21 Eylül 2018 Cuma

Önceki bilgiyi ‘hayır’ diyerek tamamla

20. yüzyılın özellikle ilk yarısında Newtoncu fizik paradigmasının özellikle Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Paul Dirac ve diğer birçok fizikçinin geliştirdiği teorik ve deneysel yeniliklerle değişmesiyle birlikte modern bilim ideasının ve buna bağlı olarak bilime dair bakış açılarının kabuk değiştir-diğini gözlemleriz. 19. yüzyıl düşüncesinin bütün bilimlere egemen paradigması sayabileceğimiz pozitivizmin Birinci Büyük Savaş öncesi ilkin Al-manya’da gelişen ve beşeri bilimlerin doğa bilimlerinden ayrı, kendilerine has yöntemleri olduğu vargısını doğuran yöntem tartışmalarıyla (methodenstreit) sarsıldığını biliyoruz. Diğer yandan doğrudan modern fizik içinde yukarıda ismini saydığımız fizikçiler aracılığıyla Birinci Büyük Savaş ile İkinci Büyük Savaş arasında yaşanan genel rölativite teorisi ve kuantum teorisi gelişmeleri ile de pozitivist paradigmaya öldürücü darbeler vurulmuş görünür.
Yine iki büyük savaş arasında ve sonrasında gelişen en önemli disiplinlerin bilim felsefesi ve bilim tarihi olmasına da bu yüzden pek şaşırmama-lıyız. Modern felsefenin kurucu isimlerinden Kant’ın metafiziği eleme çabalarından 20. yüzyılın ortalarına dek süregelmiş felsefi düşünceden metafizi-ği eleme girişimlerinden Viyana çevresinde yeni pozitivizme, Karl Raimund Popper’ın eleştirel rasyonalizmine, Thomas S. Kuhn’un “bilimsel devrim-ler” yaklaşımına veya Paul K. Feyerabend’in anarşist bilgi teorisine kadar, bilim felsefesi alanında üretilen hemen bütün yaklaşım ve problemleri geren en temel ayrım ise akıl ile deney ayrımıdır. Bu ayrımda aklı ve a priorik (deneye bağlı olmayan, ilkesel) tarafı rasyonalizm temsil ederken, ampirizm ise deneye ve olgulara, yani a posterori ilkelere bağlı tarafı savunur. Ampirizmi savunan bilim adamlarına göre bilim felsefesi olguların egemenliği altında gelişmek zorundayken, rasyonalist olan filozof için bilim felsefesi tamamen olguların egemenliği altında değildir.
20. yüzyıl Fransız düşüncesinin özellikle bilim felsefesi ve bilim tarihi çalışmalarında iki önde gelen isminden biri olan Gaston Bachelard (diğeri Michel Foucault’nun da hocası olan Georges Canguilhem’dir) 1940 yılında yayınlanmış Hayır Diyen Felsefe adlı kitabında ampirizm ile rasyonaliz-mi fizikte meydana gelen dönüşümler çerçevesinde uzlaştırabilmenin yollarını arıyor. Yaşadığı dönemdeki bilim felsefesinin ‘genel olan’ ile ‘dolaysız olan’ deyimleriyle işaret edilebilecek iki epistemolojik engel sebebiyle tükendiğini ifade eden Bachelard, ampirizm ile rasyonalizm arasındaki ilişkileri sorgulayarak yeni ilkeler üreten bir bilim felsefesine ulaşmaya çalışıyor. Bilimsel düşünceyi canlandıran çifte hareketin ampirizm ile rasyonalizmin bu düşünce içinde birbirlerine acı ve zevki birleştiren bağ kadar güçlü ve tuhaf bir bağla bağlı olduklarını savlayan Bachelard’a göre, “Ampirizmin anla-şılmaya ihtiyacı vardır, rasyonalizmin de uygulanmaya. Açık seçik yasalar, düzenlileştirilmiş yasalar, tümdengelimli yasalar olmaksızın ampirik bir yaklaşım ne düşünülebilir ne de öğretilebilir; elle dokunulabilen tanıtlar olmaksızın, dolaysız gerçekliğe uygulanımı olmaksızın bir rasyonalizm tam olarak inandırıcı olamaz... Öyleyse tanıtların ve deneylerin toplamı, kuralların ve yasaların toplamı, olguların ve apaçıklıkların toplamı olarak bili-min, iki kutuplu bir felsefeye ihtiyacı vardır.” Aritmetiğin akıl üstüne değil, akıl öğretilerinin aritmetik üstünde temellendiğini, bilimin aklı eğittiğini ileri süren, epistemolojik engel, epistemolojik profil, epistemolojik kopuş gibi kendisinden sonra da sık sık kullanılacak birçok ilginç felsefi deyim icat eden Bachelard, hayır diyebilen, hayır demekle önceki bilgiyi aşan ve onu tamamlayan bir felsefeyi düşünüyor kitabında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder