Şairin varolana itiraz etme hakkını mutlaka kullanması gerektiğini vurgulayan Murat Güzel, ilk kitabı Uzak Koku’yu ilk şiirinin yayımlanmasından 17 yıl sonra piyasaya çıkardı
MURAT Güzel, uzun zamandır şiirle haşır neşir olmasına rağmen ilk kitabı Uzak Koku’yu geçtiğimiz günlerde yayımladı. Konya’da, yani Türkçe şiirin payitahtı addedilen İstanbul’dan uzakta yaşayan ve yazan Güzel’e sorular sorduk.
İlk şiiriniz 1991’de
yayınlanmış,
ilk kitabınız geçtiğimiz
günlerde
çıktı.
Bunun sebebi nedir?
Haklısınız ilk şiirimin
yayınlanış tarihiyle ilk şiir
kitabının çıkış tarihi arasında önemli bir fark var. Yayınlanmış şiirlerin, öykülerin ya da yazıların bir araya getirilip kitaplaştırılması ise edebiyat dünyasında yaygın bir alışkanlık. Hem bu yaygın alışkanlığın
işaret ettiği kolaycılığı benimseyip onaylamadığımı, hem de kitap işinin biraz nasip meselesi
olduğunu gösteriyor 17 yıllık fark. Şair
için aslolanın şiir olduğunu
düşünüyorum.
Şiirinizde
ironinin yeri büyük. Bu anlamda kendinizi yakın hissettiğiniz şairler var mıdır? Görüşleriyle Hegel estetiğini derinden etkilemiş bir filozof vardır: Solgery. İronisiz sanatı mümkün görmez Solgery. Bu anlamda
haddi zatında ironi sanatın kendisine mündemiçtir. Kimileyin gizildir bu
ironi, kimileyin ise açıktan
açığa var olur. Kendimi daha çok Mehmet Akif, Tevfik
Fikret çizgisine yakın hissediyorum. Bu çizginin sonraki sürdürücüleri de benim kendimi yakın hissettiğim çağdaş ustalarımız Turgut Uyar, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu gibi şairlerdir. Sözgelimi Sezai Karakoç’un o ünlü Balkon şiiri
Türk şiirinde ‘ironi’nin bir edebi teknik olarak
en iyi uygulandığı şiirlerdendir. Turgut Uyar’ın Terziler Geldiler şiirini okuduüunuzda bu muhteşem şiirin ardından
nasıl olur da Türk şiirinin sonraki dönemlerinde
birçok kötü şiirin de yayınlanabildiğine şaşarsınız. Bu şiirin
varlığı bile sonraki kuşak şiirlerle, özellikle
80’li yıllardaki şiirlerle
arasındaki tezat yüzünden ironiktir.
ŞİİR TARAFTIR
Politika önemli
bir temanız. Kendinizi politik bir şair olarak tanımlar
mısınız?
En azından
apolitik bir şair
değilim. Şiirin toplumsal-siyasal
meselelerde bir taraf olduğuna
inanıyorum. Olup biteni olup
bittiği gibi kabullenmek ne bana
göre ne de şiirime göredir. Bir özne olarak, varolana itiraz
etme hakkımı sürekli
kullanıyorum. Bu hakkımı kullanırken
ise güncel, sığ, bayağı, alelade politik anlayışlarla herhangi bir alışverişin en azından şiirime sızmamasına itina gösteriyorum. Yanlış anlamaları engellemek için hemen ekleyeyim: Şiirimin politikliği tamamen şiirin kendisine has bir
politikliktir. Siyasal propagandayla, ideolojilerle, şiiri doğrudan
ilgilendirmeyen toplumsal anlayışlarla
herhangi bir işi
yoktur.
Şairin sadece şiir
yazması
gerektiğine inananlar var. Ancak siz teoriye de el atıyorsunuz...
Şiir
de teori de dünya
üzerine birer konuşma biçimidir. Birileri bir alanda
aşırı geveze, başka
alanda ise olabildiğine
ketum olabilirler. Bu onların
tercihidir. Her iki alanda da bulunuyorum ve bu iki alanda da ne geveze ne de
ketum olduğuma inanıyorum.
At ve atlı
sizin ve edebi anlamda kardeşiniz sayılabilecek
şairlerin
imge dünyasında
sık sık
karşımıza çıkıyor.
At ve atlı ne ifade eder sizin için?
Savaşçı
bir ruha sahibiz demek ki. Hiçbir
arkadaşımın atı ve
atlıyı sakin bir kır
gezisine çıkmış bir kişi
ve onun biniti olarak düşünmediklerine
kâniyim.
Tarihin hissiyatını şiir
anlatır
Şiirinizi tanımlarken
Anadolu’ya yaslanıyorsunuz ancak Batı ve
Batı kültüründen
unsurlar da çokça yer alıyor
dizelerinizde. Bu buluşma sizde ve genelde nasıl
gerçekleşiyor?
Yer yer metinlerarasılık, yer yer hipertekst,
ifadelerin montajı ve
demontajı, çokça ironi. Tıpkı toplumumuz nasıl Batılılaşmış ya da günümüz kültüründe
Batı’ya dair unsurlar nasıl yer almışsa şiirimin ufku olarak Anadolu ile Batılı
unsurların buluşması da aynı şekilde gerçekleşiyor.
Tarihle şiirinizin
bağını
nasıl
kuruyorsunuz?
Aristo’dan
beri ileri sürülen şöyle bir düşünce
vardır. Res gestae’yi, geçmişte vuku bulmuş
olayların anlatımını
kendine amaç seçmiş
tarih daha tikel bir bilgi sunarken insanlara, şiir
daha genel, daha şumullü bir bilgiyi kazandırır. Bu epistemolojik bir bakış açısı ve
benim katılmadığım birçok
yönü var ancak, şiirle
tarihin malzemesinin ortaklığına
dair bir fikir oluşturabilmemize
imkan tanıyor. Ve elbette her
ikisinin bu malzemeyi kıvama
getirme, ürüne dönüştürme
tarzlarındaki farklılığı kendine göre özetliyor. Tarih zaten bir
duygu olarak, bir bilinç
olarak modernliğimin
bir bileşeni. Bu bilinç ve duygunun şiire yansıması nasıl
oluyor derseniz şiirimdeki
Batılı unsurlara ilişkin
verdiğim cevabı tekrarlayabilirim. Ama
sadece bu değil
elbette: Tarihin nevrinin döndüğü anlara dair geliştirdiğim semptomatik-ironik bakış daha baskın bu kez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder