3 Aralık 2018 Pazartesi

ŞİİR OKUMA GÜNLÜĞÜ-2

Döşeğimde ölürken
Orhan Veli ve arkadaşlarının önayak olduğu Garip şiirinin iki zümreyi kızdırdığını yazmış 1940'ların sonunda Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu zümrelerden ilki Tanpınar'ın ifadesiyle "behemahal kendilerinin takdir edilmesini isteyenler." Bu ilk zümredekilerin "haklı" bir tarafı olduğunu da söyleyerek onlarla kafa buluyor Tanpınar. Onların "edebiyatı, daha doğrusu şair rollerini ciddiye almış" kişiler olduğuna işaret ederek şiiri "mühim ve merasimli bir iş" addettiklerine dikkat çekiyor. Orhan Veli'nin karşılarına çıkıp daldan kopardığı elmayı iştahla yediği gibi gayet doğal bir şekilde şiir söylemesine içerleyenlerin hiddetlendiği gençlerin tek kabahatinin "canlarının istediği gibi şarkı söylemeyi istemeleri" olduğunun da altını çiziyor Tanpınar. Görenek ve manzumeden ayrılmış olmalarını bu "gençler" için bir zafer addeden Tanpınar, yine de bu gençlerin ayrılışlarının illa ki "bulma" anlamına gelmeyebileceğini de vurguluyor elbette. Fakat şiirimize zenginlik kattıklarını da söylemeyi ihmal etmiyor.
Gençlerin şiirine ("Garip şiiri"ne yani) tepki gösteren yaşlı kuşağa ilişkin ise son derece acımasız Tanpınar: "Evvela Yahya Kemal şiir yazacak, onlar itiraz edecekler. Sonra yavaşça, namusuna inandıkları bir arkadaşları, kulaklarına bu şiirin iyi olduğunu söyleyecek, odalarına kapanacaklar.  Ceketlerini çıkarıp kollarını sıvayacaklar, zımpara kağıdı ile o şiirin güzel taraflarını kazıyacaklar, cama yapıştıracaklar, saman kağıdıyla üzerinden geçecekler... Ve bir çalışma mahsulü olan bir şiir vücuda getirecekler..."
Tanpınar'ın 1940'ların sonunda yazdıklarının hemen her dönem Türk şiirinde vuku bulan gençlik aşılarının tamamına uyarlanabilecek bir yanı var bana kalırsa. Elbette gençler hemen her zaman elde ettiklerini 'Zafer kazanmış kumandan' edalarıyla pazarlamaya kalkmadıkça 'görenekten ayrılma'nın şiiri bulmaya büyük katkısı olacaktır. Gençlere karşı görenekselleşmiş şiir algılarını savunan yaşlı kuşakların sızlanmasını da romatizmal kılan birçok yan vardır. Şiirin mafsallarındaki kireçlenmeyi gözardı etmeye meyyaldir yaşlı kuşaklar. Bu tür kireçlenmeleri "şiirin ölmek üzere" olduğuna bir işaret sayanların öncelikle kendi yaşlı anlayışlarının ölüm döşeğindeki halini gözden kaçırmaya çalıştıklarını düşünmeli.
Yine de görenekten ayrılmanın hemen her zaman "bulma"ya yol açmayacağını da fark etmeli. Bazen şiirin büyük yolundan ayrılmak, herhangi bir yere varmayan patikalara sapmak başa olmadık melanetleri de getirebilir. Yolunuz ya bataklıkta ya da uçurumda sonlanabilir. Şiirin büyük yolundaki öncü birlik olmak elbette kolay bir iş değil. Tıknefes yaşlıların "Yavaş yürüyün! Yoldan sapmayın! Yolu kaybetmeyin!" uyarıları yükselecektir sürekli arka taraflardan bir yerlerden. Yol, şiir oldukça yürümenin anlam kazandığını gözeterek yürür oysa gerçek şair, neyse ki...  (5 Ekim 2018)

Malatya notları
Malatya'da 29-30 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen Kernek Şiir Festivali programlarında üç kuşaktan şairler bir araya geldi. Oturumlarda ileri sürülen düşüncelerin büyük kısmı epey tartışmaya açıktı. Şiirimizin bugünkü sorunlarını tartışmak elbette gerekliydi, ama şairlerimiz nedense -hiç birini ayırt etmeden yazmak lazım bunu- bu sorunları tartışmaktan yan çizmeye fırsat aradılar konuşmaları boyunca.
Buradan çıkardığım sonuç şu: Türk şiirindeki yaygın ve artık tamamen kendi sınırlarına erişmiş göreneği kuşaklararası sorunların kuşattığı tartışmalarla aşabilmek mümkün değil. 1990'lardan beri yazılan şiirin İkinci Yeni'yi hitama erdirdiğini savlayan bakış açısı bir yerde makul görünüyor olsa da gelmekte olanı açıklayabilecek bir yeterliliğe sahip değil elbette. Bu durum yeniyi kavrayabilecek eleştirel kriterlerin de yeni olması ihtiyacından kaynaklanıyor.
Gerek şiir üzerine gerçekleştirilen oturumlara gerekse şiir dinletisine katılımcı sayısının azlığı da yaşanan sorunun ne olduğunu gösteriyor bize. Günümüz şiirinin en temel meselesi toplumla irtibat kuramamak. Çoğu kez, bu sorunu her dile getirdiğinizde yani, hataen "toplumsal gerçekçi" olarak nitelenme riski olsa da, üstüne basa basa söylemeli: Eğer dil, 'konuştuğumuz' bir şeyse ve biz bu 'dil'i kullanarak bazı birtakım metinler (gazete yazısı-şiir-hikaye-roman-teori, metnin türünün ne olduğu önemli değil) kaleme alıyorsak, o metinlerin bir "muhatab"ının olduğu da bilinmeli. "Sadece kendimizi mi, diğer şairleri mi, yoksa o metni okuması muhtemel hemen herkesi ve her kesimi mi dikkate alacağız?" sorusu elbette yerli yerinde bir soru. Kimi, nasıl muhatap aldığı ya da alması gerektiğini bilmeyen metinlerin, yani kendi varolma zemininin farkında olmayan hitapların bizi birer "geveze" kılmaktan öte bir anlamı yok. Meclis kürsüsünde mi nutuk atıyoruz, camide vaaz mı veriyoruz, kelimelerden suskun taşlar mı yontuyoruz, yoksa basitçe okunmak mı istiyoruz? Üzerinde duracağımız zemini, yürüyeceğimiz yolu seçmek bize bırakıldıysa mesele yok elbette. Ama şiir sözkonusu olunca, şiirin üzerinde yükseldiği zeminin ne olduğunu da asla unutmamalıyız. O yüzden, bana kalırsa, "Halktan aldığı sesi halka tekrar devredememenin" bize yaşattığı sıkıntıları görmeyen bir bakış açısıyla hareket ettikçe kimin büyük şair, kimin ise minör şair olarak kaldığını tartışmanın bir anlamı yok.
(3 Ekim 2018)

İsmim tarihe geçecek mi?
Kuşku bu. Kimilerinin tarihle derdi var. İlla ondan sonra gelenler onu hatırlamak zorundaymış gibi. Oysa benim fikrim basit: Sen şiirini yaz ve yayınla. Yok şöyle okunuyorum, böyle okunuyorum, bunu dert etme. Ve ayrıca tarihin seni yazacağına da pek güvenme. Yazman zorunluluksa yazarsın, değilse o kalemi bırak. (11 Eylül 2018)

İki ilk kitap hakkında birkaç geçici not
"bana türkiye kadar bir kılıç gerek/çiçek nasılsa açar. Allah ekber"
Bu iki dizeyle açılıyor genç şairlerden Raşit Ulaş'ın ilk kitabı olan Kavga Başlıyor'u. 1987 Ankara doğumlu Raşit Ulaş. Bu iki dizenin yer aldığı şiirin adı da Türkiye Kadar Bir Kılıç. Söyleyişi son derece rahat bir şair Raşit Ulaş. Gündelik hayat, gazete haberleri sözgelimi, çok rahat bir söyleyişe kavuşuyor Ulaş'ın şiirinde. Buna karşın, bıçkın, yer yer külhanbeyi bir tavır da siniyor şiire. Kavga etmekten kaçmayan bir şiir arıyor Ulaş. Buluyor da nitekim. Kavgası elbette sadece "lodos denize vurunca/denizin güzelleştiğini" söyleyen 'ulu' şairle değil dünyayla da bir meselesi var. Meselesi ne peki "gelecek güzel günler"i "peh!" nidasıyla karşılayan bu şiirin? Belki şu dizelerde aramalı o meseleyi: "bana öyle bir dert ver, bir halkı yürütsün/ bana öyle bir soluk ver, bir halkı koştursun/ bana öyle bir dert ver, bir halk koşarken durmayı unutsun"
"uyumalı erkenden, halka hazırla göğsünü/sabah bir Türkiye inecek trenden"
Bu iki dize de başka bir genç şairin, Cengizhan Konuş'un ilk kitabı olan Tarafsız Günler'deki Trendeki Türkiye Sesleri başlıklı şiirinden. Konuş, Raşit Ulaş'tan bir yaş küçük. 1988'de Kahramanmaraş'ta doğmuş. Sesi Raşit Ulaş'ınki kadar kavgacı değil, gündelik hayat parçalarını muhayyilesinin süzgecinden geçirerek dahil ediyor şiirine. Daha belirsiz, daha puslu bir şekilde yansıyor söylemek istediği şiire bu yüzden. Yine de şiire sıkıca tutunuyor Konuş'un muhayyilesi; kendisini kolayca açık etmese de kitaptaki şiirlerin bende bıraktığı izlenim şu: "Mesai saati başlayınca susan" dünyanın kirliliğine inanan şairin, çok yüksek sesle olmasa da, bu dünyaya itirazını dile getirmede yeterince cömert davrandığı.
Her iki şairin de teknik bakımdan kat etmeleri gerekli mesafeler olsa da, bir ilk kitap olarak her iki kitap da son derece başarılı. Yeri gelmişken, iki kitabı da birbirine yakın günlerde satın almışım. Bu da benim meziyetim olmasa gerek. (7 Temmuz 2017)

(Muhayyel, Kasım 2018)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder