3 Aralık 2013 Salı

"ÜÇÜNCÜ GÜÇ" KİM?

Cemaat-AKP kavgası ya da çekişmesi üstüne yazılanlarda hep eksik bir şeyler olduğunu hissediyorum.  Bu analizler analiz etmekten çok meseleyi düşünmemizi engelleyici bir vazifeyi deruhte ediyorlar gibi. Belki de çatışmanın tam ortasında yer aldığımız, sürecin içinde birilerine sürekli laf yetiştirmek zorunda kaldığımız için bu böyle. Bir an bütün bunların dışına çıkıp tekrar aynı konuya dönmeyi öneren bir bakış açısı önereceğim.
AKP-cemaat çatışmasının bir tarihöncesi olduğunu hatırlatmakla başlamak istiyorum öncelikle...
28 Şubat sürecinde RP-postmodern darbe aşamasında cemaat ve cemaatin lideri Fethullah Gülen, kim ne derse desin, ister takiyye olsun, ister gerçek darbecilerin safında yer almıştı. O günlerde Necmettin Erbakan'ın tutumunu Ahi Evren'e, Gülen'in tutumunu ise Mevlana'ya benzetmiştim. Ahi Evren'in Moğollarla kavgası tarihsel olarak isminin unutulmasına yola açmış, Mevlana'nın zımnen Moğol iktidarına destek vermesi ise Mevleviliğin sonraki gelişimini sağlamıştı.
Bu örnekle 28 Şubat sürecinde iki farklı "içtihat"ı göz önünde tutmuştum doğrusu. Ahi Evren azimet yolunu seçmiş, Mevlana ise ruhsatı, sonuçta ruhsat yolunu seçen Mevleviler başarıya da ulaşmışlardı. Kırşehir'de 1262'de 50 bin Ahi ve Türkmenle birlikte Nureddin Caca ile savaşan Ahi Evren ise şehadet şerbetini içmiş; sonraki dönemlerde, Ahi Evren'in yazdığı eserler ve hatta mektupları bile başkalarına nispet edilecek denli kültürel ve toplumsal hayattan isminin ve gerçek şahsiyetinin silinip, birtakım efsanelerle donatılmış, varla yok arası bir kişilik olarak algılanmasının önü açılmıştı. Mevlana'nın cemaatini korumacı saikleri elbette ruhsat olarak kavranabilirdi, Ahi Evren'in mücadeleci ruhunu ise her zaman tazimle anacağız.
Bu örnekte gözden asla kaçırmamız gereken bir husus daha vardı: Ahi Evren-Mevlana çekişmesi bir rekabet olarak kavranabilrdi pekala (tıpkı şimdiki gibi!) Bu rekabetin üçüncü unsuru çok önemliydi gözümde: Moğollar ve onların sultası. Çekişmede Mevlana Moğol yanlısı olarak görünüyordu, Ahi Evren ise Moğol karşıtı... Bu çekişme ve çatışmanın o günün siyasal, kültürel ve toplumsal dünyasında tuttuğu yerle ilgili değilim. Daha çok yapısal unsura bakmak istiyorum. Yani "arzu üçgeni"ndeki üçüncü güce...
28 Şubat sürecinde de bu arzu üçgeni işbaşındaydı: ABD'den darbe için cevaz almış BÇG, Erbakan ve Gülen. BÇG hem Gülen'e hem Erbakan'a karşıttı. Bu karşıtlık, üçgendeki büyük çelişkiye işaret ediyordu. Küçük çelişki ise Erbakan-Gülen çelişkisi ya da çatışması..
Büyük çelişkinin patronu BÇG, küçük çelişkiye de müdahil; yani ister takiyye olsun, ister gerçek Milli Görüş'le girdiği kavgada küçük çelişkideki unsurlardan birinin (Gülen'in) desteğini sağlamış durumda görünüyordu.
Peki 28 Şubat sonrası ne oldu? Bu çatışma sona mı erdi? Erbakan geleneğini temsil ettiği düşünülebilecek Erdoğan çatışmadan sonra elde edilen bazı kazanımlar sonucu, ilkin yenilmiş sayılan bir geleneği yeni bir "siyasal dil" çerçevesinde yeniden inşa edip büyütmeyi başardı. Küçük çelişkinin diğer unsuru da postmodern darbenin ardından bugün daha güçlü görünüyor... Lakin bu iki unsur arasındaki çelişki çözülmüş değil... Çatışmanın büyük tarafında da çelişki çözülmüş değil. Yani Türkiye halen rahata ermiş değil... ABD ile Moğollar arasındaki yakınlıkları keşfedebildiğimiz oranda bu büyük çelişkinin çözülme sürecine de girebileceğiz demektir.
Tabii azimeti hala Erdoğan'ın, ruhsatı ise Gülenizm'in temsil ettiğini kabul etmemiz gerekecek. Türkiye'nin ABD-İsrail hattında oluşan "kıyametçi" tahayyülle kavgasında cemaatin bu kıyametçi neo-conlarla iş tuttuğu da ortada. Cemaatin tamamına değil elbette sözümüz, cemaatin algılarını inşa edenlere, topsakal çetesi başka olmak üzere cemaatin medya aygıtına.
Türkiye'nin küresel düzene ilişkin sorgulamalarının selametini de bu kavganın neticesi belirleyecek denebilir bu yüzden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder