24 Aralık 2013 Salı

AZİZ İRONİ: BİÇİMİN METNİ/ÖZÜN METNİ

Herhangi bir edebi metnin “biçim” ve “öz” (yahut “anlam” ve “içerik”) adı verilen iki unsurdan mürekkep olduğu edebiyat teorisinin muhkem kaziyeleri arasında yer alır. Edebi metinler bazen biçimin bazen de özün yekdiğerine ağırlık ve üstünlüğünü hissettirdiği metinler olabilir. Buna rağmen edebiyat eleştirmenleri biçim ve özü, edebi metnin birbiriyle ilişkili iki temel unsuru olarak düşünmeye devam ederler. Özü ya da biçimi, diğerine öncelikli ve üstün tutsa da bir eleştirmen, edebi eserin başarısı açısından ikincil kıldığı unsurun bu başarıdaki katkısını hiç bir zaman yadsımaya cüret edemez. Bir edebi metnin özünü ya da biçimini araştırmayı ve o eserin değerini bunlardan birine bağlı kalarak açıklamayı seçmiş eleştiri anlayışlarında bile bu iki unsurdan her birinin diğeriyle ilişkisi mutlaka göz önüne alınır, en azından edebi metnin değeri, açıklayıcı unsurun diğer unsurun şekillenişine yaptığı katkıya atıfla yorumlanır.
Bu yüzden edebi metinlerin oluşumunda biçim ve öz unsurlarının işlev ve mahiyetleri (işlevsel-gönderimsel boyut) ile birbirlerine karşı öncelik ve üstünlüklerinin (yapısal-ayrımsal boyut) nasıl değerlendirileceği konusunda önemli bir muğlaklık bulunsa da; herhangi bir edebi metnin başarısını ya da başarısızlığını, eleştirmenler genelde bu unsurların birbirlerine “uygunluğu” olarak adlandırabileceğimiz bir ölçüt sayesinde belirlerler. Bir edebi metnin biçimsel özellikleriyle içeriğine ilişkin özelliklerinin o edebi metnin başarısı için birbirlerine mukayyet olmaları gerektiği sözünü ettiğimiz muhkem kaziyenin belki de en önemli sonuçlarından biridir.
Bu kaziyeye şimdilik kaydıyla karşı çıkmayacağız. Hatta birazdan üzerinde ayrıntılı bir biçimde duracağımız görüşler açısından bu kaziyenin muhafaza edilişi handiyse gerekli. Her ne kadar biz bu gerekliliğe tam anlamıyla ikna olmamışsak da, biçimi öze üstün tutan (biçimci) ya da özü biçime nazaran yeğlenebilir kılan (özcü) yaklaşımların her ikisini birden, birbirlerine karşı ve birlikte ele alıp eleştirmemizde bu kaziyenin ve edebiyat eleştirisinin en temel ölçütünün (yani biçim ile özün birbirine uygunluğunun) korunması bize epey yardımcı olacak.
Öyleyse öncelikle bu yazı boyunca ironi sanatı hakkındaki görüşlerimizi üzerinde temellendirmeye çalışacağımız kendi kabullerimizi ifade edelim: Her edebi metnin, kendisini oluşturan unsurların ifade ettikleri ve böylelikle oluşturdukları metin bağlamlarının fevkinde bir metin olduğunu öne sürüyoruz. Bu açıdan özün ürettiği metin ile biçimin ürettiği metnin birbirlerinden ayrı ve fakat birbirleriyle alakalı iki ayrı metin olduğunu kabul ediyoruz. Asıl edebi metni teşkil eden metnin bu öz ve biçime ait metinsel parçacıkların özgül bir bileşkesi olduğunu ileri sürüyoruz. Bu temel kabullerden yola çıkarak ironik olduğu düşünülebilecek herhangi bir edebi metnin başarısının da çoğu kez mezkûr metnin içerdiği ironik öğelerin öze ve biçime ait metin parçacıklarına dağılımının asıl edebi metnin var oluşunu tehdit etmesiyle mümkün olduğunu bu tezin mütemmim cüzü olarak ekliyoruz. İronik metinler öyle düzenlenmişlerdir ki, içerdikleri ironi o metinlerin bütünlüklü algılanmasına yönelik bir tehdidi potansiyel olarak barındırır. Bu tehdidi barındırmaları ölçüsünde de o metnin bütünselliği tesis edilmiş olur.
İmdi, hem bu kabullerimize yol açan muhakemeyi ayrıntılandırmak hem de bu kabullerin ve bu kabuller eşliğinde ileri sürdüğümüz tezlerin doğuracağı sonuçları görebilmek için, şiirselliğin ne olduğunu örneklemek üzere şiir eleştirmenlerinin sık sık başvurduğu bir mısraya biz de başvuralım.

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz

Yahya Kemal'in bu mısraında 'hatıra geldikçe' ibaresinin 'anıldıkça' ibaresiyle yer değiştirmesinin, anlamı (yani “özü” ve anlamı, yani işlevsel-gönderimsel unsuru) zedelemese de biçimi zedelediği için şiirselliği ortadan kaldırdığı sık sık söylenir. Hatta bu örnek şiirin anlam ve özden çok biçime dayalı bir “dil oyunu” olduğuna ilişkin akıl yürütmeleri haklılaştırıcı bir tarzda da istihdam edilir: Anlamın korunmasına karşın biçim üzerindeki tasarruf şiirsel ifadeyi bozmuştur. Peki, öyle midir?
Biçim ile öz ya da içerik arasında, yukarıda hemen bütün edebiyat eleştirmenlerinin kabul ettiği o ayrım doğrultusunda yeniden düşünürsek, Yahya Kemal'in mısraındaki kelime değişikliğiyle şiiriyetin ortadan kalktığı şeklindeki tespitin, şiirsel ifadelerde ibarelerin ve doğru kelime seçimlerinin (Benveniste'in ifade ettiği metaforik-metonimik hiyerarşiye bağlı kalmanın) belirleyiciliği ön kabulüne dayalı bir çıkarım olduğunu da görebiliriz. Hâlbuki klasik ayırımın öngördüğü gibi biçim metnin dış sınırı, o metnin yüzeyi ve böylelikle ilk iki boyutu iken, öz ya da içerik ise -bakış açısına göre- o metnin derinliği, üçüncü boyutu, içi ya da anlamsal ufkudur. Yani o metnin gerçekte var olmasını sağlayan şeydir bu üç boyutun birlikte var olması. Edebi metnin oluşumu bu iç ile dışın, derinlik ile yüzeyin birbirlerini karşılıklı belirlemesine dayanır. Tıpkı bir soğan gibi metnin biçimini ne kadar metinden ayırt etmeye kalkışırsanız kalkışın, geride kalanın bir “dış”ı, yani biçimi muhakkak olacaktır. Ya da soğanı kabuklarından soyma, soyutlama çabanızın sonucunda elinizde en iyi ihtimalle bir cücük bulacaksınız. Öz ile biçim, iç ile dış arasında bir ayırım yapmanın yersizleştiğini fark edeceğimiz nokta da budur. Herhangi bir edebi metinden biçimi soyutlarsanız elde edeceğiniz şey o edebi metnin özü olmayacak, aksine başka bir metin olacaktır. Yani yine üç boyutlu başka bir metin! Eğer metnin var olmasını sağlayan biçimi o metinden bütünüyle ayırt etmeye kalkacak olursanız geride öz ya da başka bir şey de kalmayacaktır.
Tersine bir edebi metni, özünü bir yana bırakarak biçimsel özellikleriyle değerlendirmeye çalıştığınızda da bu değerlendirme çabanız o metinle ilgili olmaktan çıkacak, özün işaret ettiği başka bir metin üzerine konuşmuş olacaksınız. (Sözgelimi bu yüzden bir şiirin başka bir dildeki tercümesi yeni bir şiir olarak anlaşılır ya da tam tersine bir dildeki şiirin asla başka bir dile çevrilemeyeceği ileri sürülür. Çünkü herhangi bir şiir çevirisinde anlam korunmuş ve öteki dilde yeniden ifade edilmiştir. Ama biçimsel özelliklerinin büyük bir kısmı da değişmiştir.) Her iki halde de konuşma konumuzun, ilk edebi metin olmaktan çıktığını kabul etmek zorunda kalacağız. Fakat boyut sayısını ikiye ya da bire indirdiğimizi asla iddia edemeyeceğiz.
Estetik idrakimizin sınırları içinde elde ettiğimiz bu ikincil metni edebi saymak ya da saymamak da böylelikle bizim estetik anlayışımıza ve idrakimize terk edilmiş bir şey olarak kalacak. Tıpkı ilk, başlangıçtaki metni edebi sayıp saymamamızla alakalı sorunların aynısı, üretilmiş metinde de aynen korunacaktır. (Her iki durumda da hem özün hem de biçimin iki ayrı metni üretmemize imkan tanıyacağını söylemek bile gereksizdir.) Sözgelimi bu yüzden Yahya Kemal'in 'Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz' mısraı ile 'Ağlarım anıldıkça gülüştüklerimiz' cümlesi arasındaki fark bizim şiiriyet olarak algıladığımız özellikler silsilesiyle, şairane bulmadığımız bir cümle arasındaki farktan, yani estetik beğenimizin sınırlarına hapsolduğumuzun ifşasından öteye gitmeyen bir tespit olarak değerlendirilebilecektir böylelikle.
Buraya kadar dile getirdiğimiz düşünceleri daha teknik terimlerle yeniden ifade ederek yazımızın bu mukaddime kısmını sonlandıralım: Bir edebi metnin biçimi (biçim derken başta türsel özellikler olmak üzere teknik vb. bütün, anlamsal olarak metnin temel mesajını doğrudan belirlemeyen, ama bu mesajın sunuluşuna katkıda bulunan bütün nitelikleri kastediyoruz) o edebi metni diğer edebi metinlerden ayırt etmemize katkı yapan yapısal-ayrımsal unsurdur, fakat o edebi metnin özü de yine o edebi metnin diğer edebi metinler arasındaki işlevini gösteren işlevsel-gönderimsel unsur olarak korunur. Burada kafaları karıştıran nokta şudur: Yapısal-ayrımsal unsurun bu özellikleriyle birlikte bir edebi metinde hemen her zaman işlevsel-gönderimsel bir mahiyeti vardır ve tersine işlevsel-gönderimsel unsur da hemen her zaman o edebi metni diğer edebi metinlere nazaran biricik kılan bir yapısal-ayrımsal mahiyete sahiptir. Yapısal-ayrımsal unsur ile işlevsel-gönderimsel unsur arasındaki yapısal ayrılıklar ya da işlevsel farklılıklar bu durumda rahatlıkla birbirlerinin yerine ikame edilebilirler. Biçimin metni ya da özün metni gibi deyişlerimize anlamlı, işlevsel, yapısal ve ayrımsal bir nitelik katan husus da doğrudan budur.
Bu noktadan itibaren bir metnin metinselliğini salt biçimsel ya da özsel unsurlara istinat ederek, biçimsel unsurdaki metinselliği ya da özsel unsurdaki metinselliği sorgulayarak kavrayamayacağımız açığa çıkmış olmalıdır. Özsel ya da biçimsel metinlerin kendilerine özgü bir imtizacını bulgulayarak da herhangi bir metnin metinselliğini her halükarda garanti altına almış olmayız. Sözgelimi edebiyat teorisinde şimdiye dek sadece edebi bir sanat olarak değerlendirilmiş “ironi”yi daha geniş bir metin teorisi bakımından tartışmak, bu noktayı görmemizi sağlayabilir.

Edebi sanatlar ve anlamın katmanları
Edebi sanatlar genellikle 'lafzi anlam' ile 'gerçek anlam' olarak nitelendirilebilecek iki ayrı anlamsal öğenin edebi metnin oluşturduğu söylemsel mekanda tuttukları yerler ve mesafeler arasında zihnin iş görmesini sağlayan bir niteliğe sahiptir. Çoğu kez edebi açıdan lâfzî anlam deyişini bile fuzuli kılan bir miktarda atıl hammadde gündelik dilde yer alsa bile, edebi dil ile gündelik dil arasında önemli bir farkın var olmasını sağlayan asıl unsur, edebi sanatların ve edebi anlatım tarz ve tekniklerinin lâfzî anlam ile gerçek anlam arasındaki söylemsel mekânı kullanma tarzları, o mekânı kendilerine has bir şekilde doldurmalarıdır. Bu kendine has özellikler bir metnin morfolojik, tektonik yapısından tutun da inşa edilirken kullanılan iskeletlere, metnin gövdesindeki sıva, badana ve boya işlerine, o mekânın farklı kullanım amaçlarına kadar hemen her unsuru kapsayabilir. Ama buna rağmen, sonuçta o metin binasının varlığı bu tür unsurların süsleyiciliğinden bağımsız bir anlama sahiptir. Bu tür unsurlar sözü edilen anlamın sunuluş teknikleri olarak tavsif edilebilse de doğrudan sunulan şeyin ontolojisine müdahil değillerdir. Onların bu öze müdahaleleri çoğu kez dolaylıdır.
Edebi sanatların elbette sadece edebi sunumun daha etkili, daha göze ve zihne hoş gelen, ifade edilemez olduğu düşünülmüş hususları ifade edilebilir kılan meziyetleri var olabilir. Sözgelimi 'tevriye' ile bir şair aynı anda iki ya da üç anlamı birden tek bir lafza sığdırabilir ya da kinaye ile ifadenin yakın anlamı ile uzak anlamı arasındaki farktan yararlanarak asıl iletisini daha kuvvetli bir biçimde dile getirmiş olabilir. Metafor ve mecaz kullanarak uzun uzadıya anlatabileceği hususları çok daha kısa, daha kesif bir tarzda okura sunabilir. Yine de bu söz sanatlarında lafzi anlamla gerçek anlamın birbirinden ayrı tutulması gerektiği, aradaki sınırın öyle kolayca çiğnenemeyeceği izahtan varestedir. Sözgelimi yorumlayıcı bakış açısından kinayedeki ister yakın anlamı ister uzak anlamı tercih edin, ne kadar eksik olursa olsun o metnin ifade etmek istediğine uygun bir anlam elde etme ihtimaliniz vardır.

İroni, öz ve biçim
Diğer edebi sanatlara nazaran ironinin, anlamı teksif edici, pekiştirici ya da daha kuvvetli bir tarzda sunulmasını sağlayıcı bir nitelik arz etmediğini ileri sürebiliriz. Elbette diğer edebi sanatlarda da lâfzî anlam ile gerçek anlam arasında önemli bir fark vardır. Fakat bu fark, lafzi anlam ile gerçek anlam denen iki ayrı semantik zatiyet arasındaki 'mekansallığın' oluşumunu, ortaya çıkışını ya da şekillenişini ifade etmekte başvurduğumuz bir farktır. Metafor kelimesinin gündelik Yunanca'da 'taşıt' anlamına da gelecek şekilde kullanılması ne demek istediğimizi biraz olsun açıklar. Tevriye de dahil olmak üzere kinaye ve mecaz gibi edebi sanatlarda lafzi anlam ile edebi anlam arasındaki fark bu anlamların edebi söylemsel mekana yerleşimleri arasındaki farktır. Bu sanatlarda lafız ile anlam arasında koyutlanan fark bütünüyle olmasa bile baskın olarak biçimsel bir farktır. İfadenin anlaşılması istenen kavramsal/biçimsel bağlamını, düzeyini ya da düzlemini değiştirerek özü de değiştirebilirsiniz. Mecazi anlamın katmanlarını bu anlamı keşfetmekte başvurduğumuz biçimsel kalıpları değiştirerek keşfedebiliriz pekâlâ. Oysa ironide lafzi anlam ile gerçek anlam ikiliği arasındaki fark, bu iki anlamın tamamen aynı bağlam, düzey ve düzlemde birbirlerine dönüşmelerinin oluşturduğu gerilimle belirlenir.

İroni, uygunluğun iptali ve asimetrik diyaloji
İroni, biçimin metni ile özün metninin hep aynı semantik katmanda kalarak çatışmasının bir ürünü olarak tezahür eder hemen her zaman. İroni sanatında lâfzî anlam ile gerçek anlam arasındaki fark asla bağlamlar ya da katmanlar arasındaki bir farktan neşet etmez bu yüzden. Lâfzî anlam ile gerçek anlamın aynı bağlamda birbirlerini itelemelerinin, reddetmelerinin bir neticesidir handiyse ironi. İroninin vuku bulduğu bağlam, hemen her zaman diyalojik bir bağlamdır bu sebeple. İronide lâfzî anlam ve gerçek anlam arasında yaptığınız ayrım her zaman itibari bir ayrımdır ve bu yüzden asimetriktir. Diyalojik konumlara bağlı olarak her iki anlam da kolaylıkla karşılıklı yer değiştirebilirler. Bu ayrımın metinsel bir dayanağı yoktur, bu yüzden sözgelimi ironize edilmiş bir sözü lâfzî anlamıyla kavramayı yeğlemeniz, anlamazlıktan gelmeniz bile mümkündür. Hatta bu tercihiniz, ironinin kudretini, dolayısıyla -birazdan bahsedeceğimiz- ihanetinin doğurduğu tehlikeleri savuşturabilmeniz için gerekli bile sayılabilir. İroni için öznel, nesnel, epik, dramatik vb. sıfatları kullanabilmemize imkân tanıyan husus bu diyalojikliktir tamamen. İroniyi anlamazlıktan gelmeniz sizin bu diyalogu sürdürmenizin yeter şartıdır; öteki halde, ironinin kudretine teslim olmak ve susmaktan başka bir çareniz kalmayacaktır.
Zaman zaman lâfzî anlamı 'yüzeysel' anlam, gerçek anlamı 'derin anlam' olarak niteleyen yaklaşımların ironi sanatındaki bu incelikli noktayı kaçırmaları gayet muhtemeldir, çünkü çatışma ne derindeki anlamla yüzeydeki anlam arasındadır ne de görünür ile gerçek arasında. İronideki çatışma aynı mantıki geçerlilik düzlemindeki iki anlam arasındadır. 'İki anlam' deyişi bile bu açıdan sözün gelişidir, çünkü tek bir metinsel düzeyde, yüzeyde yahut derinde, ama tamamen asimetriye dayalı diyalojik bir düzeyde vuku bulan tek bir anlama, ironik anlama içkin bir gerilimden bahsetmekteyiz! Tam da burada ironinin ‘paradoks’la arasındaki farkı da ön plana çıkarabiliriz. Paradoks, hemen her zaman iki anlam ya da iki tercih arasındaki çelişkinin giderilemezliği olarak vardır. Ancak, bu iki anlam ya da tercihi ortaya koymamızı sağlayan lafızlar da birbirinden ayrıdır.
Lâfzî anlamı basitçe biçimin işaret ettiği metinsellik, gerçek anlamı da özün işaret ettiği metinsellik olarak tanımlayarak ilerlemeyi murat edecek olsak da ulaşılacak sonuç değişmez: Biçimin metni ile özün metni arasındaki çatışmanın derecesi, ironinin keskinlik derecesini ortaya koyar sadece, bu ironideki niteliksel (anlamsal) bir değişimi vazetmez. İronik anlam belki de bu yüzden özün metni ile biçimin metninin birbirleri üzerine göçüştükleri, neyin biçime neyin öze ait olduğunun ayırt edilemediği, derinlik ile yüzey arasındaki ayrımın açıklayıcı anlamını yitirdiği bir kertede vuku bulur. İronik ifadenin lâfzî anlamı ile gerçek anlamı arasında tasnif edici, böylelikle zihnî konforu yeniden tedarik eden ayırımların yapılamadığı bir kertedir bu. İronide lafzın işaret ettiği anlam ile gerçek anlam arasındaki çatışma hiyerarşi dışı bir çatışmadır. Ne yatay ne de dikey hiyerarşilerle açıklanamayacak bir çatışma. Bizzat bu iki anlamı birbirinden ayrıymışçasına ele almamıza imkân veren, onları kuran, oluşturan bir çatışma; belki de ironinin kâmilen ortaya konabilmesi için bu halin bir çatışmama hali olarak anlaşılması elzemdir. Klasik eleştirmenlerin metnin başarısı açısından biçim ile öz arasında varsaydıkları uygunluk ölçütü, ironik metnin başarısını değerlendirmede geçerliliğini yitirir böylece.

İroni ve kinizm
Bu kertede ironi ile kiniklik arasında bir ayrım daha yaparak, sık sık karşılaşılan bir kafa bulanıklığını gidermeye uğraşalım. İroni kişinin karşısında bulduğuna karşı mesafeli tavrıdır. Hakikat ile ironi arasındaki ilişki bu yüzden hakikatin keşfedilebilir oluşunun bir inkârına varmaz. İroni, hakikat söz konusu olduğunda gözden kaçanları, hakikatin öteki yüzünü işaret etmeye yarar. Herhangi bir sözün önerme içeriğini reddeden ironi, bu önerme içeriğini külliyen kabul edilemez buluyor değildir. Sadece onun ifade edilişinde kaçırılanları, kör noktaları yeniden göz önüne almayı sağlayan bir ufka gerisin geri çekiliyordur. Kinizm ise ironinin tam tersine, hakikatin keşfedilebilir bir içeriğe sahip olduğunun inkârıyla mümkün olabilir. Bir kinik hemen her şeyden şüphe eder, kendi varlığından bile. Sözgelimi ‘hakikatin varlığı’na en büyük delilin ‘varlığın hakikati’ olduğunu söylerse bir filozofun tavrını biraz polemikçi ve ironist bir tavır olarak görebilirsiniz; lakin bir kinik hemen her zaman ne varlığa atfedilebilecek bir hakikat ne de hakikate atfedilebilecek bir varlık durumunun olmadığını ileri sürecektir.

İroninin ihaneti

Bu noktada bir adım daha atarak şunu söyleyebiliriz: İronik çatışmanın döngüselliğinde sözün var olma şart ve bağlamına bile pekâlâ kolayca ihanet edilebilir. Bu ironik ihanet hareketine en güzel örnek belki de dramatik ironide karşılaştığımız sahnedir. Bir anlamda Hegel'in 'aklın hilesi' dediği ihanet türüdür bu: Bir şeyin gerçekleşmemesi için harcadığınız bütün çabalar o şeyin gerçekleşmesine sebeptir. İngilizlerin 'irony of fate', bizimse inançlarımızdan dolayı daha sevecen bir ifadeyle 'kaderin bir cilvesi' dediğimiz bu durumsal ironiyi semantik bağlama yapılmış bir ihanet olarak ya da semantik bağlamı mümkün kılan bir ihanet olarak görmekte ise muhayyeriz. Çünkü ironi, öyle bir biçimde gerçekleşmiştir ki, neredeyse var oluşu bile 'kader' kelimesinin de zımnen vurguladığı gibi zorunludur. Metin teorileri bakımından bu zorunluluk hem metinsel (itibari, metni üretenin seçimlerine bağlı olarak gelişen metin içi) olumsallıklar tercih edildiğinde metnin yapısal var oluşuna müteallik olumsallıkları devre dışı bırakan; hem de metnin yapısına ilişkin addedebileceğimiz ve bu yüzden yapısal olarak niteleyebileceğimiz olumsallıklar yeğlendiğinde metin içi olumsallıklara kapıyı kapatan bir zorunluluk tarzıdır. Her iki halde de hem metin, hem metni üreten, hem de metni tüketen ironinin azizliğine uğrar. Her iki halde de olumsallık, zorunludur. Nihayetinde ironi sayesinde uğradığımız bu azizliğe ironinin ihaneti dememek için en az ironi kadar aziz olmamız beklenir.
Kaynak: Fayrap, sayı: 10, Ağustos 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder