Nima Yuşiç’in şiirleri
“her şeyde ve her yerde
geçişi o güneşin benden
bilmem ki yavaşlığımdan mı
yoksa hızımdan?
beni ışıtmıyor, tamam
ama başkalarının da güneşi o
ırmağın kıyısında”
Özellikle modern şiirimizde kökleri Ahmet Haşim’in o ünlü
Piyale önsözüne dek uzanan bir anlayış vardır: Şiirde ‘musiki’nin önemli
olduğunu vurgulamaya bayılır bu anlayış. Ahmet Haşim neyse de çoğu kez şiirde
vezin savunmalarının temelinde de bu yatar. Garip şiirinin yıktığı
‘şairane’liğin bir bileşenidir gerçi vezin yoluyla şiirin ihtiyaç duyduğu
musikiye ulaşma kaygısı. Sözkonusu ‘musiki’ anlayışı Garipçilerin öncelikle
karşı çıktığı şairaneliğe mahsus ‘eda’ ve ‘ahenk’in oluşumundaki ilk
müsebbibidir.
Modern İran şiirinin kurucu ismi sayılan Nima Yuşiç’ten bazı
şiirleri derleyerek Türkçeleştiren M. Bülent Kılıç’ın hazırladığı Ey
İnsanlar adlı kitapta rastladığım Ferudun Moşiri’nin yazdığı bir
yazıdaki şu sözleri tam da bu bakımdan ilgimi çekti doğrusu: “Şiiri doğal bir
dille yazmalıyız; doğal bir dille ve konuşma diline yakın yazmalıyız. Müziğin
gücünden çok fazla yararlanmamalıyız.”
Ahmed Şamlu, Furuğ Ferruhzad, Sohrap Sipehri gibi modern
İran şiiri içinde uluslararası çapta popülerleşmiş birçok ismi de etkilediğini
bildiğimiz Nima Yuşiç’in bu görüşlerini ne zaman ifade ettiğini merak ediyorum aynı
şekilde. Hayat hikayesinden 1920 ila 1960 yılları arasında şiir yazdığını
çıkarsadığım Yuşiç’in ilk şiirleriyle birlikte klasik tarzda yazılan İran
şiiriyle arasındaki mesafeyi açtığı düşünülüyor. Hatta bu sebeple epey de
eleştiri almış 1923’lerde Yuşiç. Ama yine de bana kalırsa aruz veznini kıran,
ya da dizeler arasında bölüştüren Yuşiç’in modern İran şiirinin oluşumuna
katkısı belki de Mehmed Akif’in Türk şiirine katkısı gibidir. Otobiyografisinden
aktaracağım şu sözler durumu bütün sarahatiyle ortaya koyuyor diğer yandan:
“Benim özgür şiirimde kafiyenin ve veznin başka bir işlevi var. Dizelerin
kısalıp uzaması bir fantezi ve oyun değil. Ben ölçüsüz şiirin de bir ölçüsü
olması gerektiğine inanıyorum. Her sözcüğüm bir başka sözcüğüme şaşmaz bir
kaideyle bağlıdır. Ve serbest şiir benim için öteki şiirden daha zordur.”
Kılıç’ın hazırladığı kitap çevremizdeki ülkelerde üretilen edebiyat
verimlerinden bigâne kalmamamız gerektiğini tekrar hatırlattı bana. (4 Nisan
2018)
Şiirin toplumsal bir işlevi var mıdır?
“Ülkemizde edebiyatın, hatta bazı ölçülerde toplumun birçok
sorunları açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya
sorunlardan şiirde vazgeçilirdi.” Böyle yazmış Turgut Uyar, Korkulu Ustalık’ta
bir araya getirilen yazılarından birinde. Şiirin toplumumuzun tarihsel bir
anında salt ‘sanat’ olmaktan öte bir anlam ve işlev kazandığını ortaya koyuyor
elbette onun bu sözleri. Uyar’ın yaptığı bu belirlemeyi İsmet Özel’in koştuğu o
şartla, yani ‘Türkiye’yi anlamak için şiire başvurma’ gerekliliği ile birlikte
düşünmek elbette mümkün. Lakin Uyar’ın sözlerini sarf ederken kullandığı geçmiş
sigası da bize çok şey anlatıyor. En azından İsmet Özel’e nazaran Turgut Uyar
açısından toplumsal sorunları -en azından bir kısmını- şiir yoluyla konuşmanın
günümüz için bir gereklilik olmadığını belirtmeliyim.
Toplumun kendi sorunlarını tarihin bir anında şiir yoluyla
tartışmak zorunda kalışı, bu sorunlar şiir yoluyla ister çözülsün ister
çözülmesin, onun yani şiirin önem ve işlevini her ne kadar gösteriyor olsa da
toplumca karşılaştığımız sorunları tartışmanın bu şeklinin geçerliliği de
kalmamış olduğunu gösteriyor bu geçmiş sigası. Bugün sorunlarımızı şiir yoluyla
tartışmanın bir anlamı, önemi ve işlevi yok bana kalırsa. Üstelik bir zamanlar
sorunları şiir yoluyla tartışmanın toplumsal düşünce açısından bir nevi
çocukluk evresi olarak algılanması bile mümkündü. Böyle algılayanlar da olmuş
üstelik. Sözgelimi bu açıdan Descartes’in Usul Hakkında Nutuk’unu
yazılışından yaklaşık 200 yıl sonra Türkçe’ye kazandıran İbrahim Ethem’in bu
kitaba yazdığı önsöz okunursa, onun şiir yoluyla düşünmeyi bir ‘çocukluk’
olarak gördüğünü de söylememiz garipsenmeyecek. Dahası sorunları şiir yoluyla
düşünüp tartışmanın modern zamanlarda bize bir avantaj kazandırmadığı, aksine
bu sorunları daha da çözümsüz bıraktığı ortada. Eğer bazı toplumsal sorunlar
şiir yoluyla tartışılıp çözümlenebilseydi, o sorunlar hâlâ devam ediyor olmazdı.
Elbette İbrahim Ethem’in düşünme açısından şiiri toplumların
çocukluk evrelerine ait sayarak felsefe yoluyla sorunları tartışmanın daha
gelişkin bir toplum olmanın emaresi olarak betimleyen yaklaşımı da ayrıca
eleştirilebilir. İbrahim Ethem, bu yaklaşımıyla on dokuzuncu yüzyılın
pozitivist anlayışının bir takipçisi neticede. Aynı zamanda bu yaklaşım büyük
ölçüde klasik oryantalizmin ve Avrupamerkezci tezlerin silik bir yansıması
şeklinde de görülebilir.
Herhangi bir toplumsal sorunun çözümünde öncelikli olanın
şiir, felsefe, siyaset, iktisat ya da başka bir fikri kalıp olmadığı görülmeli
bence. Bir toplumsal sorunun çözümünde gerekli olan ilk şeyin o sorunu çözme
iradesi olduğunu söylemeliyim. Bu irade çoğu kez suiistimal edilerek başka bazı
çıkarların hizmetine sunuluyor esasen. Sözgelimi Türkiye’de sosyalizmin
popülerleştirilmesinde Nazım Hikmet’in, Büyük Doğu fikriyatı bakımından Necip
Fazıl Kısakürek’in bayraklaştırılmasına da bu veçheden bakmalı. Şiir, toplumsal
düşüncelerin yaygınlaştırılması, geniş yığınların bu düşüncelere bağlanması
için başvurulan bir enstrümana dönüştürülüyor. Dahası şiir bütün bu vetire
içinde bir meşrulaştırma mekanizması olarak işlev görüyor çoğu kez. Bu pek
şiirin hayrına bir durum olmasa gerek. (5 Mayıs 2018)
Sadık Koç’un iki kitabı
1981 doğumlu genç bir şair Sadık Koç. İkinci şiir kitabı Topraktan
Ayrılalı geçtiğimiz aylarda yayınlandı. Dergâh, Fayrap, İtibar,
Kertenkele, Aşkar, Temmuz gibi dergilerde hem şiirlerini hem de
yazılarını gördüğümüz Koç’un ilk şiir kitabı Yara Bandı da
2014’te yayınlanmıştı. İki kitapta toplam 37 şiiri yer alıyor Koç’un.
İlk kitabı Yara Bandı’nda kısmen retorik
sayabileceğimiz, doğrudan söyleyişe dayalı şiirleri yer alıyordu Koç’un. Koç,
ikinci kitabında da aynı tutumunu sürdürüyor. Şiirine gündelik hayat
parçalarını bu doğrudan söyleyişle dahil ederek yazıyor Koç. Avantajı da
dezavantajı da burada aslında. Teknik bakımdan aynı tutumu sürdürmenin bir
alışkanlığa dönüşmesi, kişinin kendisini çoğaltması gibi bir tehlikesi var çünkü
bunun. Yine de nispeten başarılı saymak mümkün Koç’u şiirde. Diğer yandan Koç’un şiirlerinin kompozisyon
bakımından tümleşik bir yanı da var. Çarpıcı, diğerlerinden hemence ayırt
edilebilecek dizeler çekip çıkarmak bu yüzden güç bu şiirlerden. Peki bu iyi mi
kötü mü? Şimdilik bunun kararını vermek zor. Şimdilik halkçı-memleketçi
tavrıyla şiirini kotarıyor Koç, ya sonra? (17 Nisan 2020)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder