25 Mart 2016 Cuma

Mevleviler, Ahiler ve Kalenderiler -Giriş-


Peşinen söyleyeyim: Bu yazıyı yazarken epey zorlandım. Sebebi rivayet, iddia, olay ve kaynak kıtlığı değil. Gerek dönemi anlatan İbn Bibi, Kerimüddin Aksarayi, Niğdeli Kadı Ahmet gibi vakanüvislerin vekayinamelerinde gerek Menakıb-ul Arifiyn, Menakıb-ı Evhadüddin Kirmani, Menakıb-ul Kudsiyye gibi menakıbnamelerde gerekse dönemi çalışan Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. Mikail Bayram, Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Abdülbaki Gölpınarlı gibi tarihçilerin eserlerinde yeterli bilgi, belge ve kayıt mevcut.
Yine de dönemde, yani 13. yüzyıl ortalarından 14. yüzyılın ortalarına kadar olan zamansal aralıkta bilhassa Orta Anadolu'da etkili olmuş, zaman zaman fikri boyuttan çıkarak siyasi ve askeri çatışmalara sebebiyet vermiş, birçok kanlı müsademenin yaşanmasına yol açmış bir dini-kültürel kavga ve farklılaşma ortamına dair 'adil', 'hakkaniyetli' bir tutumu bugünden belirlemenin zorluğuydu bu yazıyı yazarken baş etmemin gerekli olduğu güçlük.
Geçmişi daima bugün için, bugünkü sorunlarımızı anlamaya dönük, bugünkü sorunlarımızın ışığında okuduğumuz/yazdığımız, bundan hiçbir şekilde kaçışın mümkün olmadığı biliniyor. Bütün o rivayet, iddia, olay ve kayıtları yazıya boca edip kenara çekilmek, yani haklarında retorik de olsa bir hüküm vermekten kaçınmak benimseyebileceğim bir tutum değil elbette.
Yazımızın başlığına taşıdığımız dini zümrelerin doğrudan işgalci güç Moğollarla aralarındaki ilişkilere bakıp 'adil' ve 'hakkaniyetli' tutumu bu güçle kurdukları rabıtalara istinaden aldıkları konumlara göre belirlemek de kolay değil; çünkü 1276'ya dek 'putperest-şamanist' kağanların yönettiği Moğollar, o tarihten itibaren Müslümanlaşmış ve en azından Selçuklu devlet erkanından farkları kalmayan bir konuma gelmişlerdir. (Ki Selçuklu sultanları arasında dindar ve adil olanlar bulunduğu kadar gerek dini gerekse idari durumları  onaylanmayacak birçok kişi vardır. Devlet taazzuvunu önemsediğimiz için hanedan ve soyları değil, bizatihi devlet aygıtının sürekliliğini gözettiğimizi de belirtelim.)
Başta Mevlana olmak üzere Mevlevi geleneğin hemen her zaman devletle, devlet erkanıyla iyi ilişkiler kurdukları da en fazla bir 'genelleme' olarak doğrudur. 1247-1251 arasında Mevlana'nın Selçuklu devlet erkanını Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesi dolayısıyla şiddetli şekilde eleştirdiğini biliyoruz çünkü. Ya da Şah İsmail gailesi döneminde II. Bayazıd'ın Şah İsmail'e yakın durduğunu gözlemlediği Asitane Postnişini'nin devrilerek yerine kendine bağlı Afyon Mevlevihanesi Şeyhi'ni getirdiğini görüyoruz. Demek ki sorun salt 'iktidar' yanlılığı değil; dikkate alınması gereken başka etkenler, başka meseleler, konular da olabiliyor zaman zaman.
Bugün bulunduğumuz konum itibariyle Ahilere ve Mevlevilere sempati besleyen bir toplumuz; Kalenderiler'den pek haz etmiyoruz. Kalenderilerin istilacı Moğol siyasetinin bir edevatı olduğunu söylüyoruz. Bu doğru, bu söyleyişimizde herhangi bir hata yok. Peki ama belli bir müddet sonra 'istilacı Moğollar' sen ve benden farksız insanlara dönüşmüşse ne olacak? Kimi Mevlevi (Nureddin Caca), kimi Kalenderi (Ahmet Teküder Kağan), kimi de Babai şeyhlerinin irşadıyla ihtida etmişse bunu nasıl yorumlayacağız? Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'e ayaklanan Türkmenlerin dini-siyasi lideri Baba İlyas-ı Horasani'nin Sivas halifesi eliyle önemli ölçekte Moğol'un İslam'a geçtiğini, Türkmenlerden farksızlaştığını biliyorsak bu durum yorumlarımızı etkilemeyecek mi?
Tarihin kavgasının haklı-haksız kavgası olmadığı açık. En azından biz günümüzdeki olaylara ilişkin bir bakış açısı edinmek üzere tarihe her başvurduğumuzda böyle bir maksat gütmeyeceğimiz göz önünde tutulmalı. Bu ihtiraz kayıtlarının ardından inşallah asıl mevzumuzu da bir sonraki yazıda ele alalım.
MÜSTAKİL GAZETE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder