20 Eylül 2015 Pazar

Türk solunun beliğ bir hücceti var mı?


Beliğ, Arapça'dan Türkçe'ye geçmiş bir kelime. Hüccet de öyle. 'Beliğ'e yaklaşık "tam, yeterli, açık" anlamını vermek mümkün. 'Hüccet'in anlamı ise biraz daha karmaşık. Sözlükler hüccet'e 'tanıt', 'belgit' gibi karşılıkları uygun buluyorlar. Daha geniş açıklama ise şöyle: "Öne sürülen bir şeyin doğruluğunu göstermede izlenen fikri süreç." Hatta bir sözlük 'din alimlerine verilen san' diye de özellikle yazmış ve geleneğimizde Hüccet-ül İslam olarak tanınan İmam Gazali'ye, Şah Veliyyullah Dehlevi'ye telmihte bulunmuş. Yazımızın başlığını oluşturan soruyu twitter'da ilk ifade ettiğimde karşılaştığım bazı 'muzip' cevaplar bu ön açıklamayı yapmama sebep oldu. Muzip cevapların ifade ettikleri yaklaşık şöyleydi: "Solcularımız soruyu anlayabilirlerse bir cevap verecekler inşallah!"
Şimdilik muzipliği bir kenara bırakıp sorunun ifade ettiğine odaklanalım. Türk solunun açık, tam, yeterli bir argümanı, fikri süreci var mıdır? Bu fikri süreci bize gösteren iz, emare, işaret ve kerteler nelerdir? Bazı din alimlerine "hüccet" denebilmesinden cesaret bularak soralım: Solcu oluşları dolayısıyla başkalarını da bu fikri bütüne ikna edebilecek, yani hüccet olabilecek yeterlikte isimler bulunuyor mu Türk solunun geleneğinde? Hemence akla Deniz Gezmiş, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, İdris Küçükömer gibi isimler gelecektir muhakkak. Peki bütün bu isimlerin "Türk solu" dediğimiz fikri bütünü temsil kabiliyeti nedir? Niye solcu olmayanların ilk aklına gelen Nazım Hikmet, Kemal Tahir, İdris Küçükömer gibi isimler de Mihri Belli, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran değil? İlk isimlerin genelde solcu popüler muhayyilenin Elvis Presley'leri olduğu açık. Bu özellikle Deniz Gezmiş ve Nazım Hikmet gibi isimler için geçerli. Kemal Tahir ile İdris Küçükömer'in ise sağcı popüler muhayyileden de ayrıca destek bulup katkı gördüğünü bu yargımıza eklemeli.
Bu açıdan Türk solunun "varlık ispatı"nı fikri süreçte aramak bize kalırsa daha doğru ve yerinde olur. Ancak varlık ispatı konusunda önemli ölçüde bir sıkıntı yaşadığı da açık Türk solunun. Kendine ait bir fikri süreç bir yana, bir düşüncesinin olduğu bile kuşkulu. 1970'lerin birçok ünlü solcusunun 1980'lerde, 90'larda ve şimdi karşımıza hep reklamcı, gazeteci, liberal olarak çıkması da bunun bir göstereni. Türkiye'de sol kızamık, difteri gibi bir 'çocukluk hastalığı' neredeyse. Genelde hep azınlıklarla ilgili konularda yazıp çizmeleri, buna karşın ulus-üstü bir organizasyon olma iddiasındaki Avrupa Birliği yandaşlıkları da ilginç. Halkın kültüründen soyutlanarak kozmopolit bir Avrupa kültürüne bel bağlamaları belki Türk modernleşmesine özgü dip akıntılar sebebiyle mazur görülebilir; lakin, ait oldukları halkı aşağılamaya varan tutumları asla mazur görülemeyecek boyutlara taşınıyorsa yer yer, durup tekrar düşünmeli.
Türk solunu bugün niteleyen özellikler, bu adlandırmayı boşa çıkarmaktadır. Demem o ki, ne Türk solu, "Türk" soludur; ne de onun küçük kardeşi Kürt solu, "Kürt" soludur. Ayrıca ifade edelim ki Türk solunun beliğ bir hücceti de yok. Yani Mustafa Suphi'den Murat Belge'ye çizeceğimiz tarihsel hatta eşlik edecek bir fikri hat yok. Hatta sol düşünce bakımından Murat Belge; Sultan Galiyev, Mustafa Suphi gibi figürlere nazaran sol cenahta fikri bir inkırazı işaret ediyor. Bir yerde bu böyle de olmak zorunda aslında. Çünkü sol artık Türkiye için bir "düşünce üslubu" olmaktan çok bir "hayat tarzı", ama sadece bir "hayat tarzı" konumunda. Günümüzdeki solcuların öne sürdüğü fikirlerin hiç biri yine aynı solcuların hayat tarzları bakımından olmazsa olmaz değil, bu fikirlerin bu hayatlara dair bir etkisi yok. Bu bir yerde hüccet oluşturacak şekilde bir fikri süreci adımlamaktan solcularımızın çoktandır vazgeçtiğini gösteriyor. Böylelikle hayat tarzlarına ilişkin zevkler ve renklerden bir renge dönüşüyor Türkiye'de solculuk. Zevkler ve renklerin tartışılamaz kılınmasına ise çoktandır alıştık. (Cafcaf)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder