2 Şubat 2019 Cumartesi

TAŞRADA KÜLTÜR POLİTİKALARI


"Kültürel iktidar"ı alt edebilmek için nasıl bir "kültür politikası" izlenmelidir? Gerek "kültür"ü, gerek "kültürel iktidar"ı, gerekse "kültür politikası" denen şeyi yeterince incelikli bir şekilde tartışmadan yürütülen görüş alışverişlerinde epey eksik noktaların olacağı açıktır. Hem yürütülen tartışmaları anlamak, hem de onlarda eksik kalan, gözden kaçan noktaları görmek için 'kültür', 'iktidar' ve 'politika' çerçevesinde kullanılmaya çalışılan bu kavramları ve aralarındaki kavramsal ilişkileri, yani kavramsal örgüyü çözmek gereklidir.
Yer yer 'medeniyet' ile eşanlamlı kullanılan, yer yer ondan farklı boyutları olduğunun altı çizilen, çoğu kez de ona alternatif olarak öne sürülen 'kültür'ün birçok tarifi olsa da bütün bu tariflerde en temelde onun atfedildiği toplumsal düzene, alana ya da gruba anlam sağlayan ya da bahşeden bir boyutunun olduğu gösterilebilir. Hemence vurgulamak gerekir: Toplumsallık herşeyden önce bir farklılaştırmalar sistemi, ya da daha yerinde bir deyişle farklılaştırıcı bir sistemdir; kültürel işaretler bu farklılıklara değgin olsalar bile tikel bir farklılaşmaya ait bir kültürel işaretin o toplumsallığın genel kültürel kodlamasındaki birliğe olumlu ya da olumsuz bakımlardan bir etkisinin varolduğunu düşünebiliriz. Kültürün genel şekillenişi açısından haddi zatında bu farklılaşmanın olması kaçınılmazdır, karşılıklılık ve farklılık, toplumsallığı kuran simgesel mübadelenin kaçınılmaz bir sonucudur; karşılıklılığın, dolayısıyla farklılığın ortadan kalktığı bir sistemde kültürel sığlık baş gösterir- yığınlaşma, kültürel sığlığın başka bir görünümüdür. Simgesel mübadelede karşımıza çıkan sığlıkların büyük bölümünü de bir 'karşılaşma'nın ürünü saymakta şimdilik bir beis yoktur, ancak bu karşılaşma deyim yerindeyse 'kötü' bir karşılaşmadır; zaten sığlığa yol açan da karşılaşmadaki bu kötülük ya da simgesel körlüktür- 'kötü karşılaşma'daki taraflar simgesel iletişimi başaramamaktadır bir türlü. Bu körlük kısmen tarafların simgesel gözlerinin 'tavuk karası'na tutulmuşluğuna bağlanabilir, diğer taraftan kötü karşılaşmalar, ortamın obskürantist niteliklerinin de bir etkisi olarak ortaya çıkabilir.
Kültürel iktidar deyimi ise sık sık toplumsal düzen, alan ya da gruplardaki kültürel etkileşim ve mübadelelerde hegemonik bir mevkiyi işaret etmek için kullanılmaktadır. Kültürel iktidarın bu tanım vesilesiyle yer yer söz konusu düzen, alan ya da gruplara içkin (immanent) mi yoksa  o düzen, alan ya da grupların berisinde ya da ötesinde yer alan başka bir takım 'güç odakları'nın kontrolünde mi olduğu sorusu da bu bakımdan son derece anlamlı görünmektedir. Eğer sözkonusu iktidar, egemenliğini sürdürdüğü düzen, alan ya da gruba içkin ise bu düzen, alan ya da grup içindeki bir mücadele ya da savaşımla alt edilmesi daha kolay görünür elbette. Oysa hegemonik kültüre karşı madun konumda yer alanların uzun yıllar boyunca verdikleri mücadelelere ya da mübarezelere karşın yine de bir türlü kültürel iktidarı alt edemedikleri de ortadadır. Kültürel madunların anlam ve değerler dünyasını hâlâ hegemonik kültür üreticileri belirliyorsa, ya madunların yürüttükleri mücadele ve mübareze usul ve yordamlarında çoğu kez hesaba katılmayan bir nakısa vardır, ya da hegemonik kültür bizatihi egemen olduğu düzen, alan yada grup içinde üretilmeyen; yani onlara içkin olarak düşünülemeyecek bir mevkiden gelmektedir. Elbette ilk bakışta bu iki şık kadar belirgin bir biçimde görünmeyen bir şık daha vardır ki, bizim benimsemeye daha yakın durduğumuz seçenek budur: Sözü edilen kültürel mücadele ve mübarezelerin usul ve yordamlarında hâlâ etkin değer olarak "kültürel iktidar"ın ölçütleri varittir. Belki daha kesin bir şekilde söylemek gerekirse hegemonya, madunlarını da bir şekilde içerir. Bu madunlar, her nasılsa, hâlâ bu hegemonik kültürün, bu hegemonyayı üreten "rıza"nın bir parçasıdırlar. Hegemonya zaten bu rızayla kurulur.
Bu yüzden bize kalırsa kültürün içkinlik alanlarındaki hegemonik unsurlarla madun unsurların müsademelerinin sonuçları bu bakımdan analize konu edilmeyi bile hak etmemektedir. Çünkü bu tür analizlerde asıl gözden kaçan nokta şudur: Hegemonik kültürün vaz edilişinde, sunumunda her ne kadar bahse mevzu düzen, alan ya da grupta yer edinen birtakım hegemonik unsurlar etkinse de onların etkinliği sadece bir 'pazarlama süreci'nden ibaret kalmaktadır. Bu pazarlama sürecini sekteye uğratmak ya da ele geçirmek hegemonik kültürü bozguna uğratmak anlamına gelmemektedir hiç kuşkusuz. Pazarlananı kimin pazarladığının önemi ortadan kalkmaktadır nihayetinde. Çoğu kez madun kültürün unsurları, hegemonik kültürü pazarlayanlara kin beslerken, pazarlanana da imrenerek bakmaktan geri durmamaktadır. Madun kültür mensuplarının kendi suskunluklarını hegemonik kültür vasıtasıyla gidermeye çalışmalarında ilk bakışta elbette pek bir yanlış bulunmamaktadır; lakin uzun vadede söz almaya başlayan madunların da başlangıçta sahip oldukları anlam ve değerleri de hegemonik kültürün beğenileri doğrultusunda dönüştürdüklerini görmekteyizdir. Sorun, pazarlama süreçlerine ilişkin tartışmaya karşın, 'pazarlanan'a ilişkin tarafların ortaklaşa paylaştığı rızadadır. Bu rızanın oluşumunda pazarlama süreçlerinin önemli derecede etkili olduğu varsayılsa bile bu kısmen latent bir etki olarak da düşünülebilir. Kültürel hegemonyayı ayakta tutanların başında bu hegemonyaya maruz kalanların, ona ister istemez rıza gösterenlerin geldiğini vurgulamak gerekir. Kültürel iktidarın bir tahakküm ilişkisinden çok bir hegemonya ilişkisi vazettiğini, kendisini bu hegemonya aracılığıyla meşrulaştırdığını da bu cümleye eklemeliyiz. Kültürel iktidar eleştirilerinin birçoğu da aynı hegemonyanın üretici etkilerine kapı açmaktadır ve bu sebeple kültürel iktidar işlerliğini ve meşruiyetini koruma fırsatı edinmektedir. "Kültürel iktidarı alt edebilmek için nasıl bir kültür politikası izlenmelidir?" sorusuna açık ve net cevapların bulunamaması, bulunan cevapların çoğunun çetrefilli, zorlu, anlaşılmaz ve anlamsız, hatta uygulanamaz kalışının ya da uygulama aşamasında kolayca ıskartaya çıkarılan cevaplar olmasının bir sebebi de budur.
Bu başarısızlığı çözümleyebilmek için öncelikle "kültür politikası" ibaresinin kültürden çok politikaya ağırlık veren vurgusu göz önünde tutulmalıdır. Bu ibare kültürün politikaya nazaran ikincilleştirilmesinin bir ürünüdür. 'Kültürel iktidar' deyişinde gizil konumda kalan da esasen bu ikincilleştirmedir. Kültürel iktidar, kültürün ikincilleştirilmesinin bir ürünü, hatta bu ikincilleştirme sayesinde mümkün hale gelen bir kavramlaştırmadır. Kültür bu kavramlaştırmada her zaman siyasetin çeperinde, onun çevresinde, belki de doğru söyleyişle taşrasındadır. Bu anlamda günümüzdeki tartışmaların özü, siyasal iktidar ile kültürel iktidar arasında olması umulan simetriye aykırı bir duruma ilişkindir. Siyasal bakımdan kendilerini muktedir konumda bulanlar, muktedir durumda bulundukları alanın taşrasında kalan kültürel alanda rakiplerinin kendilerinin fevkinde bir etkinliğe sahip oluşuna içerlemektedirler. Kültürel alanda yürüttükleri tüm politikaları, bu üstünlüğü aşındırma stratejileri üzerine inşa etmeleri bundandır. Fakat çoğu kez, bu politikalara dayalı ürettikleri kültürelliklerin yetersiz kaldığını da fark etmektedirler. Tartışmaların önemli bir kısmı bu acayipliği çözümlemeye, yani siyasalın taşrasında addedilen kültürün toplumsallık üzerindeki etkisinin siyasal arzuları da belirleyecek ölçülerde kuvvetli oluşuna dairdir. Belediyelerin meslek kursları adı altında geleneksel el sanatlarına verdiği destekten, düzenlenen konferans, panel vb. etkinliklere, müzik, tiyatro, dizi film ve sinema vb. alanlarda ortaya çıkarılan ürünlerden sivil oluşumların kendi inisiyatifleriyle giriştikleri çalışmalara kadar birçok alandaki faaliyetlerin istenen sonuçları bir türlü sağlayamaması aynı yetersizliğin görünümlerine dahildir. Çünkü, doğrudan kültürelliğin kendi biçimlenişi değil, siyasal ile arasındaki bağ, siyasal kâr avcılığı hedeflenmektedir bütün bu faaliyetlerde. Kültürel tekrardır bu bir yerde. Bu yüzden zaten tüketilmiş bir kültürün yeniden üretimi ve tüketiminin ötesine geçilememektedir bir türlü. Siyasal arzular, kendilerini, kültürel süreçlerle yeniden doğrulama, aklama fırsatı edinmektedirler bu faaliyetlerde. Bu ise kültürün politik üreticilerinin kendilerine oy veren tüketicilere karşı taşıdıkları görevin bilinciyle, ellerinden geleni yaptıklarına dair kendilerini müsterih kılmalarından başka bir işe yaramamaktadır. Tartışmalardaki gizli özne, yani kültürel iktidar, bütün bu faaliyetlerden dolayı herhangi bir zarara uğramaktan kurtulmaktadır böylelikle. Bütün bunların neticesinde, kültürün siyasalın taşrasında kaldığı bir önvarsayım olarak korunmaktadır. Siyasetin merkezinde olup da kültürün taşrasına düşmenin acısını yansıtır mezkur tartışmalar.
Kültür politikaları ya da kültürel politikalar denen icrai uygulamaların başarısızlıklarının altında yatanın, siyaset ile kültür arasındaki ilişkilerin yanlış kurgulanması kadar, hali hazırdaki toplumsallıkların bu politikalarda içerilen yanlış konfigürasyonlara verdiği tepkinin değerlendirilmesindeki hatalardan kaynaklandığı da açıktır. Mevcut tartışmaların daha salimen yürümesi için, "merkez-taşra" dikotomilerinin ötesine geçilmesi, kültürlenme süreçleri kadar siyasallaşma süreçlerinin de soykütüklerinin ayrıca irdelenmesi gerekir. (Fayrap, Ocak 2019)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder