1 Mart 2016 Salı

Demokrasiyi demokrasiyle korumak

Son iki yüzyıl boyunca en gözde yönetim biçimi olan demokrasinin özellikle 1989’da Berlin duvarının yıkılması, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Doğu Avrupa ülkelerinin de demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmasıyla oluşan yeni uluslararası konjonktürde ağır bir bunalım içine girdiği iddiaları revaçtaydı.
Demokrasiyi kriz içinde görmeye yol açan etkenlerden en önemlisi elbette ulus-üstü ve ötesi ölçekteki karar alma mekanizmalarında demokratik süreçlerin etkililiğinin zayıflaması, demokrasinin geçerli olduğu geleneksel ulus-devletlerin yeni siyasal süreçlerde çift yönlü bir baskı altında eski gücünü yitirmesi olarak görülebilir. Bu çifte baskının ilki ulus-altı diyebileceğimiz etnik tasavvurların yeniden ön plana çıkarak ulus devletlerin içsel bütünlüğünü sarsmasıyken ikincisi ise ulus-üstü organizasyonların, Avrupa Birliği, NATO, IMF vb. gündelik hayatlarımıza etkileri en az demokratik süreçler kadar derin olan başka bütünlüklerin ulus-devleti zayıflatmasıydı.
Dahrendorf’a göre demokrasi şu üç soruya mantıklı bir cevap sunarak siyasal iktidarın kullanımına meşruiyet üreten bir kurumlar topluluğudur: İçinde yaşadığımız toplumlarda şiddete başvurmadan değişimi nasıl sağlarız? İktidar uygulayıcılarını nasıl denetleyebilir ve iktidarlarını kötüye kullanmamalarını nasıl temin edebiliriz? Halk -bütün vatandaşlar- iktidar kullanımına nasıl ortak olabilir?
Parlamenter demokrasinin ve temsili rejimin ulus-devletin icadına sımsıkı bağlı olduğunu savlayan Dahrendorf, ulus-devlet önemini koruduğu ölçüde parlamenter demokrasi ve temsili rejimin de önemini koruyacağını düşünüyor. Bununla birlikte “halk”ı da yakından ilgilendiren birçok karar mekanizmasının ulusu aşan siyasi mekanlara taşındığı ve ulus-devleti aşan boyutlara yerleştiği görülüyor. Bu tür yeni mekanlarda oluşturulan NATO parlamenter toplantıları, Avrupa Parlamentosu vb. parlamentolar, hakiki parlamento statüsünde de değillerdir.
Halk iradesinin dile gelişi
Uluslararası siyasi mekanlardaki en büyük sorunun halk iradesinin dile getirilmesine değgin yöntemlerin icadı olduğunu vurgulayan Dahrendorf, bununla birlikte halka güç ve ses kazandırmak sadece uluslararası düzeyde değil, birçok açıdan ulusal düzeyde de artık sık sık karşılaşılan bir soruna dönüşmüş olduğunu vurguluyor. Çünkü Dahrendorf’a göre güçlü ve etkin parlamentolar artık yok, siyasi müzakereyi sürdürebilmek için yeni yollar ve yöntemler bulmak zorunluluğu artıyor. Halk ile karar vericiler arasında bağ kurabilmek için yeni yollar aramaya dönük çabalar da sürüyor.
Dahrendorf’un ilk olarak 2001’de basılmış kitapta benimsediği iyimser çözümleyici tavrın İkiz Kule saldırılarının ardından dünyada tümüyle değişen yeni küresel siyasi güç dengeleri bakımından hala benimsenebilir olup olmadığını tartışabiliriz elbette; ancak konu ettiği sorunların özünde demokrasiyi tehdidinin de sürdüğünü belirtmeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder