24 Eylül 2013 Salı

"UPUZUN ŞİİRLER" İÇİN SICAK VE SEVİMLİ BIR AÇIKLAMA


Ali Emre'nin Kırklar'ın altıncı sayısında (Mart-Nisan, 2004) yer alan "Upuzun Şiirler" başlıklı değinisi içerdiği muğlak tespit ve yargılar bakımından bir çok tashih, tavzih ve tasrihe muhtaçtır. Şiir okuyucusunun son dönemlerde yeni biçim ve biçem arayışlarıyla zenginleştirilmiş uzun şiirlerle daha sık karşılaştığı tespitiyle başlayan Ali Emre, bir çok güzel örneğe karşın, bu tarz şiirlerin bazı ciddi riskler de getirebileceğini, hatta getirdiğini ("içerdiğini") ileri sürmektedir. O'na göre, kabiliyetli ve henüz genç sayılabilecek bir çok şair Anglo-Amerikan şiirinin etkisiyle böyle bir eğilim içine girmektedir. Oysa Anglo-Amerikan şiir beğenisi, bizim kısmen Fransız şiiri etkisiyle oluşmuşşiir beğenimiz için fazlasıyla "soğuk ve sevimsiz" kaçacaktır. (Bu arada, edebi eserlerde karşılaştığımız "soğukluk"un bir tür "ustalık"a işaret eden emarelerden biri olup olmadığını ayrıca tartışmak gereklidir.) Daha şimdiden şu "beğeni" meselesinin yeterince muğlak olduğu vurgulanmalı. Bir beğeni nasıl oluşur, hangi unsurlara sahiptir, "bizim şiir beğeni"mizin Fransız şiiri etkisinde oluşması ne demektir ya da ne anlama gelir? Bunlar tartışmalı konular; hem de felsefi, poetik, psikanalitik, hermenötik, tarihsel ilh.. bir çok yönden. Ali Emre'nin bizim diyerek sahiplendiği beğeni türü ve bu türe dayalı yargıların içeriği ancak böylelikle muğlaklıktan kurtulabilir. Fakat bu tür bir sorgulama, büyük ölçüde bu "sıcak ve sevimli" açıklamanın sınırları dışında kalan, yani "soğuk ve sevimsiz" teorik meselelerden.
Söylemek bile fazla: Şiir söz konusu olunca, kısalığa ya da uzunluğa bakmaksızın, bir takım riskler her zaman vardır. Şairler bu riskleri nasıl ve niçin göze alabilmektedirler? Bu riskler yüzünden şiirin hangi unsurlarını tehlikeye atmakta, hangi unsurlarını ise içinde bulundukları tehlikeden kurtarmaktadırlar? Önemli olan budur. Hakşinas bir tutum bu hususu değerlendirmeyi her zaman gözetmelidir. Kanaatimce, Emre'nin değinisinde bu husus da müphem kalmıştır. Yine de hakkını yememek lazım: Emre, uzun şiirlerde rastladığı –kendisine göre- bazı kusurları da saymış. Bunlar, toparlamak gerekirse, "çok üst perdeden ve didaktizm eşliğinde sürekli konuşan, dizeleri söyleve dönüşen bir anlatıcı", "şiirin bölümlenmeyişi sebebiyle okurun dikkatinin dağılması, şiirin gardının düşmesi", "çok güzel ve iyi işlenmiş dizelerin ya da bölümlerin bütünde kaybolması"... Ama hemen sormak gerekiyor, birçok kısa şiirde de kolaylıkla rastlanan ve şiirlerin "metraj"ıyla hiçbir alakası olmayan bu kusurlar niye "upuzun şiirler"e tahsis edilsin ki?
Açıktır ki, Emre'nin "upuzun şiirler" değinisini yazmasına etkide bulunan hususlara ilişkin tespit ve yargıları, fazlasıyla aceleci ve şiir eleştirisinin gerektirdiği soğukkanlılıktan (yine o "ustalık" ve "teori" meselesi!) yoksundur. Uzun ya da Emre'nin deyimiyle "upuzun" şiirler; sadece Anglo-Amerikan şiirine, İngilizce yazılan şiirlere mi has? Sözgelimi Tevfik Fikret (özellikle "Sis"), Mehmet Akif (özellikle "Fatih Kürsüsü'nden"), Necip Fazıl Kısakürek (özellikle "Çile" ve "Kaldırımlar"), Nazım Hikmet (özellikle "Memleketimden Insan Manzaraları"), Sezai Karakoç (özellikle "Monna Rosa", "Hızırla Kırk Saat", "Taha'nın Kitabı"), Edip Cansever (özellikle "Çağrılmayan Yakup", "Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka"), Cahit Zarifoğlu (özellikle "Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı", "Çoğalmak", "Stad", "Yedi Güzel Adam") dururken bir Türk şairi niye diğer milletlerin şairlerine özenerek uzun şiir yazmaya kalkışsın? Hem niçin, "upuzun şiir" yazıcılarının bilhassa Anglo-Amerikan şairlere, İngilizce yazılan şiirlere özendiği var sayılıyor ki? Öyle ya, pekala "Sarhoş Gemi"nin Rimbaud'suna; "Maldoror'un Şarkıları"nın Mallarme'ına; "Orpheus'un İzinde"sinin Apollinaire'ine; "Kuşatma Altında Beyrut Günlüğü"nün ya da "Güneşin Ayetine Uyarak Düş Görüyorum"'un Adonis'ine; "Güneş Taşı"nın Octavio Paz'ına; "Halayık Mezarları"nın, "Venüs'ün Doğuşu"nun, "Sancaktar"ın, "Duino Ağıtları"nın R. M. Rilke'sine; "Yurdavarış"ın Hölderlin'ine; "Çılgın Nar Ağacı"nın Elitis'ine de özenmiş olabilirler. Bu listeye diğer birçok farklı milletten şair de dahil edilebilir elbette. Bu şairleri zikretmemiz tamamen tesadüf değil; andığımız şiirlerin hepsi (Apollinaire'in "Orheus'un İzinde"si hariç) Türkçe'ye tercüme edilmiştir; demek ki, bu şairler ve onların şiirleri, herhangi bir yabancı dil bilmeyen bir Türk şairini bile etkileme potansiyeline baştan sahiptir.
Ama konu bu değil gördüğümüz kadarıyla. O zaman soralım: Eleştirilen şiirlerin "uzunlukları" haricinde kalan başka bir hususiyetleri mi Emre'ye Anglo-Amerikan şairlerini hatırlatıyor yoksa? Hani şu "soğukluk" ve "sevimsizlik" meselesi... Ama bu fazla izlenimci, "emotional", yani kriter olma haysiyetine sahip çıkamayan bir kriter değil mi? Emre'nin eleştirisinin altını boşaltan bir kriter? Ya da, Emre'nin dile getirdiği şey ile dile getirmek isteyip de dile getiremediği şey arasında kalışı mı tartışmamız gereken asıl meseleyi oluşturuyor? Karar vermek hakikaten güç!
Bu "upuzun şiirler"in yazıcılarından üçünün, diğerlerine nazaran "daha güzel ve gerçekten etkileyici şiirler" yazdıklarını belirtmeyi ihmal etmiyor Emre: "Murat Güzel, Hayriye Ünal ve Ismail Kılıçarslan." İmtiyaz tanıdığı bu şairlerden daha kısa ve daha akılda kalıcı şiirler yazmalarını da bekliyor. Hayriye Ünal ile İsmail Kılıçarslan, Emre'nin tanıdığı bu imtiyaza ve onun "kişisel" beklentisine nasıl cevap verir, bunu bilemem ama, ben bu "imtiyaz"ı bir nevi bir "sus payı", bir "söz rüşveti" olarak kavradığım için vereceğim cevap son derece açık: Doğru ya da yanlış, yazdığım her şiirin kendi bütünlüğü, tamlığı ve tutarlılığı içinde olabildiğince muktesit, olabildiğince fazlalıktan ırak olduğunu düşünüyorum. Diğer "upuzun şiir" yazıcılarının (yani, H. Arslanbenzer'in, O. Özbahçe'nin, S. Işın'ın, E. Safi'nin, H. Kalkan'ın) içi rahat etsin, "çok üst perdeden ve didaktizm eşliğinde sürekli konuşan, dizeleri bir söyleve dönüşen anlatıcı"ları haiz şiirler bana nedense daha "sıcak" ve daha "sevimli" geliyor, daha samimi buluyorum onları; içten ve yapmacıksız, nasıl konuşmaları gerekiyorsa öyle konuşuyorlar; bundan dolayı, takdir edeceğiniz her türlü cezaya şimdiden razıyım haşmetmeabları; ama, ne yapayım ki, şiirin doğrudan söyleyişini düzyazının imasına yeğleme huyumu bir türlü yenemiyorum. Bir de efendim, söylemem icap etmese inanın söylemezdim, dikkati hemen dağılan şu "okur" kısmına pek yüz vermemeniz, eleştiride izlenimcilikten sıyrılabilmeniz için daha yerinde olur kanaatindeyim; bu yüzden, tanıdığınız imtiyazı, teşekkürlerimle birlikte, geri çevirme nezaketsizliğini gösteriyorum. Gerçi, belki gözünüzden kaçmıştır diye, yine de hatırlatmak isterim: Sadece dört dizeden oluşan 1999 tarihli "Seninle Yeniden" (Aşiyan 35) şiiri de bana ait, 2003 tarihli onyedi dizelik "Toplanıp" şiiri de (henüz yayınlanmadı), 1991 tarihli (bu hesapça yazdığım ilk ve en acemi şiir oluyor kendileri) ikiyüzelli dizeyi aşan "Sin/i" (Varide 23) de, üçyüzaltmış dizeden oluşan 2004 tarihli "Hepimizden Daha Narodnik" de (henüz yayınlanmadı)... Ama, bu durumu fazla önemsemiyorum, yani şu kısalık ve uzunluk meselesini efendim; takdir buyurursunuz ki, yerine getirdiği "işlev" benim açımdan daha önemli!
Şaka bir yana, akılda kalıcılık için kısalık, modern şiiri değerlendirmede yetkin bir ölçüt sayılamaz. Ezra Pound'un o "upuzun" The Cantos'u ya da T. S. Eliot'ın -yine o "upuzun"- The Waste Land'i hala zihnimizden silinemedi; aynı şekilde, gene Pound'a ait o kısacık şiirler ya da Eliot'ın "kısa" şiirleri de... Zaten Emre'nin ifadesini şekillendirirken kullandığı "daha" zarfının müphemliği bu durumun en açık kanıtı... Daha kısa, ne kadar kısa, daha daha kısa!
Yeni biçim ve biçem arayışları esnasında karşılaşılan "hünsa" metinler meselesi ise uzunluk, kısalık ya da akılda kalıcılık gibi eleştirmenden eleştirmene, okurdan okura değişen öznel ölçütlerle değerlendirilemeyecek bir meseledir. (Üstelik bu eleştirmen ya da okurların dikkati de hemen dağılıyor ya da şiire öyle bir yumruk atıyorlar ki garibim şiirin gardı hemence düşüyor. Sanırım Emre'nin bu izlenimlerinden yola çıkarak "upuzun şiir" okuyucuları için şöyle bir tasnif yapmak gerekecek: Dikkatleri hemen dağılan okurlar, yani "küçük burjuva-memur" takımı, zira "upuzun şiirleri" dikkatlice okumaya ayıracak vakitleri yok; ikinciler de "boksör"! Tabii, bir de "ne tür şiir olursa olsun okurum abiciler!" var, onlar konumuzun dışında kalıyorlar.) Doğrusu, dokuz yaşındayken okuduğum Yakup Kadri'ye ait Erenlerin Bağından tarzındaki düzyazı şiirleri (görüyor musunuz, ne büyük aksilik! Nasıl da aklımda kalmış meret!), taşıdığı bütün zaaf ve handikaplarla birlikte, akılda kalıcılık bakımından günümüzün bir çok "kısa" liriğine yeğlerim. Her ne kadar "mensur şiir" ya da Öztürkçe’siyle "düzyazı şiir" denen türe pek meylettiğim söylenemese de bu tür biçim/biçem deneyimlerinden de öğrenilecek çok şey olduğuna kaniyim- yeter ki, eleştirel yargı gücümüz (Urteilskraft), kimi üstü kapalı istifhamlarla, dikkatimizin hemen dağılmasıyla sekteye uğramasın.
Atlılar, Mayıs-2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder