15 Şubat 2016 Pazartesi

Muhteşem ikinci adam: Celaleddin Karatay

Türk siyasi tarihinde Tonyukuk, Nizamülmülk, Sokullu Mehmet Paşa gibi eşine ender rastlanır ‘ikinci adam’lardan. Hayatı hakkında bilgimiz kısıtlı, çünkü o da henüz biyografisi kamilen yazılmamışlardan. Sadece ölüm tarihini biliyoruz, 1254. Doğum tarihi ise bize meçhul. Anadolulu olduğu konusunda kuşku yoksa da nereli olduğuna dair birçok rivayet var. Kimine göre, Antalya yöresinden bir Rum, kimine göreyse Selçuklu akınları başlamadan önce Anadolu’da bulunan Peçenek Türkleri’nden. Kimine göre bir Bizans soylusunun oğlu, kimine göreyse Abbasiler’in Anadlu sınırına konuşlandırdığı Türklerden.
Ama doğru olma ihtimali yüksek bir rivayete göre Uluğ Sultan I. Alâeddin Keykubat’ın azadlı kölelerinden. Devlet hizmetine girişi ise Keykubad’ın abisi I. İzzeddin Keykavus döneminde. Tarih 1215. Bu tarihten ölümüne kadar ise 40 yıl devlet hizmetinde bulundu. Konya’da medfun veliler listesinde ismine “Emir Celaleddin” olarak rastlamak mümkün. Hazret-i Mevlâna mektuplarında, onunla ilgili olarak “Seçilmiş beylerin ulusu, büyüklerin övüncü, himmetleri yüce, melek huylu, Allah’a en yakın meleklerin sıfatıyla sıfatlanmış hayır ve insaf madeni, padişahlarla sultanların en yakını… Mazlumların yardımına koşan millet ve din celâli” şeklinde övücü sözler kullanır. Karatay’ın hiç evlenmediğini de zikretmiş olalım. Bütün kaynaklar onun fedakâr, ahlaklı, hayırsever, ibadetine düşkün ve güçlü bir devlet adamı olduğunda ittifak eder.
Karatay Medresesi haricinde yaptırdığı hiçbir eserde ismini zikretmemiştir. Sadece Anadolu’da değil, 1251’de Kadı İzzeddin’le birlikte Abbasi halifeliği nezdine elçi olarak gittiği Bağdat’ta da Şehabeddin Ömer es-Sühreverdî’nin türbesini de yaptırmıştır. Fütüvvet Teşkilatı’nın kurucusu bu büyük şeyhe ve onun Anadolu halifesi Evhadüddin Kirmani’ye hürmeti en üst düzeydedir; 1221’de I. Alaeddin Keykubat ile birlikte şed kuşanarak Sühreverdi’ye bağlanmış, Kirmani’ye de mürid olmuştur. Ahi Evren’le ve diğer ahilerle ünsiyet ve muhabbeti elbette bu sayededir.
Bizim için Celaleddin Karatay’ı önemli kılan devlete 40 yıl boyunca yaptığı hizmettir. Bu 40 yıl boyunca sırasıyla “emir-i devât”, “emir-i taşthâne”, “hazinedâr-ı hâss”, “nâib” ve “atabey” olarak önemli mevkilerde bulunur. İbn Bibi’nin bizzat kendisinden yaptığını ifade ettiği rivayetine göre, Celâleddin Karatay Alâeddin Keykubad’ın tahta çıkışından ölümüne kadar bu sultanın hizmetinde bulunmuştur. İbn Bibi’nin aktarımıyla Celaleddin Karatay, bu dönemini şöyle anlatır: “Barışta ve seferde, varlıkta ve yoklukta 18 yıl gece gündüz o hazretin yanında bulundum.” Bu anlatımdan da anlaşılacaktır ki sultana son derece yakın bir görevdir bu. Sultan’ın ona olan güvenini 1223’te yaşanan şu olay yeterince açıklar: Alâeddin Keykubad ile devletin ileri gelen Seyfeddin Ayaba, Zeyneddin Başara, Mübarizüddin Behramşah ve Bahaeddin Kutluca gibi emirleri arasında siyasi yetki ve hakimiyet çatışması ortaya çıkar, Sultan 24 kişi oldukları rivayet edilen bu emirleri bertaraf eder. Bu emirlerin küçük yaştaki gulâmlarını ise Celâleddin Karatay’a teslim edilmesini emreder. Yakınlığı bize duyuran başka bir olay da şu: 1236’da Kayseri’nin Meşhed Ovası’nda ileri gelen devlet adamları, birçok Rum, Frenk, Rus, Kıpçak misafir ile Şam, Fars, Kirman, Yemen, Taif, Rus, Bulgar ve Rum elçilerinin huzurunda “bala tekin” oynamıştır sultanla.
Sultan Alaeddin Keykubat’ın hayırsız oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Abhaz eşi tarafından zehirlenerek öldürülmesinin akabinde bir süre devlet görevinden geri çekilir. Ancak II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kendisine eski görevi olan Taşthane Emirliği ile buna ilaveten “Hazine-i Hâssa Memurluğu” tevdi edilir. Sultanın özel bütçesinin Karatay tarafından kontrol edilmesi, onun sadece mali konulara olan vukufiyetini göstermez, aynı zamanda güvenirliliğine de işaret eder. Karatay, devletin dört temel direğinden biridir hep, saltanat veraseti ile vezirlerin ve öteki görevlilerin atanmasına karar vermede etkili bir konumdadır. Türkiye Selçukluları protokolünde vezirlikten sonra 2. sırada gelen naib-i sultan oluşu ise 1246’dır.
Devlet aklının tecessümü addedebileceğimiz Celaleddin Karatay’ın bu vasfına en iyi örnek ise Moğol baskısına karşı gösterdiği dirayetli tutumudur. Bu tutumu en iyi şu olay aksettirir: IV. Rükneddin Kılıçarslan, 1249 yılında kardeşi II. İzzeddin Keykavus’un azlini ve sultanlığın Moğollar tarafından kendisine verildiğini, ayrıca vezirlik makamına da Bahaeddin Tercüman’ın tayin edildiğini bildiren bir yarlığ göndererek Sivas’ta hüküm sürmeye başlar. Buna karşın, Celâleddin devlet idaresinde meydana gelebilecek karışıklıklara engel olarak IV. Rükneddin Kılıçarslan, II. İzzeddin Keykavus ve II. Alâeddin Keykubad’ın birlikte sultan ilan edilmelerini sağlamak için devreye girer. IV. Rükneddin Kılıçarslan tarafından elçi olarak gönderilen Hotanlı Cemaleddin, saltanatın yarlığ hükmüne göre Rükneddin’e ait olduğunu öne sürmüştür, ancak Karatay, bir plân hazırlayarak “Sizin arzunuz gerçekleşecek ve Rükneddin, Han’ın emri mucibince büyük sultan olacaktır. Bunun için onu alınız ve Aksaray’a götürünüz. İzzeddin de gelsin ve kardeşi ona ne verirse onu kabul etsin” diyerek üç kardeşin Konya-Aksaray arasındaki Kılıçarslan Kervansarayı’nda toplanmasını sağlar. Burada topladığı mecliste ise “Büyük kardeş dururken küçüğün sultan olmasının şeriat ve örfe uygun olmadığını, üç kardeşin birlikte tahta çıkarılmalarının ve Rükneddin Kılıçarslan ile birlikte gelen iki bin Moğol askerinin geri gönderilmesinin gerektiğini” ilan eder. Kadının bu teklifi kabul etmesi üzerine, 1249 yılında üç kardeş adına hutbe okunur, sikke kestirilir ve kitabeler yazılır. Karatay, böylece devleti büyük bir bunalımdan kurtarır. Karatay’ın icat ettiği bu “ortak saltanat” usulünün Türk devletlerinde ilk ve bir kez görüldüğünü de geçerken ifade edelim.
Bu üç sultanın atabeyliğini üstlenerek Vezir Şemseddin İsfahânî’den sonra devlet içinde en güçlü kişi konumuna yükselen Celâleddin Karatay, bu gücü kötüye kullanmaz ve makamının verdiği yetkilerin de dışına çıkmaz. Celâleddin Karatay bu yönetimi boyunca, Moğolları kuşkulandırmadan Anadolu Müslümanlığının geleceği için Moğolların hakimiyeti altına girmemiş, aynı zamanda İslam dünyasıyla ilişkileri sürdürme ve geliştirmenin yollarını aramıştır.
Bu amaçla olsa gerek, 1245’te çıkarılmasına katkıda bulunduğu af yasasıyla hapisteki Ahi Evren ve diğer ahilerin salıverilmesini sağlayan Celaleddin Karatay, ahilere yakın duran, dürüst, faziletli Kadı İzzeddin’in vezirliğe getirilmesine de imkan oluşturur. Ölümünden sonra devletin içine düştüğü iç kavgalar ve acziyet Moğol baskısını derinleştirir, devlet yavaş yavaş parçalanır, 1300’lü yıllarda İlhanlıların yıkılmasıyla birlikte de Anadolu’da “tavaif-ül müluk” (Beylikler dönemi) dediğimiz fetret dönemi başlar.
Yine de Karatay’ın geleceğe kalıcı tesiri sürer kurduğu medreseyle. Şeyh Edebali’den Yunus Emre’ye birçok şahsın yetiştiği Karatay Medresesi kurulduğu 1251’den sonra Anadolu’daki tüm dini ve ilmi zümrelerin gözbebeğidir çünkü. Sadece siyasetle ayakta kalınamayacağının en önemli göstergesidir Celaleddin Karatay’ın vakfiyeleri ve oralardan yetişen kişiler. Karatay medresesinin hemen bütün dini-siyasi zümrelere aynı yakınlık (dolayısıyla aynı uzaklıkta) bulunması buradaki ilmi-irfani meclisleri de bereketlendirir. Başka türlü konuşamayan kişiler, Karatay medresesi aracılığıyla konuşur birbirleriyle. Rıfai dervişlerden kalenderilere, ahilerden Mevlevilere hemen her zümreye kapısı açıktır medresenin. Başka hiçbir şey yapmamış olsa bile sırf, bu medresenin varlığı bile Celaleddin Karatay’ı Anadolu Müslümanlığı’nın mümtaz şahsiyetlerinden biri kılmaya yeter.

Müstakil Gazete

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder