilecek yayınlarında hâlâ etkisini gösterdiğini işaret ediyor.

Son 30 yılda İslam felsefesi tarihi alanında aktif olarak çalışanların Gazali'ye dair yapılan değerlendirmelerinin büyük ölçüde farklılaştığını kaydeden Griffel, onun "felsefenin yıkıcısı" olarak görülmediğini, Tehafüt-el Felasife'nin baştan sona felsefeyi ya da Aristotelesçiliği reddetmeyi amaçlamadığını belirterek Gazali'nin eleştirisinin 20 mesele ile ilgili olduğunu, bu meselelerin en az üçünde felasifeyi tekfir ettiğini belirterek "Ancak kitap felsefeyi bir bütün olarak reddetmez. Eser aslında Müslüman Aristotelesçilerin öğretileri arasında neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulmak için Aristotelesçiliği incelemenin bir metodu olarak okunabilir ve böyle de okunmuştur zaten" cümlelerini kullanıyor.

Kitabında Renan ya da De Boer'in yaptığına benzer bir hata yapmaktan çekinen Griffel, 12. Yüzyıldan sonraki 7-8 yüzyılda araştırılması ve analiz edilmesi gereken çok güçlü bir felsefe geleneği bulunduğuna işaret ederek Kindi'den İbn Sina ve İbn Rüşd'e dek gelen klasik İslam felsefesinin ardından olup bitenin yeterince yorumlanmadığına vurgu yapıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder