29 Aralık 2018 Cumartesi

Ayrılık yarasına merhem süren şaheser: Mesnevi


Eğer son dönemlerde çeşitli vesileler dolayısıyla çok bahsedilen, çok tartışılan bir konu olarak bir 'Anadolu irfanı' varsa onun temel okuma metinleri arasında yer alabilecek türden bir kitaptan bahsedeceğiz bu yazıda. Mevlana Celaleddin Rumi'nin büyük dostu ve şeyhi Şems-i Tebrizi'nin Konya'dan ilk ayrılışının ardından 1247'de ikinci kez ortadan kayboluşunun, yani gaybubetinin yol açtığı firakın verdiği sancıyla dile getirmeye başladığı o büyük eserden. Mesnevi ve Divan-ı Şems'teki şiirleriyle Hafız sonrası Farsça'nın en büyük şairi olmuş Mevlana'nın Şems'in Konya'ya gelişinden önce de şiirler yazdığını biliyoruz, ama gerek Divan'da yer alan gazelleri gerek Rubaileri gerekse bizatihi Mesnevisi onun edebi gücünün, söz mülküne sultan oluşunun birer işareti. Etki Şems'in tutuşturduğu meşaleden elbette. Kendisini tutuşturan bu kıvılcıma da hazır bir meşale olduğunu unutmayalım ancak. Babası Bahaüddin Veled'den, babasının tilmizi Burhaneddin Tirmizi'den dersler almış; Halep ve Şam'ın en gözde medreselerinde en gözde öğrencilerden biri olmuş bir Hanefi fakihti Mevlana. Şam ve Halep medreselerindeki öğreniminin ardından 1237'de Kayseri'de vefat edecek Burhaneddin Tirmizi'ye intisapla süluka girecek Mevlana, Tirmizi'nin vefatından sonra Konya'ya avdet eder. Şems ile Pamukçular Hanı önündeki karşılaşmasına kadar Konya camilerinde çok göze batmayan, 200-300 kişilik cemaatlere vaz u nasihatte bulunan bir kişiyken Şems ile karşılaşmasının ardından aşk ummanındaki büyük seferin kaptan-ı deryalığına yükselir birden. Bu seferin seyir defterleridir belki de Mesnevi ciltleri.
"Dinle, şu ney nelerden hikayet etmede/Ayrılıklardan yana şikayet etmede" şeklindeki iki dehşetengiz, remz ve sırlarla dolu dizeyle açılan Mesnevi, 'varlık sazlığı'ndan koparılmış birer 'kamış' olan, işlenerek bir musiki aletine dönüşüp kamışlıktan kurtulan 'ney'lerin, yani bir yerde cümle Ademoğullarının yanıp yakılmaları ve yer yer içli, yer yer trajikomik, yer yerse güldüren hikayeleriyle doludur. O hikayelerin tamamının önceden de biliniyor, anlatılıyor olmasının, en azından Senai, Feridüddin Attar gibi büyük edip-mutasavvıflardan ihtiyaca binaen iktibas edilerek Mesnevi'nin en temel sorunsalı bakımından, yani 'ayrılıklardan yana şikayet' bağlamında yeniden yorumlanıyor olmasının bize öğreteceği ilk şey de belki şudur: Mesnevi'de aktarılan hikayeler, onlardan çıkarılacak ibretler bakımından çoğu kez sadece bir vesiledir- ayrılığın, firakın yaşattığı vuslat arzusunun domuruşudur en fazla. İbretlerdir 'ham' insanın yanıp yakılmasına, pişip 'olgun'laşmasına yol açan. Mesnevi'nin aktardığı hikayeler ham, yanmış ya da pişmiş insanların hikayeleridir bu bakımdan. Kimi yolu sonuna dek yürümeyi başarabilmiş, kimi yarı yolda kalmış, kimi ise en baştaki hamlığından bir türlü kurtulamamış insanlar... Kimi de sadece artıktır elbette: Sazlıktan koparıp neye dönüştüreceğiniz kamışa uyguladığınız bu işlem esnasında ortaya çıkan fazlalıklardan, ifrazattan yani. Bütün bu insanlık hallerine ilişkin yorumlarda sık sık Hz. Peygamber'den rivayet edilen hadislere, Kur'an-ı Azimüşşan'ın ayetlerine de yorumlar gelir, işaretlerde bulunulur.
Sözler de böyledir. Sözler de varlık sazlığını dalgalandıran o büyük rüzgarın nefhalarıdır bir yerde. İnsanların yüzlerinde, gönüllerinde, isteklerinde, arzularında, umut ve yeislerinde, telaşlarında ve beklentilerinde, işlerinde ve çabalarında bu büyük esintinin zaman zaman ılık bir melteme, kasıp kavurucu bir çöl rüzgarına ya da bazen üşütüp donduran bir karayele dönüştüğünü görmek gerekir. Rüzgarla, bu büyük rüzgarla mum alevi gibi titrediğimiz anlardaki ruh üşümesidir hikayeler arasındaki ibretler. Rüzgar esmiş, o küçümen hikaye bize örnek kılınmış ve ibret böğrümüze bir mızrak gibi saplanmıştır- cılız gövdelerimizde hissettiğimiz, saz benizlerimizde başkalarına, bizim gibi olan diğer saz benizlilere hissettirdiğimiz o rüzgarın kargısının böğrümüzde açtığı derin yaradır.
Şikayetçi, şekvacı olduğumuz ayrılık, yalvaranın 'Allah' demesinin Hakk'ın 'lebbeyk' demesinin aynı oluşu gibidir bir yerde. Ayrılıktır kavuşturan, kavuşmanın sevincini yaşatan. Bin sayfayı aşkın Mesnevi ciltlerini okuyup bitirdiğinizde hissettiğiniz aşkın o esinli şarkıları değildir salt, böğrünüzdeki yarayı teshir eden ilahi bir dokunuş da beraberinde gelir. Az önce o yarayı sizde açan kargı şimdi size şifacıdır da bunu keşfetmeniz biraz uzun sürmüştür sanki, hissiniz budur. "Sema et" dersiniz ruhunuza, "sema et; kalk ayağa da cümle varlık merhem sürsün  senin o çürümüş yaralarına." (Bu yazının Kâni Karaca'nın seslendirdiği Kutbu'n-nâyî Osman Dede'nin Uşşak Mevlevî Âyîni Şerif'inin kaydı eşliğinde okunması rica olunur.)

Cins, Aralık, 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder