24 Haziran 2020 Çarşamba

Üç felsefecinin mektup arkadaşlığı

Yirminci yüzyıl Alman felsefesinin en önemli isimleri arasında yer alan Martin Heidegger, Karl Jaspers ile Hannah Arendt ayrıca aralarındaki ilginç ilişki sebebiyle de dikkat çekicidir. Heidegger ile Jaspers 1920’de Edmund Husserl’in doğum günü dolayısıyla Freiburg’da düzenlenen bir kutlamada tanışırlar. Tanıştıklarında Jaspers 37, Heidegger ise 31 yaşındadır. Her ikisi de felsefe tarihçileri tarafından “varoluş felsefesi” olarak nitelenen bir akıma dahil edilse de Jaspers’ın bu nitelemeyi başlangıçta benimsediğini, lakin Heidegger’in hiçbir zaman bunu kabullenmediğini de vurgulayabiliriz.
Jaspers ile Heidegger arasındaki ilişkinin zamanın olaylarına bağlı(1929 dünya ekonomik buhranı, Nazi rejimi, ikinci dünya savaşı, atom bombası, Almanya’nın ikiye bölünmesi, soğuk savaş vb.) değişimi belki Batı felsefesinde karşılaştığımız en ilginç dönüşümlerden birini teşkil eder. Sözgelimi, tanışmalarının başında Jaspers’la birlikte gerçek felsefe olmadığını düşündükleri akademik okul felsefesi ya da profesörler felsefesine karşı “felsefeyi yeniden canlandırmak” amacıyla aralarındaki dayanışmayı ifade eden “mücadele birliği” ibaresini kullanan Heidegger, sonradan Jaspers’la aralarındaki ortak tek noktanın Hannah Arendt olduğunu ifade edecektir.

Anti-semit suçlaması
1924 yılında Marburg Üniversitesi’nde Martin Heidegger’in öğrencisi olan Hannah Arendt, 1926’da Heidelberg’e geçerek Jaspers’ın verdiği bir seminere katılır. Jaspers, aynı zamanda Arendt’in doktora sürecinde onun danışmanlığını da üstlenir ve öğrencisiyle ömrü boyunca sürecek dostluk süreçleri başlar. Diğer yandan 1925’ten belirli kesintilerle Arendt’in 1975’teki ölümüne dek süren bir Heidegger-Arendt mektuplaşması da vardır. Bu ilişki zaman zaman gizemli bir ilişki olarak nitelense de bunun sebebinin zamanın olaylarına bağlı olarak yaşanan fikir değişimlerinden kaynaklandığı da açıktır. Aralarındaki mektuplaşmanın ilk döneminde Arendt, Heidegger’e “anti-semit” suçlaması yöneltir ve 1933’te mektuplaşmayı keser. İkili, 17 yıl aradan sonra, 1950’de Freiburg’da tekrar karşılaşır ve 1965 yılına kadar süren bu dönemde Arendt arka planda kalır. Bu döneme damga vuran konuların ise Heidegger’in Arendt’e yazdığı şiirler ve kendi çalışmaları hakkında verdiği bilgiler olduğunu söyleyebiliriz. Bu üç filozofun birbirleriyle gerçekleştirdikleri mektuplaşmaları, aralarındaki ilişkileri, mektuplaşmalarına yansıyan felsefi görüşlerini, yaşananlar hakkındaki düşüncelerini ve birbirlerine karşı besledikleri duyguları irdeleyen Mektuplardaki Felsefe adını taşıyan kitabında irdeleyen Yusuf Örnek, kitaptaki bu üç düşünürün felsefi düşünceleri arasında yapılması muhtemel araştırmalar ve karşılaştırmalar için bir başlangıç zemini oluşturmak şeklinde belirliyor. Belki bu araştırma ve karşılaştırmalar dahilinde “yaşanan hayatla düşünülen felsefe arasında ne tür bir ilişki olduğu” sorusu en esaslı konu olacaktır. Çünkü Martin Heidegger yaşanan hayatla düşünülen felsefe arasında hiçbir bağ olmadığını savlarken Karl Jaspers ise bunun tam tersini hem düşünür hem gerçekleştirir, yani kendi felsefesini yaşar. Bu ikilinin önce öğrencisi, sonra da en az onlar kadar ünlü bir filozof olan Hannah Arendt’in felsefi düşünceleri üzerinde hocalarının etkileri de en az onların kendi aralarındaki önce yakınlık, sonra radikal bir biçimde uzaklaşma olarak tezahür eden ilişkileri ev felsefi etkileşimleri kadar merak edilesi bir konudur.
Kitabında bu üçlünün sadece mektuplaşmalarına eğilmiyor Yusuf Örnek. Bu üç filozofun birbirleriyle ilişkisi ve felsefi etkileşimin izlenebileceği diğer kaynaklara da değiniyor. Özellikle Arendt için Karl Jaspers’in kişiliği ve yaşanan olaylara karşı duruşuyla “gerçek bir eğitici”yken Heidegger’in düşünce hayatını herkesten farklı ve mükemmel bir şekilde yorumlayan bir “öğretmen” olarak kaldığını vurguluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder