Her dilin kendine özgü, doğal bir müziği, bir ritmi vardır. O dili anadil olarak
konuşan kimselerin çoğunlukla farkına varamayacak kadar kanıksadıkları bir tını, ahenk ve ritim
egemendir her doğal dile. Buna teoride 'prozodi' deniyor. Türkçe karşılığı ile 'müziksel ifade sırası' ya da 'müziksel cümle'. Sözgelimi, sırf farklı prozodik yapısı sebebiyle, bir Türk Fransızca'yı, Farsça'yı, Arapça'yı "şiirsel" bulabilirken
aynı şekilde bir Fransız, bir Acem ya da bir
Arap da Türkçe'ye benzeri bir sıfatı uygun görebilir. Bu noktada, hiç bir doğal dilin özsel bir imtiyaz ve ayrıcalığının olmadığını şimdiden söyleyebiliriz.
Anadilimizden farklı dillere atfettiğimiz "şiirsellik", çoğu kez, kulaklarımızın itiyadına uygun, ama yine de
farklı bir tınıyı duymamızdan kaynaklanır. Elbette bunda o dillerin kendilerine has şiir geçmişlerine ilişkin bilgilerimizin oluşturduğu beklenti ufkunun da bir pay vardır; ama, zannımızca, ilk izlenim hemen her zaman o
dillerin prozodik yapılanmalarının kulaklarımızda yol açtığı hoş yadırgıdan doğar.
Şiir, büsbütün, herhangi bir dilde özsel olarak var olan bu doğal eda, ahenk, tını ve ritme yaslanarak yazılamaz elbette; ama, öte yandan, bu eda, ahenk,
tını ve ritim göz ardı edilerek de yazılamaz. Serbest vezni
vezinsizlik addedenlerin yanıldığı önemli noktalardan biridir
bu. (Hece ya da aruzla şiir yazanları yanıltan ise şimdilik üzerinde durmayacağımız daha farklı sorunlardır.) Şiirde, doğal dile özgü kanıksanmış tını, ritim ve ahenk belli ölçülerde yoğunlaştırılarak ya da tam tersi yıpratılarak 'müziksel ifade'ye ulaşılır. Bu yıpratma ya da yoğunlaştırmaya ilişkin sözel sanatlardan bir kaçını biliyorsunuz: uyak, iç uyak, asonans, aliterasyon, tekrar, kavuştak, anagramatik yapılar vb.
Fakat bütün bu sanatların serbest vezni oluştururken dayandığı temel ilkeyi asla gözden yitirmemeliyiz: Konuştuğumuz anadilin zihnimizde tortulaşmış doğal tınısına, doğal edasına, ahenk ve ritmine bir cevap verebilme kaygısı.
Bu cevap; bazen bu edayı , ahenk, tını ve ritmi kolayca inkara
yönelebilir; ama tam olarak inkar edemez; çünkü dildeki doğal ahenk ve ritmin, biçimde kamilen inkarı nihayetinde
şiirin özünü ve bütünlüğünü
zedeleyecektir. Bazen şiirsel ifadenin akışıyla birlikte bütünüyle dilin
doğallığına katılırız; bu doğal akışı parçalamadan, onunla birlikte akmayı
seçeriz; böylelikle dikkatimiz dildeki ritim ve ahengin saf bi çimiyle oluşma
safhasına çekilmiş olur; ama bu kadar, eğer dikkatimiz bütünüyle bu doğallığa
teksif edilirse, şiirsel ses dizisi (armoni) ve bu sesin dile getirdiği anlam
ve ezgi zedelenecektir. Bazen de bir şiirde ritim yoğunlaştırılır, şiiri baştan
sona, bir çırpıda, kulaklarımızda patlayan bir gök gürültüsü ya da bir ninninin
mırıltısı gibi yazar/okur ve bitiririz. Çoğu kez, bütün bu seçenekler tek bir
şiirde iç içe geçer, birbirleriyle egemenlik savaşına girerler. Şiiri yavaş
yavaş, gıdım gıdım bu egemenlik savaşının farkında olarak yazmak ya da okumak
gerekebilir dolayısıyla. Ama her halükarda şiir (metin, şair ve okur), dildeki
prozodinin farkında olmalıdır. Ona boyun eğmek ya da karşı çıkmak için gerekli
ilk şey budur. Okuduğumuz/yazdığımız şiirin gerçek başarısı da zaten bize bu tercihi
sunabilme becerisinde yatar.
Doğal dilsel ifadelerdeki müziği ne kadarıyla benimseyebilir, ne
kadarıyla yadsıyabiliriz? Serbest vezni kullanan bir şairin başarı şansını
belirleyen ilk kriter, bu soruya verilebilecek tutarlı bir cevapta aranmalıdır.
Başarılı bir edebiyat eserinin, her zaman sanki anadilini sonradan öğrenmiş
gibi yazan müelliflerce üretildiğini
savunan Fransız filozoflar Deleuze ve Guattari'nin ya da "Folklor Şiire
Düşman" yazısını yazan Cemal Süreya'nın
görüşlerindeki haklılık payı dildeki prozodinin farkına varmakla
kısıtlıdır (Süreya söz konusu olunca haklılık biraz daha artmakta, ama onu
bütünüyle haklı bir konuma getirmek şimdilik güç. Çünkü Süreya, dilde yerleşmiş
folklorik ibarelerdeki müziksel ataletin şiirin ulaşmaya çabaladığı müzik ve ahengi
tehdit ettiğini ileri sürerken haklı, ancak bu tehdidi izale etmeye dönük çözüm önerilerinde -kısmen de olsa- haksızdır.)
Tabii bu farkına varma gereği, illa ki dile yabancılaşma, doğal dilin
tınısından büsbütün uzaklaşma ihtiyacına ulaştırmaz bizi. Konuştuğumuz dili sevmek
bile bazen bizi bu fark edişe erdirebilir. Öte yandan, tek başına dile ilişkin
prozodiyi fark ediş bir şiiri ayakta tutmaya yetmeyecektir. Şiir, ya dilde
mündemiç prozodik yapıyı daha da kuvvetlendirerek, kulaklarımızda onun mücerret
bir yansısını oluşturarak işleyecek ya da bütünüyle bu prozodik yapıya ters düşerek, onunla çatışarak uyandırdığı yadırgatıcı etki sayesinde kalıcı bir
armoni, ritim ve ses bütünlüğünü bize sunacaktır. Bu iki şık da şiirin ve
doğal dilin vezinsizliğe geçit vermediğini gösterir. Serbest vezin, esasen,
dilin prozodik yapısının aruz, hece vb. ölçü kalıplarıyla dışarıdan
desteklenmeksizin olduğu gibi kullanılmasından neş'et eder. Bu noktada şiir için
yapılan o 'ölçülü söz söyleme sanatı' tanımının eksikliğini fark edebiliriz. Bu
tanım şiirin ayırt edici vasıflarını ortaya koymak şöyle dursun, doğal dilin 'ölçüsüz
sözler bütünü' olduğu gibi bir yanılsamayı zihnimizde uyandırır.
Şiirin ve doğal dilin vezinsizliğe geçit vermediğini görmek bizi rahatlatacak
mıdır? Bazı 'vezinsiz' müteşairlerin tek
dayanağı bu soruya verilecek olumlu cevaptadır. Oysa bizim (gerçek şiirin okur
ve yazarlarının) şimdilik böyle bir lüksümüzün olmasına imkan yoktur. İyi bir
şiiri sadece 'ses'ten ibaret saymak her zaman bir hata olacaktır. İyi bir
şiirin gerek şartı her ne kadar 'ses' ise de bu yeterli bir şart değildir (Çünkü
'ses', zaten doğal dilin özünde olan bir şeydir). Şiirde ses (tını, ritim ve
ahenk) şiirin, doğal dilin akışına katılarak ya da bu akışa direnerek edindiği
bir özelliktir sadece. Şiiri gündelik konuşmaların fevkinde görmemizi sağlayan
husus, her zaman bundan daha fazla bir özelliği talep eder.
Günümüz şiirinin en önemli eksikliğini bu hususun yeterince değerlendirilemeyişinde
aramalıyız. Aruz ve hecenin (dolayısıyla klasik müziğimizin) zihin ve
bilincimizdeki etkin sesini günümüzde yitirdiği açık bir husustur. Bu durum,
serbest vezin denen bir biçimsel/biçemsel unsuru -ister istemez- günümüz
şairine dayatır. Peki ama bu serbestilik nedir ve nasıl anlaşılmalıdır? Aruz ve
hecenin yitip gitmiş sesinin konuştuğumuz dilde hâlâ süregelen bir
bakiyesi/tortusu yok mudur? Sözgelimi Türkçe'nin prozodisi açısından şiirin
biçimsel/biçemsel unsurları arasında ritim hâlâ öncelikli ve önemlidir. Ritim,
şiirimizde her şey olmasa bile hâlâ bir şeydir. Aruzun ve hecenin kalıpları
içinde dizelerin (müziksel ifadenin) disipline edilmiş ritminin serbestleşerek
şiirin bütününe nüfuzu, şiiri başlatan ses ile bitiren sesin aynı ritmik hatta
buluşması, serbest veznin Türkçe'de (tabii diğer dillerde de, o dillere özgü
ölçü kalıpları içinde) pek serbest sayılamayacağının bir göstergesidir. Günümüz
Türk şiirinin armonik yapısı bakımından mütenakiz ve 'atonal' oluşu bizi şaşırtmaz
da ritme yabancı oluşuna alışamayız bir türlü. En aykırı, en avangard şairlerimizde
(sözgelimi Ece Ayhan şiirinde) bile armoni, şiirdeki yerini kaybetse de
müziksel ifadeye has ritim hâlâ önemini korur. Aynı şekilde, bir şiirde farklı müziksel ritim ve
ifadelerin üst üste bindirilişinin sebeplerini eninde sonunda kavrarız da o şiirdeki
ritmik dalgalanmaların şiir bittikten sonra bile amaçladığı etkiyi üzerimizde
bırakmayışını yadırgarız.
Türk şiir tarihinde aruz ve hecenin dilimiz için neredeyse doğallaşmış
ses ve sözelliğinden modern imge teorisine ve serbest vezne geçişte karşılaşılan
bazı sorunların eleştirel bir bakışla yeniden ele alınmayışı, şiirin ritim,
ses, müzik vb. bilimsel unsurları ile özsel unsurları (şiirsel ifadenin anlamı;
bu anlamın estetize edilişinde önemli roller üstlenen imge, mecaz, hayal,
parodi, ironi vb. retorik figürler) arasında konumlanabilecek bağlantı elemanlarının
işlevinin çoğu kez günümüz şiirinde ihmal edildiğini gösterir. Günümüz şiirleri
ya lirik sözelliğe (geleneksel sesin edilgenliğine) bel bağlamaktadırlar ya da
-ironik bir ifadeyle söylersek- hipermodern bir metinselliği (imgesellik, düşlemsellik, metinlerarasılık vb.) benimsemektedirler. Günümüz şiirindeki
bu iki yönelim de şiir ve prozodi/dil ilişkisinin yeterince düşünülmediğini ortaya koymaya yetmektedir.
Şiir ve dil, şiir ve müzik ilişkileri konusunda dile getirilen bir çok görüşün mesnetsiz kalışı, belki de günümüz şairlerinin ev ödevlerini çalışmaya fazla yanaşmayışlarından kaynaklanmaktadır. Bu noktada onlara yapacağımız tavsiye şudur: Onların, şiirlerinin okura ulaşmasına gösterdikleri dikkatin bir benzerini şiirlerini oluşturma tekniklerine de yöneltmeleri, bu tür konuları her daim düşünmeyi boşlamamalar; hem yazdıkları şiirin anlamını ve bütünlüğünü takviye edecek, hem de söz konusu şairler böylelikle kulaklarımızda hoş ve kalıcı bir sada bırakabileceklerdir. (Dergah, 178)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder