19 Mayıs 2017 Cuma

Post - yoksulluğa dönüş

Alman filozof Martin Heidegger, 20. yüzyılın en zorlu düşünürleri arasında belki ilk akla gelen isimlerdendir. İlk kez 1927’de yayınlanan ve Heidegger’in magnum opusu Varlık ve Zaman’ın ağdalı, ağır ve hatta handiyse Heidegger’e özgü dili sebebiyle kolayca okunamadığı bilinir. Düşünürün kendine has bu dili ve geliştirdiği bakış açısıyla ifade ettiklerinin de yeterince anlaşılamadığı düşünülür.
Bu zorluk büyük ölçüde Heidegger’in eseri yazarken kendini felsefi geleneğin bir tür yapıbozumu (destruction) göreviyle yükümlü tutmasından kaynaklanır. Bu sebeple Heidegger ne standart modern felsefi söz dağarını kullanır ne de öznellik, epistemoloji, temsil, objektif bilgi gibi konu ve alanlarda bu söz dağarına eserinde yer verir. Esasen Varlık ve Zaman’ın en temel tezi son derece basittir: “Varlık zamandır.” Bunun anlamı ise açıktır ki insan varlığı doğum ile ölüm arasına gerilmiş muvakkat bir varoluştur.
Anlaşılamaz bir mistisizm
Varlık ve Zaman’ın üstüne yazdığı görevi tamamlayamadığı, Heidegger’in esere tasarladığı ikinci cildi bir türlü yazamadığı modern felsefi söylenceler arasında kendine bolca atıf yapılan bir konudur. Bunun sebebi ise elbette Heidegger’in düşünmesinde 1935’lerden itibaren etkisini hissettirmeye başlayan Kehre, yani “dönüş”tür.
Belki de tam da Simon Critchley’in ifade ettiği üzere “Eğer Heidegger radikal bir düşünür değilse hiçbir şeydir.” Etkisi sadece felsefede değil, mimaride, psikiyatri ve psikolojide, beşeri bilimlerde, siyaset ve ilahiyatta da sürekli hissedilen bir düşünürdür Heidegger.
Birçok yorumcu Heidegger’in Varlık ve Zaman’a yazmayı tasarladığı ikinci cildi özellikle bu “dönüş” sonrası kaleme aldığı eserlerle tamamladığını söyler. Heidegger’in dönüş sonrası kaleme aldığı eserleri, seminerleri ve konuşmalarında sık sık şiire ve edebiyata vurgu yaptığı, deyim yerindeyse “şiirlediği” görülür. Bu bakımdan sık sık onun geç dönem felsefesinde içeriği bakımından yeterince anlaşılamaz bir mistisizme saptığı öne sürülür.
Julia Young, kitabında Heidegger’in geç dönem felsefesini onun “tanrılar”ın yitimini tanımlama şeklinden başlayarak teknolojinin şiddeti ve insanlığın “evsizliği” temalarını modernliğin yoksulluğunun alamet ve belirtileri olarak okuyor.  Heidegger’in ilkin Varlık ve Zaman’da dile getirdiği “Varlık’ın unutulmuşluğu” temasına ilişkin olarak geç dönem felsefesini bu unutulmuşluğun üstesinden gelme çabası olarak ele alan Young, postmodern varoluşa, bir tür post-yoksulluğa “dönüş”ün özü olarak değerlendiriyor.
Esasen Young’ın ele aldığı şekliyle Heidegger’in geç dönem felsefesi ile Varlık ve Zaman’da dile gelen felsefi görüşleri arasında zannedildiği kadar büyük bir ayrıksılık ya da aykırılık olmadığı da oraya çıkıyor. Belki de düşüncenin kendi üstüne kıvrılışının bir alametinden başka bir şey değil dönüş öncesi ile dönüş sonrası görülen üslup farklılıkları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder