Ali Emre'nin Kırklar'ın altıncı sayısında (Mart-Nisan, 2004) yer alan "Upuzun Şiirler" başlıklı değinisi içerdiği muğlak tespit ve yargılar bakımından bir çok tashih, tavzih ve tasrihe muhtaçtır. Şiir okuyucusunun son dönemlerde yeni biçim ve biçem arayışlarıyla zenginleştirilmiş uzun şiirlerle daha sık karşılaştığı tespitiyle başlayan Ali Emre, bir çok güzel örneğe karşın, bu tarz şiirlerin bazı ciddi riskler de getirebileceğini, hatta getirdiğini ("içerdiğini") ileri sürmektedir. O'na göre, kabiliyetli ve henüz genç sayılabilecek bir çok şair Anglo-Amerikan şiirinin etkisiyle böyle bir eğilim içine girmektedir. Oysa Anglo-Amerikan şiir beğenisi, bizim kısmen Fransız şiiri etkisiyle oluşmuşşiir beğenimiz için fazlasıyla "soğuk ve sevimsiz" kaçacaktır. (Bu arada, edebi eserlerde karşılaştığımız "soğukluk"un bir tür "ustalık"a işaret eden emarelerden biri olup olmadığını ayrıca tartışmak gereklidir.) Daha şimdiden şu "beğeni" meselesinin yeterince muğlak olduğu vurgulanmalı. Bir beğeni nasıl oluşur, hangi unsurlara sahiptir, "bizim şiir beğeni"mizin Fransız şiiri etkisinde oluşması ne demektir ya da ne anlama gelir? Bunlar tartışmalı konular; hem de felsefi, poetik, psikanalitik, hermenötik, tarihsel ilh.. bir çok yönden. Ali Emre'nin bizim diyerek sahiplendiği beğeni türü ve bu türe dayalı yargıların içeriği ancak böylelikle muğlaklıktan kurtulabilir. Fakat bu tür bir sorgulama, büyük ölçüde bu "sıcak ve sevimli" açıklamanın sınırları dışında kalan, yani "soğuk ve sevimsiz" teorik meselelerden.
Söylemek bile fazla: Şiir söz konusu olunca, kısalığa ya da
uzunluğa bakmaksızın, bir takım riskler her zaman vardır. Şairler bu riskleri
nasıl ve niçin göze alabilmektedirler? Bu riskler yüzünden şiirin hangi
unsurlarını tehlikeye atmakta, hangi unsurlarını ise içinde bulundukları
tehlikeden kurtarmaktadırlar? Önemli olan budur. Hakşinas bir tutum bu hususu
değerlendirmeyi her zaman gözetmelidir. Kanaatimce, Emre'nin değinisinde bu
husus da müphem kalmıştır. Yine de hakkını yememek lazım: Emre, uzun şiirlerde
rastladığı –kendisine göre- bazı kusurları da saymış. Bunlar, toparlamak
gerekirse, "çok üst perdeden ve didaktizm eşliğinde sürekli konuşan,
dizeleri söyleve dönüşen bir anlatıcı", "şiirin bölümlenmeyişi
sebebiyle okurun dikkatinin dağılması, şiirin gardının düşmesi", "çok
güzel ve iyi işlenmiş dizelerin ya da bölümlerin bütünde kaybolması"...
Ama hemen sormak gerekiyor, birçok kısa şiirde de kolaylıkla rastlanan ve
şiirlerin "metraj"ıyla hiçbir alakası olmayan bu kusurlar niye
"upuzun şiirler"e tahsis edilsin ki?
Açıktır ki, Emre'nin "upuzun şiirler" değinisini
yazmasına etkide bulunan hususlara ilişkin tespit ve yargıları, fazlasıyla
aceleci ve şiir eleştirisinin gerektirdiği soğukkanlılıktan (yine o "ustalık"
ve "teori" meselesi!) yoksundur. Uzun ya da Emre'nin deyimiyle
"upuzun" şiirler; sadece Anglo-Amerikan şiirine, İngilizce yazılan
şiirlere mi has? Sözgelimi Tevfik Fikret (özellikle "Sis"), Mehmet
Akif (özellikle "Fatih Kürsüsü'nden"), Necip Fazıl Kısakürek
(özellikle "Çile" ve "Kaldırımlar"), Nazım Hikmet
(özellikle "Memleketimden Insan Manzaraları"), Sezai Karakoç
(özellikle "Monna Rosa", "Hızırla Kırk Saat",
"Taha'nın Kitabı"), Edip Cansever (özellikle "Çağrılmayan
Yakup", "Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka"), Cahit
Zarifoğlu (özellikle "Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı",
"Çoğalmak", "Stad", "Yedi Güzel Adam") dururken
bir Türk şairi niye diğer milletlerin şairlerine özenerek uzun şiir yazmaya kalkışsın?
Hem niçin, "upuzun şiir" yazıcılarının bilhassa Anglo-Amerikan
şairlere, İngilizce yazılan şiirlere özendiği var sayılıyor ki? Öyle ya, pekala
"Sarhoş Gemi"nin Rimbaud'suna; "Maldoror'un Şarkıları"nın
Mallarme'ına; "Orpheus'un İzinde"sinin Apollinaire'ine; "Kuşatma
Altında Beyrut Günlüğü"nün ya da "Güneşin Ayetine Uyarak Düş
Görüyorum"'un Adonis'ine; "Güneş Taşı"nın Octavio Paz'ına;
"Halayık Mezarları"nın, "Venüs'ün Doğuşu"nun,
"Sancaktar"ın, "Duino Ağıtları"nın R. M. Rilke'sine; "Yurdavarış"ın
Hölderlin'ine; "Çılgın Nar Ağacı"nın Elitis'ine de özenmiş
olabilirler. Bu listeye diğer birçok farklı milletten şair de dahil edilebilir
elbette. Bu şairleri zikretmemiz tamamen tesadüf değil; andığımız şiirlerin
hepsi (Apollinaire'in "Orheus'un İzinde"si hariç) Türkçe'ye tercüme
edilmiştir; demek ki, bu şairler ve onların şiirleri, herhangi bir yabancı dil
bilmeyen bir Türk şairini bile etkileme potansiyeline baştan sahiptir.
Ama konu bu değil gördüğümüz kadarıyla. O zaman soralım:
Eleştirilen şiirlerin "uzunlukları" haricinde kalan başka bir
hususiyetleri mi Emre'ye Anglo-Amerikan şairlerini hatırlatıyor yoksa? Hani şu
"soğukluk" ve "sevimsizlik" meselesi... Ama bu fazla
izlenimci, "emotional", yani kriter olma haysiyetine sahip çıkamayan
bir kriter değil mi? Emre'nin eleştirisinin altını boşaltan bir kriter? Ya da,
Emre'nin dile getirdiği şey ile dile getirmek isteyip de dile getiremediği şey
arasında kalışı mı tartışmamız gereken asıl meseleyi oluşturuyor? Karar vermek
hakikaten güç!
Bu "upuzun şiirler"in yazıcılarından üçünün,
diğerlerine nazaran "daha güzel ve gerçekten etkileyici şiirler"
yazdıklarını belirtmeyi ihmal etmiyor Emre: "Murat Güzel, Hayriye Ünal ve
Ismail Kılıçarslan." İmtiyaz tanıdığı bu şairlerden daha kısa ve daha
akılda kalıcı şiirler yazmalarını da bekliyor. Hayriye Ünal ile İsmail Kılıçarslan,
Emre'nin tanıdığı bu imtiyaza ve onun "kişisel" beklentisine nasıl
cevap verir, bunu bilemem ama, ben bu "imtiyaz"ı bir nevi bir
"sus payı", bir "söz rüşveti" olarak kavradığım için
vereceğim cevap son derece açık: Doğru ya da yanlış, yazdığım her şiirin kendi
bütünlüğü, tamlığı ve tutarlılığı içinde olabildiğince muktesit, olabildiğince
fazlalıktan ırak olduğunu düşünüyorum. Diğer "upuzun şiir"
yazıcılarının (yani, H. Arslanbenzer'in, O. Özbahçe'nin, S. Işın'ın, E.
Safi'nin, H. Kalkan'ın) içi rahat etsin, "çok üst perdeden ve didaktizm
eşliğinde sürekli konuşan, dizeleri bir söyleve dönüşen anlatıcı"ları haiz
şiirler bana nedense daha "sıcak" ve daha "sevimli"
geliyor, daha samimi buluyorum onları; içten ve yapmacıksız, nasıl konuşmaları
gerekiyorsa öyle konuşuyorlar; bundan dolayı, takdir edeceğiniz her türlü
cezaya şimdiden razıyım haşmetmeabları; ama, ne yapayım ki, şiirin doğrudan
söyleyişini düzyazının imasına yeğleme huyumu bir türlü yenemiyorum. Bir de
efendim, söylemem icap etmese inanın söylemezdim, dikkati hemen dağılan şu
"okur" kısmına pek yüz vermemeniz, eleştiride izlenimcilikten
sıyrılabilmeniz için daha yerinde olur kanaatindeyim; bu yüzden, tanıdığınız
imtiyazı, teşekkürlerimle birlikte, geri çevirme nezaketsizliğini gösteriyorum.
Gerçi, belki gözünüzden kaçmıştır diye, yine de hatırlatmak isterim: Sadece
dört dizeden oluşan 1999 tarihli "Seninle Yeniden" (Aşiyan 35) şiiri
de bana ait, 2003 tarihli onyedi dizelik "Toplanıp" şiiri de (henüz
yayınlanmadı), 1991 tarihli (bu hesapça yazdığım ilk ve en acemi şiir oluyor kendileri)
ikiyüzelli dizeyi aşan "Sin/i" (Varide 23) de, üçyüzaltmış dizeden
oluşan 2004 tarihli "Hepimizden Daha Narodnik" de (henüz yayınlanmadı)...
Ama, bu durumu fazla önemsemiyorum, yani şu kısalık ve uzunluk meselesini
efendim; takdir buyurursunuz ki, yerine getirdiği "işlev" benim
açımdan daha önemli!
Şaka bir yana, akılda kalıcılık için kısalık, modern şiiri değerlendirmede
yetkin bir ölçüt sayılamaz. Ezra Pound'un o "upuzun" The Cantos'u ya
da T. S. Eliot'ın -yine o "upuzun"- The Waste Land'i hala zihnimizden
silinemedi; aynı şekilde, gene Pound'a ait o kısacık şiirler ya da Eliot'ın
"kısa" şiirleri de... Zaten Emre'nin ifadesini şekillendirirken
kullandığı "daha" zarfının müphemliği bu durumun en açık kanıtı...
Daha kısa, ne kadar kısa, daha daha kısa!
Yeni biçim ve biçem arayışları esnasında karşılaşılan
"hünsa" metinler meselesi ise uzunluk, kısalık ya da akılda kalıcılık
gibi eleştirmenden eleştirmene, okurdan okura değişen öznel ölçütlerle değerlendirilemeyecek
bir meseledir. (Üstelik bu eleştirmen ya da okurların dikkati de hemen dağılıyor
ya da şiire öyle bir yumruk atıyorlar ki garibim şiirin gardı hemence düşüyor.
Sanırım Emre'nin bu izlenimlerinden yola çıkarak "upuzun şiir"
okuyucuları için şöyle bir tasnif yapmak gerekecek: Dikkatleri hemen dağılan
okurlar, yani "küçük burjuva-memur" takımı, zira "upuzun
şiirleri" dikkatlice okumaya ayıracak vakitleri yok; ikinciler de
"boksör"! Tabii, bir de "ne tür şiir olursa olsun okurum
abiciler!" var, onlar konumuzun dışında kalıyorlar.) Doğrusu, dokuz
yaşındayken okuduğum Yakup Kadri'ye ait Erenlerin Bağından tarzındaki düzyazı
şiirleri (görüyor musunuz, ne büyük aksilik! Nasıl da aklımda kalmış meret!),
taşıdığı bütün zaaf ve handikaplarla birlikte, akılda kalıcılık bakımından günümüzün
bir çok "kısa" liriğine yeğlerim. Her ne kadar "mensur
şiir" ya da Öztürkçe’siyle "düzyazı şiir" denen türe pek
meylettiğim söylenemese de bu tür biçim/biçem deneyimlerinden de öğrenilecek
çok şey olduğuna kaniyim- yeter ki, eleştirel yargı gücümüz (Urteilskraft),
kimi üstü kapalı istifhamlarla, dikkatimizin hemen dağılmasıyla sekteye
uğramasın.
Atlılar, Mayıs-2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder