25 Ocak 2014 Cumartesi

Tezkire'yi kışkırtmak!

Türkiye'de on yıllardan bu yana sığ, anakronik / yapay, yaşanan gerçekliklere tekabül etmeyen absürt bir kültür, sanat ve düşünce gündemi var: Herkes(im) ayrı bir telden çalmakla meşgul.

İkinci Meşrutiyet'ten bu yana bu ülkede, çığır açabilecek, dünyaya bir şeyler "söyleyebilecek" esaslı bir kültür, sanat ve düşünce gündemi, akımı, atılımı oluşamadı. Bu ülkenin "has" aydını, sanatçısı, düşünürü; sanat, düşünce ve kültür akımları olmadı; olamadı; varolamadı.
Şu an bu sorunun farkına varıldığını gösteren ilginç bir dönemeçten geçiyoruz: Az da olsa bu ülkede en azından dışarda olan biten entelektüel tartışmaları Türkiye'ye nihayet aktaran bir aydınlar kümesi; mutlaka izlenmesi gereken birinci sınıf dergiler var: Divan, Toplum ve Bilim, Defter, Doğu-Batı, İslamiyat ve nihayet Tezkire, bundan sonraki süreçte atılabilecek adımlara ve atılımlara ilişkin ciddi beklentiler içine girmemizi sağlayan ve Türkiye'de ilk kez dikkate alınması gereken "düşünce üretimi" faaliyetine öncülük ediyorlar.
Sözü Tezkire'ye getirmek istiyorum. Tezkire, "yeni düşünür tipi"nin mütevazi temsilcileri olan bir grup genç aydının çabasıyla Vadi Yayınları tarafından yayımlanıyor. Ve son sayısıyla birlikte esaslı bir silkinme ve yenilenme çabası içine girmiş durumda.
Derginin editoryal yazısında, bundan böyle düzenli olarak ve iki ayda bir yayımlanacağı belirtiliyor. Editoryal yazısından, her sayıda ülkenin entelektüel gündeminin şekillenmesine katkıda bulunabilecek oylumlu dosyalar hazırlanacağı anlaşılıyor: Bu sayıda "Sağcılık ve İslamcılık" masaya yatırılmış. Önümüzdeki sayılar içinse Küreselleşme ve Fakirlik; Beden Siyaseti, Tarih Bilinci gibi dosya konuları belirlenmiş. Bu dosya konularının başlıkları bile, insanı heyecanlandırmaya yetiyor. Çünkü bu sorunlar, hem "İslamcı" aydınların gündemine ilk kez gelen konular; hem de şu an dünyanın entelektüel gündemini işgal eden temel sorunlar. Demek ki, artık "zeitgeist"i (çağın ruhunu) kavrama ve dolayısıyla çağa müdahalede bulunabilme imkanına kavuşmakta olduğumuz bir sürece giriyoruz.
Dergide, "İslamcılık ve sağcılık" konusunda yazılanlar, beni iki açıdan "rahatsız etti": Bu sorun, hem fena halde karmaşık (muğlak), hem de tıpkı Türkiye'nin yapay gündemler tarihiyle (yani tarihsizliğiyle) tastamam örtüşen "yapay" bir sorun. Dosyanın en "işe yarar" yazısını M. Emin Göksu kaleme almış. Okuyuculara dosya'ya Göksu'nun yazısından giriş yapmalarını öneririm. Dosyada Murat Güzel, İlhami Güler, Yasin Aktay, Hasan Hanefi ve Ercan Şen'in yazıları ile S. Sayyid'le yapılmış bir konuşma yer alıyor. Burada gerek dosyadaki yazısı, gerekse diğer birkaç yazısı dolayısıyla "Murat Güzel'e dikkat!" diyorum: Murat Güzel, deyim yerindeyse "harikalar yaratan", cins ve genç bir düşünür! O yüzden ben şahsen Murat Güzel'e şapka çıkar(t)ıyor ve selamlıyorum onu; tüm içtenliğimle.
İlhami Güler, "Sağcılık Olarak Sünnilik" başlıklı yazısında aceleci ve keskin "kestirimler" (!) yapıyor. Tanıl Bora gibi solcu bir teorisyenin sağcılık tanımından yola çıkarak Sünnilik'i, sağcılık'ı ve örtük olarak da İslamcılık'ı konumlandırmaya kalkışıyor! Editoryalde de, "İslamcılık'ın Türkiye özelinde sola daha yakın durması gerektiği söyleniyor! Gerekçe? Gerekçe şu: Solun "hakkaniyet arayışı, muhaliflik ve evrensellik" iddialarına sahip olması!
Acaba öyle mi? Bir kere bu ifadeler son derece muğlak; ikincisi de Türkiye'de "sol" diye bir şey var mı, sahiden? Hele de, -Alhusser'yen / yeni sol'u kısmen dışta bırakarak konuşacak olursak- "hakkaniyet arayışı, muhaliflik ve evrensellik" gibi iddiaları olan bir sol'dan sözetmek ne kadar mümkün?
Oysa Türkiye'de sol, Batı'daki anlamıyla "sağ"a tekabül ediyor: Statükocu, konformist (Türkiye'deki görünümüyle, tüm iddialarından hemencecik vazgeçebilen, her kalıba girebilen) ve opportunist (her fırsatı çok iyi değerlendirebilen).. Türkiye'de gerçek anlamda sağ da yok; sol da yok!
Ayrıca dergide atlanan bir başka sorun da son zamanlarda geliştirilen İslamcı söylemin sol söyleme handiyse tümüyle eklemlendiği ve dolayısıyla kendisini tükettiği sorunu. Dergide genel olarak tuhaf bir şekilde "sol kompleksi" hakim. Türkiye'de şu ya da bu şekilde entelektüel ve kültürel hayatta solun "iktidar" olduğu gözönünde bulundurulursa, aslında böylesi bir konumlanmayı benimsemekle, derginin tersinden bir konformistlik yani sağcılık yaptığını söylemek bile mümkün! O yüzden ben dosya yazılarının bir anlamda tersinden okunduğu zaman zihin açıcı olacağını düşünüyorum.
Dosya yazıları dışındaki yazılar güzel. Nuray Mert'in ve Ömer Çaha'nın yazıları ilgiyle okunuyor.
Burada yaptığım eleştiriler, Tezkire'nin önemini azaltmıyor; aksine artırıyor. Tezkire, bir yandan tartışma açacak, öte yandan da zihin ve ufuk açacak bir yolculuğa çıkmış durumda. Bu yolcuğu kaçırmanın, çok şey kaybettireceğini düşünüyorum.

Yusuf Kaplan-Yeni Şafak/25 KASIM 2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder