19 Eylül 2013 Perşembe

İttihad-ı İslam düşüncesi ve Avrupa Birliği


Yaklaşık 10-11 yıl sonra Zaman gazetesinde yayınlanmış bu yazımı tekrar okurken AVrupa Birliği'nin Türkiye hakkındaki düşünceleri konuşunda son derece iyimser olduğumu fark ettim. Avrupamerkezciliğin çözülme süreciyle İttihad-ı İslam düşüncesinin tekrar bağlamsallaşması konusundaki öngörüm ise aradan geçen yıllar boyunca giderek kuvvetli bir ihtimale dönüştü. Özellikle Mısır darbesi ve Suriye konusunda Avrupa Birliği'nin takındığı iki yüzlü, çıkarcı politikaların tarihi 400 yıla kadar uzanan ve tarih, sosyal bilimler, coğrafya vb. bütün düşünme alanlarını kaplamış bir söylemin dağılışından mı kaynaklandığı yoksa bu dağılışa katkı mı vereceği ayrıca ele alınmalı. Ama bana kalırsa Batılı ve bazı monarşik Müslüman devletlerin takındığı tavırlar İttihad-ı İslam Düşüncesi'nin tekrar yükselişi ile seçmeci yakınlaşma içinde...

Türkiye’nin AB üyesi olmasının İslam Dünyası’ndaki muhtemel itikadî, siyasî ve kültürel etkilerinin neler olabileceğini ve ümmet kavramıyla siyasal ifadesine kavuşan İttihad–ı İslam tasavvurunu nasıl değiştireceğini düşünmek gereklidir. Bilindiği gibi Türkiye gerek üzerinde bulunduğu coğrafyanın jeostratejik ve jeopolitik öneminden gerekse bu coğrafyada yaşayan insanların tarihsel ve toplumsal tecrübelerinden kaynaklanan konumuyla İslam ile Batı arasında kültürel ve siyasal bir geçiş noktası vazifesini deruhte etmektedir. Türkiye’nin üyelik talebinin AB tarafından nihai olarak kabul edileceğinden kuşkulanmak için elimizde yeterince karine yoktur. Bu talebin kabulü halinde İslam ve Batı arasındaki ilişkiler ne yönde dönüşecektir? Bu ilişkilerin dönüşmesi Müslümanların birliği terkibiyle ifade edilen tasavvurları nasıl bir etkiye maruz bırakacaktır? Bu soruları şimdiden düşünmekte fayda vardır.
İttihad–ı İslam düşüncesinin iki tarihsel bağlamı
Bu anlamda Müslümanların siyasi, sosyal ve kültürel birliğini amaçlayan İttihad–ı İslam düşüncesi ile onların itikadi birliğini tazammun eden ümmet kavramını birbirinden ayırt etmek elzemdir. Ümmet kavramı İttihad–ı İslam düşüncesini de mümkün kılan temel tarihsel ve itikadî referanslardan birini teşkil etmesine ve bu açıdan her türlü sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel farklılaşmanın üzerinde olmasına karşın doğrusunu söylemek gerekirse günümüzdeki Müslümanların hayatında ne siyasal ne kültürel ne de ekonomik bir karşılığa sahiptir. Müslümanların itikadi birliğinin ve kardeşliğinin şiarı olan bu kavram, siyasal, sosyal ve kültürel bağlamlarda kolayca kullanılamamaktadır. Ama bu yargımız onun her halükârda bu bağlamlarda anlamsız olduğu anlamına da gelmez kuşkusuz. Çünkü, İttihad–ı İslam düşüncesi belli bir tarihsel ve toplumsal bağlamda yürürlüğe sokulan siyasal bir proje olarak ümmet kavramının itikadi muhtevasına siyasi, sosyal ve kültürel yan anlamların kazandırılmasıyla mümkün olabilmiştir. Bilindiği gibi bu terkibin kullanıldığı ilk bağlam Birinci Dünya Savaşı öncesi dünya koşullarıdır. Bu dünya koşulları Westfalia anlaşması sonrası oluşan yeni uluslararası ulus–devlet düzeniydi. İttihad–ı İslam düşüncesi bu düzene bir cevap olarak, bu düzenin Osmanlı Devleti üzerindeki negatif etkilerini gidermek yolunda bu ülkedeki Müslümanların üzerlerine aldıkları bir sorumluluk bilinciyle ifade edilmişti. Meşrutiyet dönemi İslamcılığının İttihad–ı İslam tezinin hem atılımcı hem de korunmacı boyutları bu vesileyle fark edilebilir. Öncelikle bu tez yükselen milliyetçilik dalgalarının Osmanlı Devleti’nin Müslüman; fakat Türk olmayan unsurları üzerindeki yıkıcı ve bölücü tesirlerinden sakınma amacına matuftu. Ama, o zamana dek Osmanlı siyasetinde sembolik olmaktan başka bir yeri olmayan halifelik kurumunun da tekrar önem kazanmaya başlamasını doğurdu. Sembolik açıdan bir tarihsel atıllığı temsil eden halifelik kurumu Birinci Dünya Savaşı’nda etkinleşen bir siyasal içerik kazanmasına karşın bu etkinliği beklenen düzeylerde gelişmedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun akabinde halifelik kurumunun lağvı ve şahs–ı manevisinin TBMM’ye devri İttihad–ı İslam düşüncesinin de bu ilk tarihsel bağlamında muvaffakiyetsizlikle sonuçlandığının en belirgin işareti oldu.
20. yüzyılın bilhassa üçüncü çeyreğinden itibaren İslam dünyasının hemen hemen her coğrafyasında yeniden etkili olmaya başlayan İslamcılıklar İttihad–ı İslam düşüncesinin yerleştirilebileceği ikinci uygun tarihsel bağlamı işaret ediyor görünmektedirler. Burada dikkat edilmesi gereken iki noktayı işaret edelim. İlkin, bu tarihsel bağlam artık halifeliğin ne bir kurum olarak ne de bir şahs–ı manevi olarak mevcut olmadığı bir bağlamdır. Yine de halifeliğin Müslüman topluluklar üzerinde yokluğuyla belirleyici bir konumda olduğunu da bu vesileyle belirtmiş olalım. Bu sebepten dolayı, dünya ölçeğinde halifesizleşmiş Müslümanların ikinci tarihsel bağlamda ilk tarihsel bağlama nazaran daha avantajlı oldukları görünmektedir. Zira, modernleşmenin bu toplumlarda gerek doğurduğu negatif sonuçlar gerekse bu toplumlara kazandırdığı yeni iletişim imkanları bir ittihad arayışı yolunda Müslüman kitlelerin arzusunu kamçılamıştır. Elbette bunda ulus–devlet formasyonlarının geç kapitalist koşullarda yaşadığı kimi problemlerin de bir etkisi vardır. Bu ikinci tarihsel bağlamın Müslümanların çabası haricinde oluşan başka bir veçhesi de Avrupamerkezciliğin giderek çözülme sürecine girmiş olmasıdır. Avrupa artık ne felsefî ne kültürel ne de ekonomik açıdan dünyanın yegane çekim bölgesi ve dünya–tarihsel süreçlerin tek öznesi olarak kavranamaz. Bu durum da yeni İslamcılıkları içine yerleştirdiğimiz tarihsel bağlamın ikinci önemli noktasını teşkil eder.
Avrupamerkezciliğin merkezsizleştirilmesi
Batı düşüncesi içerisinde Avrupamerkezcilik (Eurocentrism) büyük ölçüde dünya–tarihsel süreçlerde Batı’nın merkeziliğinin kaybolmaya başladığı dönemlerde ortaya çıkan ve dışlama mantığı olarak işleyen bir söylem biçimidir. O, Avrupa kültürünün diğer kültürlere nazaran daha üstün ve yetkin olduğunu vurgulamanın entelektüel ve felsefî bir aracıdır. Fakat bu söylemin ortaya çıkabilmesi için en azından bu üstünlükçü edanın kendi geçerliliğinden şüphelenmeye başlamış olması gerekir. Yani, Batı artık diğer kültürlerin kendilerini karşısında taklit etmek zorunda olduğu bir kültür olmaktan çıkmış ve bir nebze de olsa diğer kültürler arasında bir kültür olma statüsüne, asıl statüsüne iade edilmiştir. Bu açıdan Avrupamerkezcilik Batılı global güç ağının bir arada durmasını sağlayan söylemlerin en önemlisidir. Bu konuda önemli çalışmalara imza atmış S. Sayyid gibi teorisyenlerin de sarahaten belirttikleri gibi Avrupamerkezcilik mantığı Batı’nın haricindekileri’ kendi yerlerinde tutan (saydıran) görünmeyen bir imparatorluktur (Fundamentalizm Korkusu: Avrupamerkezcilik ve İslamcılığın Doğuşu, s. 169. Vadi Yayınları)
Günümüzde Avrupa Birliği’nin ulus–üstü bir siyasal organizasyon olarak ortaya çıkmasında temsil edilen şey; felsefî, siyasal ve kültürel imaları açısından Avrupamerkezciliğin çözülüşünün işaret ettiklerinin üstesinden gelme çabasıdır. Bu açıdan İttihad–ı İslam düşüncesi ile AB arasında siyasal bir gerilimin yaşanması mukadderdir. Fakat Müslümanların Birliği düşüncesinin sadece fikrî bir proje, bir imge olması; yani realitede şimdilik bu imgenin bir karşılığının olmayışı sözünü ettiğimiz gerilimin bir ölçüde de olsa ertelenmiş bir gerilim olarak anlaşılabileceğini de göstermektedir.
Tezkire Dergisi Yazı İşleri Müdürü
Zaman/26.03.2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder