Yirminci yüzyıl Türk düşünce hayatında etkin olduğunu varsayabileceğimiz birçok ismin boğuşmak zorunda kaldığı meselelerin başlıcası belki de beka sorunudur. Yüzyılın başlangıcından itibaren Osmanlı devletinin yıkılmaya yüz tuttuğunun görüldüğü emareler çoklaşmış, devletin yıkılmasını engellemeye dönük fikri çabalar arasında Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük gibi kimi fikir akımları belirmiştir. Bu akımların temelde Osmanlı’nın yıkılmasını amaçlayan Batı’ya karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiği hususunda ortaya çıktığını vurgulayabiliriz. Ayrıca Garpçı olarak adlandırılan bir akım da tedavüldedir. Ancak bu akımın da “Batı’nın beşinci kolu” olarak değil, aksine “Batı’ya rağmen Batıcılık” diyebileceğimiz bir tutum izlediğini söylemeliyiz. Bu akım da temelde Osmanlı devletinin ayakta kalabilmesi için nasıl hareket edilmesi gerektiğine ilişkin birtakım öneriler içeren bir muhtevayı haizdir; lakin Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi diğer akımlar özellikle Garpçı akımın önerilerinin Osmanlı toplumunu bir arada tutmayı sağlayacak öneriler olmaktan uzak, devletin yıkımını hızlandırıcı olduğunu savunmaktadırlar. İlginç olan bütün bu akımların içinden çıktıkları Osmanlı toplumunun temel niteliğinin ne olması gerektiği noktasında aralarında önemli anlaşmazlıklar bulunduğudur. Osmanlıcılık, Osmanlı devleti içindeki bütün etnisitelerin ‘Osmanlı’ üst şemsiyesi altında toplandığı bir kimlik öngörürken İslamcılık Müslüman unsurların, Türkçülük ise bütün Türklerin birliğini amaçlamaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Osmanlı devletinin
yenilmesiyle birlikte kendiliğinden Osmanlıcılığın bir çözüm yolu olmadığı
görüldü; “elde kalan son vatan parçası” Anadolu idi ve Anadolu da Kurtuluş
Savaşı yaşamak zorunda kaldı. Bunun bir anlamda İslamcılığın ve Türkçülüğün
tartışma gündeminden geri çekilmesini kolaylaştıran bir etmen olduğunu
vurgulayabiliriz. Bütün Türklerin ya da bütün Müslümanların “birliği” imgesi
idealde ne kadar benimseniyor olursa olsun realitede kaybetmişti. İlkin 1924
yılında çıkmaya başlayan ve imtiyaz sahipliğini Mehmed Halid Bayrı, mesul
müdürlüğünü ise Haydar Necip’in yaptığı Anadolu dergisi kaybettiği net olarak
ortaya çıkan bu fikir akımlarına karşı Anadolu’yu Türk kültür ve medeniyetinin
esas kaynağı kabul eden bir anlayış ortaya koymaya çalıştı. Mükrimin Halil
Yinanç ile Hilmi Ziya Ülken, Mehmed Halid Bayrı ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
gibi isimlerin öncülük ettiği bu anlayış doğrultusunda çıkarılan dergide Anadolu’yu
daha çok edebiyat, folklor, kültür, iktisat ve coğrafya açısından ele alıp
inceleyen makalelerin yer aldığını görüyoruz.
Bu coğrafyayı ayakta tutan ne Türkçülük, ne İslamcılık ne de Osmanlıcılık'tır. Bu coğrafya her zaman güçlü iktidarlarla varlığını koruyabilmiştir. İkdidarın ilkesi, ideali ne olursa olsun. Güçlü ve kararlı olması kafi gelmiştir..
YanıtlaSil