5 Şubat 2016 Cuma

Anadolu’nun ruh kökü: Burne-i Pişegan

Ünlü Selçuklu vakanüvisi İbn Bibi’nin anlatımlarından öğreniyoruz ki, Haçlı Seferleri’ne karşı kılıcıyla mücadele eden ve Selçuklu ülkesinde asayişi temin eden Sultan II. Kılıçarslan, ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırarak ahir ömründe başkent Konya’da istirahata çekilir. Onun 11 oğlu arasında bu yazı boyunca bizi şimdilik ilgilendirenler elbette Kılıçarslan’ın gözdesi Gıyaseddin Keyhüsrev ile abisi Tokat meliki Rüknettin Süleymanşah’tır. Çünkü diğerleri, hırs ve tamaha kapılmamış ve Konya’daki Selçuklu tahtı üzerinde hak iddia etmeye kalkışmamışlardır. Babalarının kendilerine tahsis ettiği bölgelerde “meliklik”lerinin keyfini sürmüşlerdir.
Onların aksine, Kılıçarslan vefat ettiğinde Konya’da bulunan en küçük oğul ve Veliaht Şehzade Gıyaseddin Keyhüsrev, vezirler, şehir eşrafı, yiğitbaşılar ve esnaf tarafından Selçuklu tahtına oturtulur ve kendisine de biat edilir. Tokat meliki olan ağabey Rüknettin Süleymanşah ise şehrin bu kararını kabullenmez; Tokat, Samsun ve civarından topladığı ordu ile gelir, Konya’yı kuşatır. Konyalılar bir kez Gıyaseddin’e biat etmişler, onun kanını ve malını korumaya söz vermişlerdir ve Rüknettin Süleymanşah’ın kuşatmasına karşı şedit bir direnişle sultanlarını savunurlar. İbn Bibi’nin, biraz da abartılı anlatımıyla her gün 50 bin okçu çıkartabilecek bir güce sahip şehir uzun bir süre direnir Süleymanşah’ın ordusuna (1191'de Konya'yı 3 günlüğüne işgal etmiş Fredrich Barbarossa'nın Haçlı ordusunun Köln’e benzettiği Konya, Prof. Dr. Tuncer Baykara hocanın tespitiyle 12. yüzyıl sonu ile 13. yüzyıl başlarında yaklaşık 30 bin nüfusa sahip bir şehirdir.) Buna karşın Süleymanşah’ın askerleri de Konya’nın sur dışında kalan bağ ve bahçelerini tarümar eder, şehre huzur vermez. Epey uzun sürer bu kuşatma. Konyalılar şehirden çıkıp bağ ve bahçelerinde çalışamaz, ama aynı şekilde Süleymanşah’ın çerisi de surları aşarak şehre giremez.
Ancak kuşatma sebebiyle şehrin artık yavaş yavaş takati tükenmekte, iflahı kesilmektedir. İbn Bibi’nin “burne-i pişegan” diye vasfettiği, bizim bugünkü Türkçe’ye “şehrin kelek kesenleri” olarak da tercüme edebileceğimiz şehir eşrafı, yiğitbaşılar ve esnaf bir araya gelir, meseleyi aralarında tartışırlar ve Rüknettin Süleymanşah’la anlaşma cihetine gidilmesi kararlaştırılır. Elçi gönderilir Süleymanşah’a, “Konya’yı kuşatmak üzere çıktığın seferdeki bütün mesarifini yol bahası olarak karşılayalım. Var git geri dön Tokat’a. Bizim kardeşine sözümüz var, ne olursa olsun onu sana karşı savunacağız. Biz sözünü çiğneyenlerden değiliz” derler. Kabullenmez Rüknettin şehir ahalisinin vereceği “yol bahası”na kuşatmayı kaldırıp sultanlıktan vazgeçmeyi. Bunun üzerine direnmeyi sürdürür şehir Süleymanşah’a. Fakat öyle bir noktaya gelinir ki artık çaresizleşmiştir şehir. Tüm erzak tükenmiş, açlık raddesine gelinmiştir.
Yine oturur, aralarında tartışır burne-i pişegan. İstemeye istemeye Gıyaseddin’e varırlar: “Sultanım bizim size sözümüz baki. Lakin sizi savunacak takatimiz de kalmadı. Kuşatma iflahımızı kesti. Müsaade buyurursanız abinizle aranızı bulalım” derler. Ne diyebilir ki Gıyaseddin? Kabul eder. Bunun üzerine yine Rüknettin’e bir elçi daha gider ve der ki, “Tamam, şehir sana teslim olacak, tahta oturacaksın. Ancak bizim kardeşinin canını ve malını koruyacağımıza dair, asla dönmeyeceğimiz bir sözümüz var. Bu sözümüzün gereğini kabul edersen ancak o zaman şehre girebilirsin. Gıyaseddin şehirden güvenle çıkacak ve onu 3 bin okçumuz da salimen yoluna iletecek.”
Konya’nın bu teklifini kabullenir Rüknettin ve kardeşi Gıyaseddin güven içinde şehirden çıkar, yanında sonraki dönemlerde bu şehrin kaderinde belirleyici roller üstlenecek İzzettin ve Alaaddin adlı şehzadeleriyle birlikte. Sıhren (kan bağı olmadan) akraba olduğu Bizans’a doğru yola koyulmuştur. Lakin Gıyaseddin’in kervanı Konya’nın civarında bir belde olan Lâdik yakınlarında, o dönemlerde Ladik’te yuvalanmış çapulcuların saldırısına uğrar, kervan dağılır, şehzadeler kaybolur. Gıyaseddin bahtına küskün, yolunu Ermenek’e doğru yüz seksen derece çevirir. Kahır dolu, sitemkâr bir de mektup kaleme alır abisine karşı. Anlatır başına gelenleri ve “Sen sözünü böyle mi tutarsın?” demeye getirir.
Mektup eline ulaşınca, Anadolu Selçuklu tahtının gördüğü belki de en dindar sultan olan Rüknettin Süleymanşah küplere biner. Tellallar çıkartır çarşı pazara: “Sultanımız, Gıyaseddin’in kervanını basıp mal alanları ödüllendirmek istemektedir. Her kim ki çapula katıldığını ispatlayan bir nesneyle huzura vara, ödüllendirilecektir!” Geleni cellâda gönderir Sultan, ödülleri cellattır çağrıya icabet edenlerin. Bununla dinmez kızgınlığı Süleymanşah’ın, askerlerini gönderir Lâdik’e ve yaktırır Lâdik’i. Uzunca bir süre Lâdik bu utançla anılır, bu utançla yaşar; çapulculuk dolayısıyla yakılmış olmanın utancıyla.
Karaman, Ermenek, Maraş, Elazığ, Sinop derken Gıyaseddin uzun bir dolanışla Bizans’a vasıl olur. Rüknettin Süleymanşah altı yıl sonra vefat eder Konya’da. Konya’nın, Selçuklu tahtı üzerinde belirleyici güce sahip burne-i pişeganı bu kez de Rüknettin’in 14 yaşındaki oğlunu tahta çıkarır, onun kanını ve malını korumaya ahdederler.
Bizans’tayken ağabeyinin vefatını haber alan Gıyaseddin ise hemen yola çıkar, Uluborlu’daki melikliği döneminde kendisine bağlılığıyla bilinen çerisini toplar, Konya’yı bu kez o kuşatır. Kaderin ne büyük cilvesidir ki 9 yıl önce oturduğu tahta tekrar oturabilmek için, kendisini o yıllarda ağabeyine karşı savunanlara, şehirden sağ salim çıkmasını sağlayanlara karşı savaşa koyulur Gıyaseddin. Dün kanına ve malına halel gelmemesi yolunda verdikleri söze sadık olan şehir halkı ise bu kez Gıyaseddin’e karşı yeğenine verdikleri söz için mücadele etmekte ve çarpışmaktadırlar. Abisinden daha şedit bir şekilde Konyalılar’ın bağ ve bahçelerini tarümar ettirir Gıyaseddin. Ama Konya ahalisi, sözlerinin gerçek erleri; pabuç bırakmazlar Gıyaseddin’e, tek bir çeri bile suru aşıp giremez şehre. Fakat kuşatma altında bir şehir olmanın zorluğu yapışır yine Konyalılar’ın yakasına. Dayanma güçleri azalmakta, erzak şehre artık yetmemektedir. Yine otururlar meselenin halli için meşverette bulunurlar. Elçi gönderirler Gıyaseddin’e, “Abine önerdiğimizi sana da öneriyoruz. Abin sana nasıl davranmışsa sen de yeğenine öyle davranacak, hatta dizine oturtup onu seveceksin” demişler. Bir uzlaşma yolu bulunmuş böylelikle ve yıllar önce kalkmak zorunda kaldığı tahta kılıç zoruyla yeniden oturmuş Gıyaseddin. Ancak Konyalılar’a yeğeninin canına dokunmayacağı konusunda verdiği sözü tutmadığı ve Konya’dan ayrılan yeğenini öldürttüğünü de aktarır İbn Bibi, vebali onun boynuna.
Bu tarihi olaylar salt bir saltanat öyküsü olarak değerlendirilemez elbette. Tahta oturacak olanı bile belirleyen “rıza”dır bu olayların temel saiki, şehir ahalisinin gönül ortaklığıdır. Ahali, kişilere değil, soylara değil, Selçuklu’nun çift başlı kartalıyla simgelenen “din ü devlet”e bağlıdır her şeyden önce. Bu bağlılık sayesindedir ki, Gıyaseddin Keyhüsrev vefat ettiğinde, 1211’de tahta oturan I. İzzeddin Keykavus saltanat mücadelesi esnasında galebe çaldığı kardeşi Alaeddin Keykubat’ı ortadan kaldırmak istemesine karşın, başta Mecdüddin İshak, esnaf, vezirler ve şehir ahalisinin muhalefeti sebebiyle, kardeşinin Malatya’da gözetim altında yaşamasına müsaade etmiştir. 1218 ila 1237 arasında, Selçuklu tahtının “Uluğ Sultanı” olarak Anadolu’yu bayındır hale getirecek Alaeddin Keykubat, burne-i pişegan tabir edilen eşhas sayesinde hayatta kalmıştır. Şehzadeler arasındaki saltanat kavgalarında kavi duran, adaleti ve sözün erdemini koruyan bir ruhtur bu.
Moğol istilası sebebiyle türlü gaileler yaşayan Anadolu’da yine de dimdik ayakta kalmayı başarmışsa Konya, bunu şehrin ileri gelenlerinin o sözünün eri kimliklerine borçludur. Şehir, Karamanoğulları ile Osmanoğulları arasında süren yaklaşık 200 yıllık mücadelede epey zarar görmesine karşın bütün bunların üstesinden gelebilmişse sebebi yine aynı gönül ortaklığı ve ruhtur. Necmeddin Erbakan, 1969’da bağımsız girdiği seçimden 3 milletvekili çıkartabilecek kadar bir oy almışsa Konya’dan, sebebi bu “gönül ortaklığı”nda aramak gerekir. Erbakan’ın seçim çalışmalarını organize etmek için bir araya gelen o 30 kişilik ekipte şehrin reis-ül kurra’sının, eski siyaset adamlarının, esnaf ve iş adamlarının varlığıdır bu başarının asli sebebi. Konya’nın en zor zamanlarında bile desteklediği Erbakan’ı ve partisini 3 Kasım 2002’de desteklemeyerek büyük bir oy oranıyla AK Parti’nin yanında yer almasını da buna binaen açıklamak mümkün.
1990’lı yıllarda Bosna’ya, şimdilerde Suriyeli, Afrikalı, Asyalı mazlumlara, yetimlere verilen o muazzam maddi ve manevi desteğin ruh köküdür burne-i pişegan. Hakk’ı, adaleti ve sözün erdemini koruma mücadelesinin gerçek erleridir onlar.

Müstakil Gazete
http://mustakilgazete.com/anadolunun-ruh-koku-burne-i-pisegan/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder