6 Ekim 2020 Salı

ŞİİR OKUMA GÜNLÜĞÜ-10

Nima Yuşiç’in şiirleri

“her şeyde ve her yerde

geçişi o güneşin benden

bilmem ki yavaşlığımdan mı

yoksa hızımdan?

beni ışıtmıyor, tamam

ama başkalarının da güneşi o

ırmağın kıyısında”

Özellikle modern şiirimizde kökleri Ahmet Haşim’in o ünlü Piyale önsözüne dek uzanan bir anlayış vardır: Şiirde ‘musiki’nin önemli olduğunu vurgulamaya bayılır bu anlayış. Ahmet Haşim neyse de çoğu kez şiirde vezin savunmalarının temelinde de bu yatar. Garip şiirinin yıktığı ‘şairane’liğin bir bileşenidir gerçi vezin yoluyla şiirin ihtiyaç duyduğu musikiye ulaşma kaygısı. Sözkonusu ‘musiki’ anlayışı Garipçilerin öncelikle karşı çıktığı şairaneliğe mahsus ‘eda’ ve ‘ahenk’in oluşumundaki ilk müsebbibidir.

Modern İran şiirinin kurucu ismi sayılan Nima Yuşiç’ten bazı şiirleri derleyerek Türkçeleştiren M. Bülent Kılıç’ın hazırladığı Ey İnsanlar adlı kitapta rastladığım Ferudun Moşiri’nin yazdığı bir yazıdaki şu sözleri tam da bu bakımdan ilgimi çekti doğrusu: “Şiiri doğal bir dille yazmalıyız; doğal bir dille ve konuşma diline yakın yazmalıyız. Müziğin gücünden çok fazla yararlanmamalıyız.”

Ahmed Şamlu, Furuğ Ferruhzad, Sohrap Sipehri gibi modern İran şiiri içinde uluslararası çapta popülerleşmiş birçok ismi de etkilediğini bildiğimiz Nima Yuşiç’in bu görüşlerini ne zaman ifade ettiğini merak ediyorum aynı şekilde. Hayat hikayesinden 1920 ila 1960 yılları arasında şiir yazdığını çıkarsadığım Yuşiç’in ilk şiirleriyle birlikte klasik tarzda yazılan İran şiiriyle arasındaki mesafeyi açtığı düşünülüyor. Hatta bu sebeple epey de eleştiri almış 1923’lerde Yuşiç. Ama yine de bana kalırsa aruz veznini kıran, ya da dizeler arasında bölüştüren Yuşiç’in modern İran şiirinin oluşumuna katkısı belki de Mehmed Akif’in Türk şiirine katkısı gibidir. Otobiyografisinden aktaracağım şu sözler durumu bütün sarahatiyle ortaya koyuyor diğer yandan: “Benim özgür şiirimde kafiyenin ve veznin başka bir işlevi var. Dizelerin kısalıp uzaması bir fantezi ve oyun değil. Ben ölçüsüz şiirin de bir ölçüsü olması gerektiğine inanıyorum. Her sözcüğüm bir başka sözcüğüme şaşmaz bir kaideyle bağlıdır. Ve serbest şiir benim için öteki şiirden daha zordur.”

Kılıç’ın hazırladığı kitap çevremizdeki ülkelerde üretilen edebiyat verimlerinden bigâne kalmamamız gerektiğini tekrar hatırlattı bana. (4 Nisan 2018)

Şiirin toplumsal bir işlevi var mıdır?

“Ülkemizde edebiyatın, hatta bazı ölçülerde toplumun birçok sorunları açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya sorunlardan şiirde vazgeçilirdi.” Böyle yazmış Turgut Uyar, Korkulu Ustalık’ta bir araya getirilen yazılarından birinde. Şiirin toplumumuzun tarihsel bir anında salt ‘sanat’ olmaktan öte bir anlam ve işlev kazandığını ortaya koyuyor elbette onun bu sözleri. Uyar’ın yaptığı bu belirlemeyi İsmet Özel’in koştuğu o şartla, yani ‘Türkiye’yi anlamak için şiire başvurma’ gerekliliği ile birlikte düşünmek elbette mümkün. Lakin Uyar’ın sözlerini sarf ederken kullandığı geçmiş sigası da bize çok şey anlatıyor. En azından İsmet Özel’e nazaran Turgut Uyar açısından toplumsal sorunları -en azından bir kısmını- şiir yoluyla konuşmanın günümüz için bir gereklilik olmadığını belirtmeliyim.

Toplumun kendi sorunlarını tarihin bir anında şiir yoluyla tartışmak zorunda kalışı, bu sorunlar şiir yoluyla ister çözülsün ister çözülmesin, onun yani şiirin önem ve işlevini her ne kadar gösteriyor olsa da toplumca karşılaştığımız sorunları tartışmanın bu şeklinin geçerliliği de kalmamış olduğunu gösteriyor bu geçmiş sigası. Bugün sorunlarımızı şiir yoluyla tartışmanın bir anlamı, önemi ve işlevi yok bana kalırsa. Üstelik bir zamanlar sorunları şiir yoluyla tartışmanın toplumsal düşünce açısından bir nevi çocukluk evresi olarak algılanması bile mümkündü. Böyle algılayanlar da olmuş üstelik. Sözgelimi bu açıdan Descartes’in Usul Hakkında Nutuk’unu yazılışından yaklaşık 200 yıl sonra Türkçe’ye kazandıran İbrahim Ethem’in bu kitaba yazdığı önsöz okunursa, onun şiir yoluyla düşünmeyi bir ‘çocukluk’ olarak gördüğünü de söylememiz garipsenmeyecek. Dahası sorunları şiir yoluyla düşünüp tartışmanın modern zamanlarda bize bir avantaj kazandırmadığı, aksine bu sorunları daha da çözümsüz bıraktığı ortada. Eğer bazı toplumsal sorunlar şiir yoluyla tartışılıp çözümlenebilseydi, o sorunlar hâlâ devam ediyor olmazdı.

Elbette İbrahim Ethem’in düşünme açısından şiiri toplumların çocukluk evrelerine ait sayarak felsefe yoluyla sorunları tartışmanın daha gelişkin bir toplum olmanın emaresi olarak betimleyen yaklaşımı da ayrıca eleştirilebilir. İbrahim Ethem, bu yaklaşımıyla on dokuzuncu yüzyılın pozitivist anlayışının bir takipçisi neticede. Aynı zamanda bu yaklaşım büyük ölçüde klasik oryantalizmin ve Avrupamerkezci tezlerin silik bir yansıması şeklinde de görülebilir.

Herhangi bir toplumsal sorunun çözümünde öncelikli olanın şiir, felsefe, siyaset, iktisat ya da başka bir fikri kalıp olmadığı görülmeli bence. Bir toplumsal sorunun çözümünde gerekli olan ilk şeyin o sorunu çözme iradesi olduğunu söylemeliyim. Bu irade çoğu kez suiistimal edilerek başka bazı çıkarların hizmetine sunuluyor esasen. Sözgelimi Türkiye’de sosyalizmin popülerleştirilmesinde Nazım Hikmet’in, Büyük Doğu fikriyatı bakımından Necip Fazıl Kısakürek’in bayraklaştırılmasına da bu veçheden bakmalı. Şiir, toplumsal düşüncelerin yaygınlaştırılması, geniş yığınların bu düşüncelere bağlanması için başvurulan bir enstrümana dönüştürülüyor. Dahası şiir bütün bu vetire içinde bir meşrulaştırma mekanizması olarak işlev görüyor çoğu kez. Bu pek şiirin hayrına bir durum olmasa gerek. (5 Mayıs 2018)

Sadık Koç’un iki kitabı

1981 doğumlu genç bir şair Sadık Koç. İkinci şiir kitabı Topraktan Ayrılalı geçtiğimiz aylarda yayınlandı. Dergâh, Fayrap, İtibar, Kertenkele, Aşkar, Temmuz gibi dergilerde hem şiirlerini hem de yazılarını gördüğümüz Koç’un ilk şiir kitabı Yara Bandı da 2014’te yayınlanmıştı. İki kitapta toplam 37 şiiri yer alıyor Koç’un.

İlk kitabı Yara Bandı’nda kısmen retorik sayabileceğimiz, doğrudan söyleyişe dayalı şiirleri yer alıyordu Koç’un. Koç, ikinci kitabında da aynı tutumunu sürdürüyor. Şiirine gündelik hayat parçalarını bu doğrudan söyleyişle dahil ederek yazıyor Koç. Avantajı da dezavantajı da burada aslında. Teknik bakımdan aynı tutumu sürdürmenin bir alışkanlığa dönüşmesi, kişinin kendisini çoğaltması gibi bir tehlikesi var çünkü bunun. Yine de nispeten başarılı saymak mümkün Koç’u şiirde.  Diğer yandan Koç’un şiirlerinin kompozisyon bakımından tümleşik bir yanı da var. Çarpıcı, diğerlerinden hemence ayırt edilebilecek dizeler çekip çıkarmak bu yüzden güç bu şiirlerden. Peki bu iyi mi kötü mü? Şimdilik bunun kararını vermek zor. Şimdilik halkçı-memleketçi tavrıyla şiirini kotarıyor Koç, ya sonra? (17 Nisan 2020)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder