1 Şubat 2016 Pazartesi

MURAT GÜZEL İLE KONYA TARİHİNE SERİNKANLI BİR BAKIŞ DENEMESİ

TAKDİM: Konya, Anadolu Selçuklu Devletinin başkenti. Ve şehrin bilinçaltı, kadim başkent olma özelliğinden olsa gerek tam olarak hiçbir zaman Osmanlı ile ya da Cumhuriyet ida-resiyle barışık olmadı. Öte yandan Konya vazgeçilmez bir “merkez şehir” olarak tarih boyunca ilginç misyonlar yüklendi. Ayrıca özellikle 1400’lü yıllara kadar din-sanat-siyaset alanında bir çekim merkezi oldu. Mevlana ile özdeşleşmiş olsa da Konya, Ahiler ve Mevleviler ekseninde çok gün yüzüne  çıkarılmayan bir tartışmanın odak noktası. Moğol istilasından ‘bir şekilde’ kurtulması, Gıyaseddin ve Süleymanşah arasında yaşanan taht kavgasında toplumda farklı boyutlarda oluşan travma Konya tarihine dair hâlâ tam olarak tartışılmayan konular. Konya siyasi ve dini tarihi hususunda uzmanlık derecesinde bilgi sahibi olan Konyalı şair-yazar Murat Güzel ile Konya’yı, Mevlana’yı, Selçuklu’yu, Moğolları konuştuk. 

ERTUĞRUL FINDIK

Eski bir başkent olarak Konya’nın bilinçaltı Osmanlı’yı tam olarak kabullenememiş ve çok uzun süre Osmanlı ile sorunlu bir ilişki olmuş aralarında. Ben bu sorunlu ilişkinin Cumhuriyete kadar taşındığını ve hâlâ devam ettiğini düşünüyorum. Abartıyor muyum? 

Doğrusu Konya'nın muhafazakar bir damarının olduğunu düşünüyorum. Bu söylediğin, muhafazakar bilinçaltıyla ilgili. Başkent oluşun bir şehir olarak Konya'nın karakte-rine kattığı çok şeyler var hiç kuşkusuz. Başkent olmaktan çıkmanın bu noktada kendiliğinden bir karakter erozyonuna yol açması, buna tepki olarak insanların yeni durumu kabullenmek istememeleri söz konusu.

İstanbul’u mu kabullenemiyorlar? 

Konya, Fatih Sultan Mehmed'in şehri kesin olarak Osmanlı topraklarına katmasıyla oluşan ‘kayıp’ hissini şimdiye dek pek telafi edemedi. Sözgelimi Konya Valiliği yapan Sultan Cem'in abisi Bayezid'le girdiği saltanat mücadelesinin içinde Konya halkı belli bir s-re bu umutla yer almış. Aleaddin Tepesi'nde bulunan köşke, uzunca bir süre ‘Cimcime Köşkü’ denmiş, Cumhuriyet yıllarında bile böyle anılmış o köşk. Demek ki halk Cem Sultan'ı çok sevmiş. Cem Sultan'ı mı çok sevmiş yoksa onun İstanbul karşıtlığını mı, orası meçhul. Belki de İstanbul'a karşı direndiği için sevmişlerdir, kim bilir? Öte yandan, Osmanoğulları ile Konya arasında yaşanan kavga, halk ile Osmanlı idaresi arasında değil, Karamanoğulları ile Osmanlı arasında yaşanan bir kavgadır. Halk bu kavgalardan dolayı zarar görmüş olduğu için onu bilinçaltında taşıyor. Diğer yandan başkent oluşun yitirilmesiyle ortaya çıkan o "kayıp hissi" belli bir melankoliyi getirmiş şehre. O hüznü yaşamak hâlâ mümkün bu şehirde. İçine kapanmış uzunca bir süre.

Değeri azalmış mı peki? 

Hayır. İçine kapanmış uzunca bir süre ama önemsizleşmemiş, bilakis önemini hep korumuş. Şehir, dışarıdan herhangi bir yardım almadan kendi kendine yetmeyi öğrenmiş. Yani Osmanlı, şehre hakim olmuş; lakin bu hakimiyet fiziki bir haki-miyet olmaktan öteye geçememiş uzunca bir süre. Ta ki demiryolunun Konya'ya gelişine dek. Demiryolu ile birlikte tahıl ürünlerinin pazara aktarımından gelen rant şehrin zaten kendine yeterli ekonomisini şaha kaldırmış. Düşünün; Müze-i Humayun, İstanbul'dan sonra ilkin Konya'da açılıyor 1899'da. Aynı şekilde İstanbul'dan sonra ikinci baro Kon-ya'da kuruluyor. Ticaret Odası hakeza öyle, İstanbul'dan sonra kurulmuş ikinci oda. Yani bir nevi rekabet diyebilirsin sen buna. Gizli, üstü örtük bir rekabet. Ve sanırım hâlâ alttan alta süren bir rekabet.

Konya, Osmanlı tarihinin yükseliş dönemi de dahil olmak üzere Anadolu tarihinin merkezinde duruyor. Üstelik sadece siyasi değil kültürel, dini bir merkez. Katılır mısın bu görüşe? 

Sahiden öyle. Siyasi merkez olmanın kendiliğinden dini, kültürel ve ekonomik açıdan da merkez olmaya katkıları vardır esasen. Ancak Konya'nın Selçuklu başkenti olmasının yanı sıra 4 bin yıllık tarihinden getirdiği başka tür değerleri de var. Selçuklu başkentliği bu dört bin yıllık tarihte Konya'nın Anadolu'daki ilk başkentliği değildir söz gelimi. Eski çağ tarihçisi Prof. Dr. Hasan Bahar'ın verdiği bilgilere göre, Konya ya da antik dönemdeki adıy-la ‘İkkuwaniia’ bir Hitit başkenti... Hitit imparatoru başkent Hattuşaş'ın kuzeydeki barbar kavimler tarafından yağmalanmaması için devletin evrakını, tüm hazinelerini ve devlet adamlarını milattan önce 1285 yılında, daha güvenli olan Konya'ya taşır. Ve böylelikle Konya, Hitit İmparatorluğu'na da 10 yıl boyunca başkentlik yapar. Bu olayın bir benzerini Çanakkale Savaşı esnasında da yaşadık. Osmanlı Devleti, Çanakkale Boğazı'nın itilaf devletleri tarafından geçilmesi ve payitaht İstanbul'un işgali ihtimaline karşı devletin kıymetli evrakını Konya'da sakladı.

Ya dini ve etnik özellikleri bakımından? 

Anadolu'da Sivas-Tokat mihverinde Danişmendoğulları ile simgeleyebileceğimiz akılcı-Mutezilî damarla, Malatya ekseninde simgeleyebileceğimiz nakilci-selefi damar arasındaki kültürel-dini rekabette Konya eşine ender rastlanacak türden bir sentezi temsil eder. Türk, Rum, Arap, Acem, Ermeni, Yahudi, Kürt, Rus, Gürcü, Abhaz, Moğol, Haçlı seferlerinin kılıç artığı Avrupalılar, dominiken rahip savaşçılarla karşılaşırsınız söz gelimi 12-13. yüzyıl Konya'sının sokaklarında. Bütün bu akvam Konya'nın tescil ettiği ruhta bir aradadır; elbette zaman zaman çatışmalı bir birlikteliktir bu. Ama Kösedağ'da Selçuklu ordusuna komutanlık yapan kişinin Abhaz olması ya da yine o orduda bir dominiken şövalyenin ya da Kürt komutanın bulunması şaşırtmaz bizi. Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin'in Türkmen isyancılara karşı Frenk şövalyeleri, ordusuna kiralık asker olarak katmasına da aynı şekilde bakabiliriz. Konya Mevlevilik, Ekberilik, Bektaşilik, Ahilik, Evhadilik, Kalenderilik gibi farklı dini gruplaşmaların da merkezidir 13. yüzyılda. Kalenderiliğin, Haydariliğin şeyhlerinin merkez lengerleri Konya'dadır. Bektaşiliğin piri Hacı Bektaş-ı Horasani ile Ekberiliğin büyük üstadı Sadreddin Konevi, Hacı Bektaş'ın Konya halifesi Pir Ebi aracılığıyla mesajlaşır, Konevi fırsat buldukça Kırşehir'e gider Hacı Bektaş'la, Ahi Evren'le görüşür. Evhadüddin Kirmani'nin bağlısı ve sonra onun ölümüyle Evhadiliğin başına geçen Zeynüddin Sadaka, Konevi ile hemderstir; Konevi'nin oğlu Sadüddin Çelebi'nin de mürşididir aynı zamanda. Yine eser telif edecek kadar yeterli Farsçası bulunmayan Konevi'nin eserlerini Farsça'ya çeviren Ahi Evren'dir. 13. yüzyıl Konya'sı nereden nasıl bakarsanız bakın İslam medeniyetinin bütün seçkin simalarının bir şekilde uğrak yeri olmuştur: Muhyiddin İbn-i Arabi, El-Mevakıf yazarı ve fütüvvet teşkilatının kurucusu Şeyh Şihabüddin Ömer es-Sühreverdi, Lemaat müellifi Fahrüddin Iraki, Heyakilu-n Nur müellifi Şihabüddin Sükreverdi el-Maktul, Necmeddin Daye, Fütüvvet Teşkilatı'nın Anadolu sorumlusu, yani Şeyhu'ş Şuyuhu'r-Rum Evhadüd-din Kirmani, Ahi Evren, Baba İlyas-ı Horasani bağlıları, Hacı Bektaş-ı Horasani bağlıları, Şeyh Edebali, Kalenderiliğin büyük şeyhi Ebubekir Niksari, Haydariliğin büyük şeyhleri Ömer-i Girîhi ve Hacı Mübarek-i Haydarî gibi isimlere Konya'da rastlamak mümkündür.
Diyeceğim o ki siyasi ve sosyal hayatın yanı başında medreseleri, tekkeleri, dergah ve lengerleriyle can-lı bir geleneğin, sürekli yenilenen tartışma gündemlerinin mekanıdır Konya. Anadolu'daki varoluşumuzun ruh köküdür.

Mevlana 1230’larda Konya’ya geldiğinde Alaeddin Keykubat tahtta. Sonrasında 2. Gıyaseddin tahta geçiyor. Mevlana ile devlet erkanının arası nasıl o dönemler?

Mevlana babası Bahaüddin Veled'le birlikte 1228'de Konya'ya geldiğinde 21 yaşında bir delikanlıdır. Döneme ait vekayinamelerde, Mevlevi kaynaklarda rastladığımız şey şudur: Mevlana, Şems'in gelişine kadar, yani 1243 tarihine dek Konya halkı tarafından sevilen, saygın bir müderristir. Halkın sevdiğini devlet erkanının sevmemesi düşünülemez elbette. Ancak tarihi vesikalarda pek bahsedilmese de 1241'de patlak veren Babailer İsyanı öncesinde Ahiler ile Mevlana bağlıları arasında bir münakaşanın var olduğuna dair kuvvetli izler var. Ahi Evren'in, II. Gıyaseddin'in vergileri artırması sonucu zor duruma düşen Türkmenlere yakın durması neticesinde hapsedilmesi ve ardından 1241'de Babai isyanının patlak verip II. Gıyaseddin'în Malya ovasında kiralık Frenk askerleri marifetiyle isyancı Türkmenleri kılıçtan geçirtmesiyle sonuçlanan olaylara ilişkin Mevlana'nın doğrudan herhangi bir açıklamasının olmaması kafalarda soru işaretleri oluşturuyor. Fakat bunları tarihi kaynaklara dayandırmadan ifade etmek güç.

Şems’in Mevlana’nın hayatındaki rolünün abartıldığını belirten kaynaklar var. Şems’in siyasi bir misyonu var mıydı o dönemde? 

Şems'in siyasi bir misyonu olduğunu düşündüren karineler var elbette. Ancak bazılarının Şems'i dedesinden dolayı Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi'yle bağlantılı düşünmeye çalıştıklarını görüyoruz. Doğrusu bu tür konularda her zaman şüpheci davranılması gerektiğini ve spekülasyondan kaçınmanın her zaman bizi yanlıştan koruyacağını düşünüyorum. Bize yakışan da budur. Diğer yandan Şems'in gelişi, Mevlana'nın Şems ile muhabbeti ve Moğol istilası gibi etkenler Konya ahalisi ile Mevlana arasındaki sıcaklığı bir tür küskünlüğe dönüştürmüş gibidir. Özellikle Mevlana’nın Şems'in öldürülmesiyle birlikte o dönem devlet ricaliyle epey gerginlikler yaşadığını biliyoruz. Şems'in ölüm emrini dönemin Adliye nazırı vermişken Mevlana, Ahi Evren'i suçlar. Hatta, Ahi Evren'in vezirlikten ayrılıp Kırşehir'e yerleşmesinde Moğollar'ın baskısı kadar Mevlana'nın ona karşı sergilediği muhalefetin de önemli bir yer tuttuğu söy-lenebilir.

Mevlana’nın Moğollara karşı takındığı “diplomatik” tavra tam olarak nasıl bakmalıyız sence? 

Kösedağ savaşının ardından Selçuklu devletinin bir nevi Moğol vassalları eliyle yönetilmesi ve Mo-ğollara her yıl ödenen yüksek haraçlar, halkın sırtındaki vergi yükünü artırmış, toplumsal buhran derinleşmiştir. Fahreddin Razi'nin Konya'daki öğrencilerinden Kadı İzzeddin, Emir Şerefeddin Herevi gibi zatların Moğollara isyanlarının da kanlı şekilde bastırılışı, birçok ahi pirinin yanısıra, Zeyneddin Sadaka gibi Evhadüddin Kirmani'nin halifesinin şehit edilişi, bu isyanlara karşı Mevlana'nın tutumunun menfi oluşu gibi durumlar da Mevlana ile Konya halkının arasını açmış görünür. Ancak Mevlana özellikle 1255'lerden sonra devlet ricaliyle ilişkilerini hızlı bir şekilde düzeltmiş, halkın muhalefetine karşın özellikle Moğol kumandan Nureddin Caca, Emir Pervane gibi devlet adamı müridleri aracılığıyla bu ilişkilerdeki etkisini artırmıştır. Mevlana'nın Moğollarla ilişkisi elbette sık sık tartışmalara konu olur. Doğru ya da yanlış, Mevlana bir karar vermiştir ve o kararının gereğini yerine getirmiş, sonraki dönemlerde de onun olumlu meyvelerini almıştır. Diplomatik ya da değil. Ya da şimdiki deyimle "real-politik." Bunu tartışmak bizim o dönem yaşananları daha iyi kavramamıza yol açacaksa ancak mümkün ve gereklidir. Mevlana'nın tutumunu eleştirmek gerekli mi? Ne işimize yarayacak? Bugünümüzü ve geçmişi daha iyi kavramamızı mı sağlayacak? Bu konudaki tartışmaların bu soruları ıskalamaması en büyük dileğim.

Sadreddin Konevi’nin üvey babası İbn-i Arabi’nin yolu da Konya’dan geçmiş dedin. İbn-i Arabi, Sadreddin Konevi ve Mevlana arasında sarsıcı bir ilişki var mı? 

Sadrüddin Konevi'nin babası Mecdüddin İshak ile İbn Arabi, Endülüs'ten arkadaştırlar. Hicri 618, miladi 1221'de Mecdüddin İshak vefat ettiğinde Konevi 13 yaşında bir çocuktur. Annesi Gevher Sultan, Muhyiddin Arabi'nin taht-ı nikahına geçer ve İbn Arabi Konevi'ye "oğlum" der. Sadreddin Konevi 19 yaşına geldiğinde kendisine el-Fakih, el-Alim, el-Hafız dedirtecek kadar da bilgedir. Bir yandan üvey babası İbn Arabi'den diğer yandan Kirmani'den tasavvuf dersi ve terbiyesi almaktadır. Sadreddin Konevi ile Ahi Evren'in de iki sıkı dost olduğunu söylememiz gerekir. Tarihi kayıtlarda Mevlana ile İbn Arabi'nin karşılaştığına dair herhangi bir kayıt yok. Moğol işgali sonrası Anadolu'da Ahi Evren, Sadreddin Konevi ve Mevlana arasında kuracağımız ilişkiler matrisinde iki temel parametre belirlemek mümkün. Bu parametrelerden ilki siyasi iken ikincisi tasavvufidir. Buna göre Sadreddin Konevi ile Ahi Evren siyasi bakımdan müttefikken, tasavvufi bakımdan aralarında ihtilaf vardır ve zaten bu konu devamlı aralarındaki tartışmaların temel meselesidir. Diğer yandan Mevlana ile Konevi siyasi olarak ihtilaflıyken tasavvufi anlayışları birbirlerine yaklaşır. Mevlana ile Ahi Evren'in hem siyasi bakımdan hem de tasavvufi anlayış bakımından muhasım olduklarını gözlemleriz. 1262'de Kırşehir'de oğlunun Mevlana’nın müridi olan komutan tarafından öldürülmesinden sonra Konevi'nin epey karamsarlaştığı, o tarihten sonra sadece hadis okuduğu, fazladan bir şeyler yazmadığı, okuduklarına notlar düştüğünü biliyoruz. Yine Mevlana'nın cenaze namazını kıldırmak istememiş, onun yerine Siracüddin Urmevi Mevlana'nın cenaze namazını kıldırmıştır.

Bazı kaynaklar Mevlana’nın dönemin -senin de yazılarında çok sık bahsettiğin- Burne-i Pişe-gan'ı ile arasının çok iyi olmadığını söyler. Kimdir bu Burne-i Pişegan? O dönemi anlatır mısın biraz?

Burne-i pişegan dönemin vakanüvisi İbn Bibi'nin eserinde kullandığı bir deyim, bugünkü Türkçe'ye anlamını "kelek kesenler" olarak çevirmek mümkün. Vakanüvisimiz ahi babalar, yiğit başılar, ulema, suffa, umera ve vüzera gibi bir şehirde yerleşik farklı zümrelerin hepsini birden kastediyor bu deyimle. Sosyal, iktisadi, siyasi, dini ve kültürel hayatta da etkin bir roldedir bu zümreler. Ahiler, yani esnaf, dini kanaat önderleri, komutanlar, vezirler ve diğerleri, yani cümle baldırı çıplaklar… Sultan, saltanatını koruyabilmek için bu zümrelerin onayını almak zorundadır. Bir yerde kimin sultan olup kimin sultan olamayacağına karar veren bir danışma meclisi gibidir burne-i pişegan. Konya'da en zor dönemlerde ortaya çıkan bir gönül ortaklığıdır yani. Konya esnafı ile Mevlevilerin arasının pek iyi olmadığını biliyoruz. Esnafın Ahi Evren bağlısı oluşu, Sadreddin Konevi'nin çocukluk arkadaşı Zeyneddin Sadaka'nın Moğollarca şehit edilmesinin kabahatlisi olarak Mevlana'yı görmesi, yine Konevi'nin oğlu Sadüddin Çelebi'nin Mevlana'nın müridi Nu-reddin Caca'nın komuta ettiği ordu tarafından şehit edilişi gibi konular da işin içindedir elbette. Ki, Ekberiler ile Mevleviler'in 700 yıl boyunca Konya'da karşılaştıklarında selamlaşmadıkları bile vakidir. 1920'li yıllarda Konya'da 2. Or-du Müfettişi olarak bulunan Fahreddin Altay hatıralarında Konya ahalisinin Mevlevi dedelere soğuk baktığını yazar. Az önce de söylediğim gibi kökleri Horasan'a dek uzanan bir münakaşanın devamıdır Ahilik ile Mevlana arasındaki tartışmaların özü. Moğol istilasına karşı benimsenen farklı tavırlar da elbette buna tuz biber ekmiştir. Hatta kanlı çatışmalar vuku bul-muştur.

Dönemin tek hakim dini önderi Mevlana, sonrasında tek “hakim dini damar” Mevlevilik midir? Ne anlatırsın bu konuda? 

Mevlevilik elbette Mevlana sonrasında kurulmuştur. Bu açıdan Mevlana dönemi Konya'sında "hakim dini damar"ın Mevlevilik olduğunu tabii ki söyleyemeyiz. Hanefi fıkhının yaygınlaştığı bir dönemdir bu dönem üstelik. Yine de farklı medreselerde farklı fıkıh ekolleri vardır. Siracüddin Urmevi Şafii fıkhını temsil eder. Sadreddin Konevi, Mağripli sayılır ve Maliki'dir. Yine de Hanefiliğin giderek Konya'da yaygınlaştığını görürüz. En azından saltanat üyelerinin amelde mezhebi Hanefilik'tir. Daha da önemlisi Mevlevilik Konya'da hiçbir zaman "hakim dini damar"ı teşkil etmemiştir. 14. yüzyıldan beri Konya'da etkin olan tasavvufi zümrelerden Bektaşilik, Vaka-i Hayriye ile bu gücünü yitirmiştir. Ekberi damar, diğer tüm tasavvufi akımlara fikir babalığı yapan seçkinci bir konumda olmayı yeğlemiştir. 17. ve 18. yüzyıllardan itibaren Nakşibendilik kolları Konya'da kitlesel bir dayanak bulmuş ve zamanımıza kadar da bu gücünü korumuştur. Mevlevilik ise reaya zemininde değil, devlet ricali arasında hakim konumdadır.

Konya’da hâlâ gün yüzüne çıkmamış tekke ve mezarlardan bahsediliyor...

Şunu düzeltelim: Konya'da gün yüzüne çıkmamış mezarlar değil, belki bilinen ve fakat yerleşime açmak için yok edilmiş mezarlar ve mezarlıklar vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında işgüzar Mevlevi muhibbi bazıları tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılmış Ahilik yanlısı kişilerin türbeleri vardır. 1924'te dönemin belediye reisi Muhlis Koner, Şerefeddin Herevi'nin, Ulvi Sultan'ın, Kadı İzzettin'in türbelerini dinamitle havaya uçurmuştur. 1924'te Aziziye Camii'ni park yapmak için ortadan kaldırmaya karar veren Fahreddin Altay'ı cuma namazlarını bu camide kılan Naci Paşa engeller. Fakat Fahreddin Altay, caminin doğu kısmında bulunan mezarları ortadan kaldırır ve bölgeyi park haline getirir. En acısı ise Şerefeddin Camii'nin güney batısındaki mezarların başına gelir. Mezarlar kaldırılır ve yerine hela yapılır. Neyse ki son dönemde o hela oradan kaldırılıp bölge parka çevrildi. Konya'nın dört bir yanı mezarlıktır. Bu normaldir, en az 4 bin yıllık bir yerleşim bölgesinden bahsediyoruz.

Müstakil Gazete

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder