15 Şubat 2016 Pazartesi

CHP ve makbul Atatürkçülük seviyesi

CHP, öteden beri incir çekirdeğini doldurmayan meselelerle uğraşmayı seven ve üstelik bu meseleleri halletmek ve bir sonuca bağlamaktan çok bir krize çevirmekte son derece mahir olduğunu bildiğimiz bir partidir. CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın başka bir CHP’li milletvekili arkadaşının odasındaki Atatürk portresini asılı olduğu duvardan indirdiğini söylemesiyle başlayan tartışma süreci de onun kesin ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilmesinin kararlaştırılmasıyla birlikte ilginç bir kriz görünümü kazanmış oldu.
Bu tür incir çekirdeğini doldurmayan, ama her nedense CHP’li isimlerin büyük bir iştahla tartışmayı yeğledikleri meselelerden doğan kriz ortamları aslında Türkiye’deki genel ‘demokratik siyaset’e katkı vermesi beklenen anamuhalefet partisi açısından ne kadar lüzumsuz ve üzücü ise de, o partide, yani CHP’de kökleşik olduğunu düşündüğümüz bazı ideolojik, ideolojik olduğu kadar akidevi eğilim ve itiyatları açığa çıkarmak, onların mesnetlerini göstermek bakımından da birebirdir. Bu mesnetlerin büyük bir bölümünde ancak ‘siyasal teolojik’ kavramlarla ele alınabilecek bazı ilginç iz ve ögelerin var olduğunu gözlemlemek hiç ama hiç şaşırtıcı değildir. Aylin Nazlıaka’nın iddialarıyla oluşan son tartışma bağlamı da bu tür iz ve ögelerin açığa çıkmasını sağlayan semptomatik bir hadisedir.
İdeolojik bir saptama
Sözgelimi “Atatürk’ün portresinin indirilmesi” konusunu dile getirmesi, Aylin Nazlıaka için “Kişiyi değil ideolojik bir saptamayı tartışmaya açmak” amacını taşır. İncir çekirdeğini doldurma gayreti içindeki Nazlıaka, bu ideolojik saptama doğrultusunda, tabloyu indiren milletvekiline “hassasiyet” sergiler ve bunun neticesinde de tabloyu indirmesi sebebiyle Atatürkçülüğünde belli bir “eksiklik” ya da “sapma”nın gözlemlendiği milletvekili de tabloyu “yerine” gerisin geri asar. Öte yandan Nazlıaka’nın “Atatürk’ün portresinin indirilmesi”ne müncer yaptığı mahut “ideolojik saptama”nın, neye delalet ettiğini ise bir türlü keşfetmek mümkün olamaz. O mahut ideolojik saptamayı tartışmaya açmakla acaba Nazlıaka CHP’nin “Atatürk düşmanı” olmasa da, “yeterli derecede Atatürkçü” olmayı başaramamış milletvekillerine de sahip olduğunu mu öne sürmektedir, yoksa partinin ideolojik yetersizliği dolayısıyla milletvekillerini bile Atatürkçülük konusunda yeterince bilinçlendirmediğini mi? Bu bile yeterince açık değildir. Açıktan Atatürkçülüğü yeterli düzeyde olmayan milletvekillerinin partide görev yaptığı iddiasına sahip çıkmadığını biliyoruz Nazlıaka’nın. Yine de ideolojik saptaması bir yerde, Nazlıaka’nın “önemli bulduğu noktanın”, partinin her an ve şartta teyakkuz halindeki bir Atatürkçü olmayı başaramamış isimleri de siyaset sahnesine taşıması olduğunu göstermektedir. Arkadaşının son derece iyi niyetli olduğunu da belirtir Nazlıaka her ihtimale karşı, bu yüzden denk geldiği bu günahkâr tavrı arkadaşının iyi niyetine münhasır olarak bağışlanabilir bulmaktadır. Nazlıaka’nın bağışladığı hatayı dile getirmesidir bağışlanamaz olan.
Atatürk dedikodusu
Nazlıaka’nın sözümona son derece iyi niyetli tutumuna karşın, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu da “Atatürk portresini indirmeyi” bağışlanamaz bir günah addederek Nazlıaka’nın mütereddit ifadelerinin zıddına son derece kararlı ve katı cümleler kullanır: “Atatürk resmini indiren bir kişi CHP’nin kapısından içeri giremez, ama ben olduğunu sanmıyorum. Bir dedikodudan beslenen kişilerin CHP’de yeri yoktur. Atatürk üzerinden dedikodu yapılmaz.” Bu noktada “Atatürk’ün portresinin indirilmesi” iddiası handiyse CHP’nin amentüsüne mugayir bir derekeye düşürülür. Bu iddia vesilesiyle CHP’nin Atatürkçülüğüne dair ortaya çıkan ideolojik ve akidevi (Esasen CHP sözkonusu olduğunda ‘ideoloji’ ile ‘akide’ arasında herhangi bir fark gözetmek anlamsızlaşır) “sapma”ya karşı, Genel Başkan ile Aylin Nazlıaka’nın benimsedikleri tutumlara bakarak sapmanın derecesine dair bir çizelge çizmek mümkün, ancak “Makbul Atatürkçülük” seviyesini bu düzeyde Kemal Kılıçdaroğlu’nun mu Aylin Nazlıaka’nın mı temsil ettiğini kestirmek güç. Bu farklılık elbette Atatürkçülüğün kurumsal (partili) cismaniyeti ile ruhaniyeti
arasındaki farktan südur eder. CHP, her ne olursa olsun, Atatürkçülüğün kendisiyle temsil edildiğini vurgulamayı, bu kurumsal ve ideolojik çerçeve dışındaki yaklaşımları ise sahih ve makbul bir Atatürkçülük olarak görmemeyi yeğler. Yeri gelmişken, “gerçek bir Atatürkçülüğün” günümüz dünyasında ‘gerçekten’ neye tekabül edeceğini bilmemizin imkansız göründüğünü de söyleyelim.
Bu açıdan Atatürk portresini indiren herhangi bir kişinin CHP’de yerinin olamayacağını son derece vazıh bir şekilde vurgulayan Kılıçdaroğlu’na kulak kesilmek gerekir. Bu tartışmalar boyunca sergilediği tutumla Kılıçdaroğlu, CHP’de -teşbihte hata olmaz- Papalık mevkiinde bulunduğunu ispatlar bize. Aslında Aylin Nazlıaka vakası, Kılıçdaroğlu’na CHP’nin Atatürkçülüğünün derecesini belirleme fırsatı da sunar. Kılıçdaroğlu, böylelikle hem CHP’nin Atatürk’ün mirasını tevarüs eden yegane parti olduğunu vurgulama fırsatı edinir, hem de Atatürkçülüğün ne sayılması gerektiğine dair de bir çıta belirler. CHP, “Atatürk’ün partisi”dir ve onun partisinde ona saygısızlık edecek kimse de barınamaz, barınmak şöyle dursun “kapısından içeri giremez”!
Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı vurgusu, Atatürkçülük üzerindeki bir “yorum tekeli”ni zımnen barındırır. Atatürk’ün portresini indirmek açıkça hem parti kimliğine hem de Atatürk’ün ‘aziz’ hatırasına karşı sapkın bir saldırı olarak kodlanır. Bu açıdan Kılıçdaroğlu, Atatürkçülüğü hem kurumsal anlamda hem de ruhani planda son derece Katolik bir çerçevede yorumlamaya özen gösterir. Her türlü ikonaklastik (put kırıcı) tutuma dirençlidir Kılıçdaroğlu’nun Katolik Atatürkçülüğü. Bu yüzdendir ki, Atatürkçülüğe iman ve bağlılığı ne düzeyde olursa olsun Nazlıaka, Atatürk’ün aziz hatırasını kendi siyasi emellerine, siyasi dedikodularına alet etmenin karşılığını elbette Atatürkçülüğü kurumsal olarak temsil ettiğinden kuşku bile duyulamaz partiden aforoz edilerek alacaktır. Atatürk’ün aziz hatırasına saygısızlık olarak addedilen “portresinin indirilmesi” ‘dedikodu’suna yol açması hasebiyle Nazlıaka’ya gösterilen bu şiddetli tepki, öncelikle böyle bir heretikliğin parti içinde yaşanmadığını ispatlamayı, ardından bunu dile getireni de kurumsal çerçevenin dışına çıkarmayı hedefler. Konunun ele alındığı son CHP Parti Meclisi toplantısında “Atatürk’ün portresinin indirilmesi” hadisesinin vuku bulmadığı konusunda sağlanan fikir ittifakı da bu noktayı izhar eder.
Siyasal teoloji
Bu noktadan itibaren CHP’nin “siyasal teolojisi”nde Atatürk figürünün kapladığı yer tartışmaya dahil edilmelidir. Çünkü Atatürk, CHP’ye egemen söylemde, sürekli ruhaniyetinden medet umulan, onun kurduğu partiye kahir ekseriyetiyle asla oy vermeyen münkir halktan nefret edilen bir figüre dönüşür. Kurtardığı halk, kurduğu partiye başka seçeneği varsa, oy vermez nedense. CHP, bu durumun sebeplerini analiz edip ona uygun bir siyasal anlayış geliştirmeye çalışmak yerine, halkı nankörlük, çıkarcılık, menfaatperestlikle suçlamayı tercih eden bir söylemi benimser. Atatürkçülüğü de bu söyleme uygun bir halde işlevli kılar. CHP’nin söylemine egemen olduğu biçimiyle halk Atatürkçülüğün sözümona kafiri olup çıkar. 27 Mayıs 1960’tan bu yana Türk siyasi hayatında uzunca bir müddet darbe davetkarı bir üslupla siyaset üreten CHP’nin halka beslediği güvensizliğe gerekçesi de partiye egemen “siyasal teoloji”dir handiyse. Bu anlayışın değişmesini beklemek, CHP’nin sekülerleşmesini beklemek anlamına gelir. Ama en küçük meselelerde bile engizisyonel bir dil ve üslup tutturan CHP’nin böylesi bir sekülerleşmeyi başarmasını talep etmek, olmayacak duaya amin demekten farklı değildir.
STAR-AÇIK GÖRÜŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder